Tasavvuru yamuk olanın tasdiki doğru olmaz

Kelamcı Nesefi, Akaidinin o ünlü girişinde şöyle der:

“Hak ehli dedi ki: Eşyanın hakikati sabittir. Onun hakkındaki insan bilgisi Sofistlerin aksi iddialarına rağmen bir hakikattir. İnsan için bilgiye ulaşmanın yolu üçtür: Sağlıklı duyular, sadık haber ve akıl.”

Şarih Taftazani, bu üçlüden ilki için şu açıklamayı yapar: “Bu duyulardan her biri, kendi alanlarında eşyayı idrak edecek ve eşya hakkında (topladıkları) verilerden (bilinci) haberdar edecek nitelikte yaratılıp donatılmışlardır.”

Muhtemelen Nesefi’nin “hak ehli” diye andıklarının başında gelen İslam felsefesinin kurucu ismi Kindi de bilgiye ulaşma yolunu aynen yukarıdaki gibi tarif eder. Ne var ki Kindi’nin tarifinde “akıl” önde “nakil” onun ardında yer almaktadır. Belki de bu fark, İslam kelamcılarıyla İslam felsefecileri arasındaki “asıl” değil ama “usul” farkını ele veren önemli bir ayrıntıdır.

Bu üçlü tasnifin kendisi de, sıralaması da tartışılabilir. İsteyen istediği kadar tartışsın. Bu teorik bir tartışma olmaktan öte gitmez. Fakat bilme faaliyetine dair asıl tartışma, hayat pratiğimize bire bir yansıyan, onu derinden etkileyen, ne demek “etkileme”, bizzat onu tayin eden ve yönlendiren “tasavvur” çerçevesinde yapılan tartışmadır. Çünkü insanın tüm anlama ve yorumlama faaliyetinin güzergahı “tasavvur” tarafından belirlenir. Bize özgü “anlama” ve “yorumlama” usulünü ifade eden “delalet bahsi” de tasavvura gelip dayanır. Anlama ve yorumlama faaliyetinin mihenk taşı olan “Lafızların medlullerine ne derece delalet ettikleri” sorusunun merkezinde de tasavvur bulunur. “Anlamama, eksik anlama, yanlış anlama, ters anlama” vb. gibi anlama konusundaki tüm problemler, yine tasavvurda başlayan problemin doğal uzantısıdırlar.

Birbirimizi doğru anlıyor muyuz? Allah’ı ve O’nun vahyini doğru anlıyor muyuz? Eşyayı, insanı ve doğayı doğru anlıyor muyuz? Dahası hayatı doğru anlıyor muyuz? Yaşadığımız çağı doğru anlıyor muyuz? Ve tabiî ki insanı doğru anlıyor muyuz? Doğru anlamak, ne demek? Bunun bir ölçüsü var mı? Varsa nerede? Yanlış anlamayla doğru anlama arasındaki farkı nasıl fark ederiz? Bu soruları uzatmak mümkün.

Özetle din, bilim, siyaset, sanat, ekonomi vb. gibi hayatın tüm alanlarında sari ve cari olan problemlerin temelinde bulunan “anlama” sorununun temelinde, “tasavvur” sorunu bulunmaktadır. İşte bu nedenle hem klasik mantık hem de klasik kelam “tasavvur” bahsiyle açılır.

Klasik ilm-i kelam, “bilme” faaliyetini “tasavvurat” ve “tasdikât” diye ikiye ayırır. Bu ikisi arasındaki “ve” bağlacı aynı zamanda bir hiyerarşiye de işaret eder. Yani “tasavvurât” “tasdikât”tan önce gelir ve bu ikisi arasında bir mülazemet ilişkisi vardır.

Büyük kelamcımız Kâdî Abdurrahman el-Îcî (öl. 765 h.), el-Mevakıf fi İlmi’l-Kelam’da ilk olarak tasavvuru ela alır. Ondan çok daha önce Gazzali, Mi’yaru’l-İlm’de bu ayrımı şöyle ortaya koyar:

“İlim ikiye ayrılır: Birincisi öz varlıkları hakkındaki bilgi (tasavvurat). Mesela senin insan, ağaç, gök vs. hakkında bilgin gibi. İşte buna tasavvur adı verilir. İkincisi ise, zihinde tasavvur edilen özlerin birbirlerine nispetiyle elde edilen ve kimi zaman kabul ya da imanı, kimi zaman da ret ya da inkarı gerektiren bilgidir (tasdikat). Tasavvura yönelenin varacağı nokta “kavl-i sarih”tir ki had ve (anlamın zihindeki sureti olan) resim bunun unsurlarıdır. Tasdike yönelenin varacağı nokta “kat’î hüccet”tir ki kıyas (analoji), istikra (tümevarım) ve diğerleri bunun unsurlarıdır.”

Bilgi objesi somuttan soyuta doğru yükseldikçe, tasavvurun eli ayağı dolaşmaktadır: Hakikat nedir, hayal nedir? İyi nedir, kötü nedir? Doğru nedir, yanlış nedir? Hak nedir, batıl nedir? Ölüm nedir, hayat nedir? Kurtuluş nedir, batış nedir? Kâr nedir, zarar nedir? Mutluluk nedir? Sevgi nedir? Yani, bilginin objesi alt varlık aleminden üst varlık alemine doğru yükseldikçe, beş duyu yetmez oluyor, akıl yetmez oluyor ve sahih nakle başvurmak zorunlu hale geliyor.

Bu bahiste İbn Rüşd, “kavramsal tasavvurların tümü öncelikle sebebiyet ilkesine bağlıdır” diyerek, tasavvurla ilahi fıtrat arasındaki o sırrî bağa dikkat çeker. Bu yaklaşım, “tasavvur” problemini sadece bilgi düzleminde değil varoluş veya fıtrat düzleminde ele alma cesaretini verecek bir yaklaşım olarak okunabilir.

Sözün özü: Tasavvurumuza tam yüz santimlik metre ve tam bin gramlık kilo daha baştan yerleştirilmiştir. Fakat insan bunları yanlış kullanarak aşınmalarına sebebiyet vermekte, sonuçta eksik kiloyla ve eksik metreyle tartıp ölçmekte, alıp satmaktadır. Hem kendini aldatmakta, hem de başkalarını.

Tasavvuru yamuk olanın ne hükmü, ne aklı, ne eylemi doğru olur. Tasavvur başlama noktasıdır. Başlama noktasında sapma açısı ne kadar küçük olursa olsun, yol aldıkça büyür. İşte bu nedenle vahiy muhatabın tasavvurunu yeniden inşa eder. Her eylem bir hükmün sonucudur, her hüküm ise bir akıl yürütmenin. Her akıl yürütme tarzı koordinatlarını kavramlardan alır. Kavramlar yanlış tasavvur edilmişse, akla yanlış koordinat verir. Ve sonuçta tasavvuratı yamuk olanın ne tasdikatı doğru olur, ne eylemleri.

Bir okurun sorusu bizi buralara kadar getirdi. Akıllı olan tasavvurunu vahye inşa ettirir.

Bir teşekkür: Sarı Saltuk konusundaki çağrımla ilgilenen TİKA yetkilisine teşekkür ederim. Hayırlı sonucu sabırsızlıkla bekleyeceğim.

Yorum Yaz