Siretü’l Kur’an 44.Ders | Karia Suresi, Bir “Şimdi ve Buraya Mahkum Olma!” Dersi

SİRETÜ’L KUR’AN 44. DERS

( KÂRİ’A SURESİ, Bir “Şimdi ve Buraya Mahkum Olma!” Dersi  |  15. Mayıs 2022 )

Gününüz, aydın ve açık olsun…

Bugün Kur’an’ın Hayat Yolculuğu dersimizin yeni bir halkasında beraberiz. 15 Mayıs 2022 Pazar, 44. dersteyiz. Bilmem ömrümüz olur, nefesimiz yeterse, sağlığımız yerinde olursa inşallah bu yürüyüşü devam ettireceğiz. Bu dinlediğiniz jenerik müziği, özel bestedir. Bu program için bestelendi. Soranlar olmuşta, merak eden müzik sevdalıları olmuş. Bu program için bestelendi. Bestesi aylar sürdü. Evet, “Şefaat ya Rasulullah” diyenler “Ciddiyet ya Rasulullah!” deseler biraz çok iyi olur. Evet ciddiyet… Onun için dinlerken o emeği de düşünün. O emeğe de saygı duyun isterim.

Evet, güzel insanlar! Karia Suresi. Bir “Şimdi ve Burada-ya Mahkûm Olma!” dersi. “Şimdi ve burada-ya mahkûm olma!” dersi. “Right here, right now.” Bu batılıların sloganı oldu bir dönem. “Hemen şimdi hemen burada.” Hemen şimdi hemen burada, ha… Böyle diyen bir adamın anından başka hiçbir şeyi yok. Hafızası yok bir kere. Geçmişi yok. Geleceği de yok. Umudu yok. Projesi yok. Planı yok. Duası yok… Dua, umut demektir; umut, dua demektir. Umut: duygunun duasıdır. Dolayısıyla “Şimdi ve Burada-ya Mahkûm Olma!” dersi. Açacağız tabi ki gireceğiz inşallah. Evet suremiz bu. Bu bir tefsir dersi değil biliyorsunuz. Zira tefsir dersini 16 yıl vermiştik. Bu bir Kur’an’ın Hayat Yürüyüşü dersi. Yani Seyri Kur’an = Siretü’l Kur’an dersi. Kur’an’ın hayat yürüyüşü, hayat kitabı oluşuyla alakalıdır. Bu hayat yürüyüşünde bizim de hayat yürüyüşümüzde; yürüyüşümüzü güzelleştirmek için, yürüyüşümüzü daha donanımlı kılmak için, yürürken bizi bekleyen tehdit ve tehlikelere karşı bizi donanımlı kılmak için istifade edeceğimiz kaynaklar var. Tabiat bunlardan biri. İnsanlık tarihi bunlardan biri. Varlık bunlardan biri. Ve tabi ki Kur’an da bunlardan biri. ‘Kur’an’dan nasıl istifade edilir?’, soru bu. Şunu hep haykırasım geliyor: Kur’an’dan istifade etmek sadece ve sadece Kur’an’a iman edenlerle sınırlı kalmamalı. Büyük bir elinizde imkân var ama bu imkândan çok küçük bir kesim istifade etmemeli. Kur’an’a iman etmeyenler de Kur’an’dan istifade edebilirler. Evet edebilirler. Onları ön yargılarını yıkmaya davet ediyorum. Kırmaya davet ediyorum. Çünkü “Yâ eyyuhe-nnâsu- = Ey insanlık!..” Ey insanlık, diye hitap eden bir kitaba sen bir insan olarak ‘buyur, söyle’ diyebilmelisin eğer ön yargın yoksa. Söyle dinleyeyim, diyebilmelisin. Ateist olabilirsin, deist olabilirsin, agnostik olabilirsin, Hristiyan olabilirsin, Yahudi olabilirsin, Budist olabilirsin, her şey olabilirsin… ‘Ama benim konuşacak bir sözüm var, benim sözüm var ve ben insana hitap ediyorum.’ diyen bir söze ‘Buyur söyle.’ sözünü diyebilmelisin. Eğer önyargılı değilsen. Eğer kendi yolunun yobazı değilsen. Yobaz sadece dincilere has bir hastalık değil, yobazlık. Dinsizliğin de yobazlığı var, Hristiyanlığın da yobazlığı var, Yahudilerin de yobazları var, Budistlerin de yobazları var, Ateistlerin de yobazları var… Dolayısıyla yobazlık bir dine, bir inanca has bir hastalık değil. Tüm inanç ve inançsızlıklarda olan bir hastalık. Nedir yobazın en tipik vasfı: Ön yargılı olmak, kapalı olmak, dinlemeden karşı çıkmak. Yobazın en tipik vasfı budur. Ön yargı… Dolayısıyla ön yargı aklın kör kuyusudur. Dinle ya bir dinle… Belki senin de istifade edeceğin şeyler var. Onun için diyorum Kur’an’dan istifade etmek için yararlanmak için ille de Kur’an’a iman etmek gerekmiyor. İman etmeyen insanlarda acaba bir fayda görür müyüm? Siz her okuduğunuz kitaba iman mı ediyorsunuz? Romanlar okuyorsunuz. Filmler seyrediyorsunuz. Bazen bu mitoloji oluyor. Bu romanların bazı yazarları; Yahudi oluyor, çoğu ateist oluyor, bazıları dinli oluyor, dinci oluyor, dinsiz oluyor, Hristiyan oluyor, Müslüman oluyor… Peki istifade etmek için… Düşün, biz Platonun bir eserini okuyoruz: mesela Devleti okuyoruz mesela Diyaloglardan birini okuyoruz Tethys’u okuyoruz veya Aristoteles’ten bir eser okuyoruz. Yüzlerce eseri var. Bu insanlar kendine has inancı olan pagan insanlar. Peki bunların inancını biz dikkate alıp ya bu dinse böyle inançsa pagansa okumam diyen oldu mu oluyor mu? Aklınıza geliyor mu bu Aristo’nun eserini okurken. Platonun eserini okurken. Yok. Niye gelmiyor? Gelmemeli. Yani istifade etmek için okuyoruz değil mi? Acaba ne var? Ne var ki 2500-2400 yıldan beri bu eser ayakta. 2400 yıl öncesinin insanı nasıl düşünmüş?.. Nasıl duymuş?.. Ne olmuş?.. Dolayısıyla

“Merak” insana verilmiş en büyük değerlerden biri.

“Merak” bilginin annesidir, bilginin anne rahmidir.

Merak doğurur bilgiyi. Merak: bilginin duasıdır. Merak ettiğiniz zaman bilgi sizi bulur. Siz ararsanız o da sizi arar. Sizin bilgiyi aramanız, hakikati aramanız merak duygusuyla başlar. Yani gördüğünüz gibi neden Platonun bir eserini, Aristoteles’in bir eserini veya diğerlerinin bir eserini okurken ön yargılı olmayanlar, neden Kur’an’ı okurken ön yargılılar… Veya okumamakta ön yargılılar… Evet ben bunu söylüyorum. Dürüst olalım.

Evet karşımızda muhteşem bir bildiri var. İlahi bir bildiri. Evet “huden li-nnas =İnsanlık için bir rehber. “Huden li-nnasi ve beyyinâtin minel hudâ ve’l-furkan.” Beyyinat: bildiri demektir. Evet. İnsanlık bildirisi. Ne diyor bir bakalım mı?

Bismillahirrahmanirrahim. Rahman, Rahim Allah’ın adıyla. Allah’ın adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah’ın adıyla. Merhameti zatında ve sıfatlarında görünen Allah’ın adıyla. Birçok çevirisi yapılabilir.

El-kâri’a(tu) = Şok dalga, son vuruş. Yoldaki en büyük kaza.” Veyahut da yolun zirvesinde gördüğün imtihan, bela, musibet. Bu kelimenin etimolojisine inşallah dersin içinde gireceğim.

“Mâ-lkâri’a(tu) = Kâri’a(tu) nedir bilir misin sen?” İsmi failin müennesidir bu dişili yani öznenin dişili. “Kâri’a” ayın-la bakınız. Hemzeyle (ا) değil. “Kâri’a” yani gürültü, patırtı, insanı şok eden sınav, bela musibet. Nedir bilir misin sen o?

Vemâ edrâke mâ-lkâri’a(tu) = Nereden bileceksin ki sen ‘Kâri’a’nın ne olduğunu. “Vemâ edrâke” kalıbı geldiği zaman buradan şunu anlayacağız: idraki aşan bir şeyle karşı karşıyasınız. Evet. Nedir burada? Aslında son saat veya kıyamet veya ahiretle ilgili bir olayla karşı karşıyayız. Ahiretle ilgili olay bizim idrakimizi aşar mı? Kesin aşar. Onun için imanın konusudur. İdrakin konusu olmayan, imanın konusudur. Niye? Çünkü kuşatamazsın. Çünkü ampirik bilginin konusu değil, deneysel değildir; ahireti deneyemezsin, son saati deneyemezsin, kıymeti deneyemezsin… Bir kıyamet simülasyonu yapalım da beğenirsek devam ederiz, falan diyemezsin. Yani bir ölelim demeye benzer bu. Beğenmezsek bir daha ölmeyiz. Dolayısıyla işte bu; “Vemâ edrâke” kalıbını gördüğünüz zaman o idrak edilemezler. Peki idrak edilemezler kısmından Kur’an niye bahseder? Çünkü insan merak eder. Varlık sorusu diye sorular vardır. Ontolojik sorulardır bunlar. Nedir bunlar: Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum? Niçin varım? Evet bilinç niçin var? Canlıları da aşan bir boyut bilinç. Çünkü canlılığın son halkasındayız. Allah’ın en büyük yasalarından biri olan evrim yasasında bilince geldi… 4 milyar yıllık canlılık süreci bilince geldi. Peki benle solucan aynı mıyız? Benimle solucanın akıbeti veya benimle pervane böceği… Pervane böceğini bilir misiniz veya sineğini? Nereden bileceksiniz lamba mı kaldı piyasada. Değil mi? Pervane sineğini bilmek için gaz lambasını bilmek lazım. Gaz lambalarını. Ben çocukluğumda o döneme denk geldim. İlk gençliğim ve çocukluğum gaz lambalarının yanında çalışmakla geçti. Neydi o? Biliyorsunuz fitilli gaz lambaları olur. Pervane sineği aslında sinekten de karasinekten de küçüktür. Gelir lambanın şişesinin o kızgın ateş gibi şişesinin etrafında döner döner döner… Ondan sonra kaldırır kendini içine atar. Çısss!.. Bu surede o var!.. Bu surede o var. Anlatabiliyor muyum?.. “kelferâşi-lmebśûś = Pervane sineği gibi.” Ona pervane sineği derler. Pervane böceği derler. Onun ismi o. İşte böyle bir şey. Yani nereden bileceksiniz dediği şey idrak edemediğimiz, kuşatamadığımız, bilgimizle kapsayamadığımız bir şey. Çünkü ahiret bilgiyle kuşatılamaz. Onun için imanın konusu. Ama böyle bir şeye niye giriyor Kur’an. Çünkü böyle bir şeyin merakı sende var. Varlık sorusu, var olmalı. Varsan, varlık sorunu, sor arkadaş. Bu soruyu sormamak, bu sorunun kenarından dolanmak için insanlar kendilerini uyuşturuyorlar. Malla uyuşturuyorlar, güçle uyuşturuyorlar, iktidarla uyuşturuyorlar, uyuşturucularla, bağımlılıklarla uyuşturuyorlar, alkolle uyuşturuyorlar; sırf kendi varlık sancısını yaşamasın, kendini doğurmasın diye. Çok mu ağır oluyor? Evet ağır. Hakikat ağırdır. Onun için yüreğimize böyle lök gibi oturur. İçimize oturur. Bizi buraya getiren de odur. Benim buraya parayla mı geldiğimi zannediyorsunuz? Öyle değil. Hiç olmadı. Öyle değilse eğer sizi buraya getiren bir güç, bir saik, bir motive edici olmalı. O motivasyon, hakikate olan aşkımdır benim. “Vemâ edrâke mâ-lkâri’a(tu) = Kâri’a’nın ne olduğunu nasıl idrak edebilirsin ki?” Evet.

“Yevme yekûnu-nnâsu kelferâşi-lmebśûś” Geldi bak! O gün, hangi gün: O işte ‘kâri’a(tu)’ günü, şok vuruş günü, o facia günü, ansızın gelen o şok… “O gün var ya işte o gün insanlık” “kelferâşi-lmebśûś = Pervane böcekleri pervane sinekleri gibi olur.” Nedir pervane sineğini şeyi? Önce ateşe âşık olur. Ateşinin etrafında döner döner sonra kendini kaldırır ateşin içine atar, cıss, bitti. Bu, akıllı birinin yapacağı bir şey mi? Bu nasıl bir güdüdür? Bu nasıl bir şaşkınlıktır? Ki kendini kendi ellerinle yakarsın. Ama sinektir yapar böcektir yapar. İyi de sen böcek değilsin be insan. Sen sinek değilsin be insan. Kendini sinek yerine koyma be insan. Kendini böcek yerine koyma be insan. Hayat lambasının etrafında dönüyorsun ama gele gele ateşin içine koşuyorsun. Koşma be insan. Kendini yakma be adamım!.. Evet, bunlar amiyane tabirle meallendirmeler.

“Ve tekûnu-lcibâlu kel’ihni-lmenfûş. = Ve dağlar ne olacak?..” Cibâl: dağlar. “kel’ihni-lmenfûş = Hallaç pamuğu gibi.” “İhn” aslında pamuk. “kutn” Arapçada yine pamuk. Ama Kur’an’da “ihn” aslında atılmış pamuk, anlamına gelir. Pamuk hafiftir değil mi? Pamuğun da en hafifi “ihn”dir ihn. Dolayısıyla “kel’ihni-lmenfûş”. Yani atılmış hallaç pamuğu gibi böyle havada bile uçuşan derecede hafif bir pamuk gibi atılmış olacaklar. Yani belki filmlerde görürsünüz böyle bir şeyi. Çok yüksek bir patlamada görürsünüz böyle şeyi. Belki insanın pamuklaşması ancak atom bombasının atılması Hiroşima ve Nagazaki’deki buharlaşan insanlarla da tanımlanabilir. Düşünsenize molekül kalmıyor molekül… Atomuna indirgeniyor… Dolayısıyla işte öyle bir şey.

Fe-emmâ men śekulet mevâzînuh. = İşte o zaman kim, her kim veya her kimse” “śekulet mevâzînuh.”. Tartısı yani iyiliği kötülükten daha ağır gelirse -açılımını veriyorum- İyiliği kötülükten. Bir tartı var: İyilik ve kötülükler tartılıyor. Hele ki öyle, hele ki ağır gelen… kötülük işlemeyen değil. Böyle bir şey yok Kur’an’da. Günah işlemeyen diye bir kalıp yok Kur’an’da. Hata yapmayan diye bir kalıp yok Kur’an’da. Kötülük işlemeyen diye bir kalıp yok Kur’an’da. Çünkü insanoğlundan kötülük işlememesi değil iyiliğinin kötülüğünden daha fazla olması. Günah işlememesi değil sevabının günahından daha fazla olması isteniyor, bekleniyor. İşte “bismillahirrahmanirrahim”in buradaki göstergesi bu. Rahman: Allah nasıl rahmet sahibidir, derseniz eğer bu işte. İyiliği kötülüğünden ağır gelirse

Fehuve fî ‘îşetin râdiye(tin) = İşte o razı olunmuş bir hayata sürülecek.” Razı olunmuş bir hayat bahşedilecek. Yani kendisinin razı olduğu bir hayat. Memnun olduğu bir hayat. Hoşnut olduğu bir hayat. Sevindiği bir hayat. “Fehuve fî ‘îşetin râdiye(tin)…

“Ve emmâ men ḣaffet mevâzînuh = Kiminde günahları ağır iyilikleri hafif gelirse” Evet o tartıda, o büyük tartıda, o ilahi tartıda…

“Fe-ummuhu hâviye(tun)”, Buna dikkat edin, 9. ayete dikkat edin! “Onun annesi hâviye olacak, uçurum olacak.” Evet.

Vemâ edrâke mâ hiyeh” Yine geldi. Aynı kalıp geldi. Vemâ edrâke Sen nereden idrak edeceksin, nereden bileceksin ne olduğunu “hâviye”nin? Evet bilinmez. Yani ahirete ilişkin tüm anlatımlar zorunlu olarak mecazidir. Mecazdır. Mecaz olmak zorundadır. Kur’an’daki cennet ve cehennem anlatılarının tamamı mecazdır. Sadece senin idrak düzeyine indirmek için o kelimeler kullanılır. O kelimelere: eğer literal manasını, lafzi manasını, hakiki manasını vermeye kalkarsan çuvallarsın. Hiçbir şey bilmiyorsun demektir. Söze dair, edebiyata dair, söz sanatlarına dair, mecaza dair, istiareye dair, sembolik dile dair, hiçbir şey bilmiyorsun demektir. Bence Kur’an’da okumuyorsun demektir. Okuyamazsın bu halinle zaten. Onun için Kur’an öncelikle ebedi bir metindir.

Nârun hâmiye(tun) = Bir ateştir.” Ama bir ateştir, bildiğin ateş değil bu. Niye? Bakınız belirsiz gelmiş. Hani o İngilizcedeki “the” var ya, burada da Arapçadaki onun karşılığı “ال = el”dir. Yani belirlilik takısı. Belirlilik takısı yok. Olmadığının en tipik şeyi de… Bakınız “e-nnâru” gelirdi. O “ ال = el” olmadığı için sonu tenvinli gelmiş. “Nârun” gelmiş. O tenvin belirsizliğin alametidir. Ne demek bu? Belirsiz bir ateş. Yani aklının ermediği, şu an dünyadaki her hangi bir ateşle karşılaştıramayacağımız bir ateş demektir. “hâmiye(tun): yakıcı, çok yakıcı. Eyvallah. Bu, iç ateşi olabilir mi, vicdan ateşi olabilir mi?.. Gayet olabilir. Gayet olabilir. İnsanın yüreğinde tutuşmuş ateş olabilir mi? Gayet olabilir. Ömrünüzün en acı en acı olayı ne olurdu? Herhalde bilmiyorum bana 5 çocuğun 6 torununla birlikte aynı arabada gittiler. Hepsi de sizlere ömür oldu bir arabada gittiler haberi gelseydi. Allah kimseye yaşatmasın diyoruz da ama bu acılar da bizler için. Yaşanıyor bu dünyada bu tip acılar. Benim elime biri çakmak tutsaydı hisseder miydim? Hayır niye? İçimdeki ateş elimdeki ateşten daha fazla olduğu için. Değil mi?.. Yüreğim yanardı. Yüreğiniz yanarken eliniz hissedemezsiniz. Çünkü içinizin ateşi daha büyük ateş…

Evet değerli dostlar suremiz bu. Ben şimdi insem gitsem ne olur?.. Ben istifade ettim ya… Huzurunuzda ayetlerle muhatap olmak, çalışma odamda ayetlerle muhatap olmaktan daha farklı bir etki yapıyor. Bu da ilginç bir şey.

 

SURE BİZİM NEREMİZE HİTAP EDİYOR?

Evet, neremize?.. Bilinçli olarak sordum bu soruyu, ‘Sure bizim neremize?’ Alt beynimize mi? Limbik sisteme mi? Alt beynin bir ismi de hayvan beynidir biliyorsunuz. Evet hayvanlığımızı içinde taşıyan canlıyız. Hayvanlığımızı içimizde taşıyoruz. Yani alt beynimiz aslında şura bura yani memeli ve birazcık da omurgalı beyin sapını da katacak olursak; düşünün 150 milyon yıllık ARGE… Büyük bir ARGE alt beynimiz. Anlatabiliyor muyum? Muhteşem bir ARGE… Dolayısıyla orada 150 milyon yılın tecrübesi var. Tüm memeliler tarihinin tecrübesi. Bir parçada omurgalılar. Hatta amfibiklere kadar gider o beyin sapıyla birlikte. Sen o zaman 400 milyon yıla çıkarırsın o ARGE’nin geçmişini. Böyle bir şey. İşte oraya mı hitap ediyor? Oradan ne çıkıyor? Oradan çıkan duygular neler: Korku, evet öfke, takıntı, kaygı, ürküntü, ne istiyor bizden Kur’an?.. Korkmamızı mı istiyor? Biz köpek miyiz? Köpeği korkutursunuz. Hoşt dersiniz. Dolayısıyla bu sürenin bir simülasyonu veya bir jeneriğini yapmak istesek, bir sinema yönetmenine sipariş versek… Şimdi şu kapıdan bize bir oyun sergilese, kısa bir film… Şimdi bu kapıdan içeri bir bomba atsa işte ‘Kâri’a Suresi budur.’, dese sizde uyandırmak istediği duygu ‘Bu kapıdan atılan bombanın duygusudur.’ dese buna ‘Asla!’ derim ben. Bunu herhalde kim yapar? Selefi cihatçı örgütlerin bu sureyi anlaması böyle olurdu mesela. Anlatabiliyor muyum? Veyahut da buradan gelse kapıdan içeri ‘Cennette düğün var Muhammed-in Muhammed-in’ diye devam etse anlatabiliyor muyum? Gülüyorsunuz bak. Bu da tarikatçıların olurdu değil mi? Bu da dalga geçer gibi bir şey olurdu. Burada da anlamı yok. İkisinin ortak noktası bu. Nedir? Limbik sisteme atıyorsunuz, alt beyne atıyorsunuz. Alt beyne… Anlaşılacak bir şey yok, anlam yok içinde. Onun için alt beynimize hitap etmiyor bu. Biz köpek değiliz. Evet. Alt beynimize hitap etmiyor. Biz sarhoşta değiliz. Halüsinasyon da görmüyoruz. Esrar çekmedik. Eroin çekmedik. Kafayı yemedik. Meczup değiliz.

Peki neremize hitap ediyor?

Üst beynimize mi? Evet. Anlamın peşinde. Anlam istiyor. Anlamak istiyor bizden. Uyandırma, uyarma, uyanık olma, tedbir alma… Evet. Bütün bunlar neye karşı uyarı peki? İnsanın kendi kendisini aldatmasına karşı uyarı. ‘Ey insan kendini aldatma!’ Kendini aldatan herkesi aldatır. Kendini aldatan hiç kimseyi aldatmasa da en büyük aldatıcıdır. Niye? Sen kendini aldatmışsın. Nasıl bir aldatma bu? Hemen şimdi hemen burada ayartısına karşı. Biraz önce söyledim batıda, baya bir slogan oldu bu. Özellikle tüketim çılgınlığını yayarken anı yaşa o da bize böyle geldi ya, “Anı yaşa!”… Ne olsun? Evet, “Right here, right now.:  Hemen burada, hemen şimdi!’ Ee yarın, yarın…  Akıbetini düşünmeyen bir insan, insan olabilir mi? Tedbir almayan bir insan, insan olabilir mi? Pikniğe gidiyorsunuz tedbir alıyorsunuz. Nedir? Kibriti aldın mı? Ekmeği aldın mı? Tuzu aldın mı? Mangalı aldın mı? Köfteyi aldın mı? Yani ya pikniktir ya, piknik işte o günlük bir şey yani. Almasan ne olur? Öyle değil mi? Dolayısıyla dışarı çıkıyorsunuz kışın; hırkanı aldın mı, ceketini giydin mi, pardösünü giydin mi, mantonu giydin mi… Bakınız yanlı tedbir alıyorsunuz. Pandemi oluyor maskeni aldın mı? Bakınız, her hususta aslında bir tedbir alıyorsunuz. Trafiğe çıkıyorsunuz tedbir alıyorsunuz efendim. Bir sürü tedbir alıyorsunuz. Frene basmak bile bir tedbir. Bakınız, selektör yapmak tedbir. Öyle değil mi?.. Sinyal vermek bir tedbir. Vesaire. Günlük anlık tedbirler bile alıyorsunuz. Ya önünüzde koca bir ömür ve o ömrün devamı bir başka ömür. Tedbir olmasın mı? Evet…

Amaç ne? İnsanı, daha iyi insan etmek!.. Hepsi bu, amaç bu. Bütün ayetlerin, bütün öğütlerin, bütün surelerin… Anı yaşamı felsefesi nasıl bir şey yani?.. Ne yapayım anı? Anı yaşayayım da ne yapayım? Aklıma geleni mi yapayım? Aklına geleni yapan, nasıl insan olur? Yani aklına geleni söyleyen bir ağız insan ağızı değildir. Kulağına her değene inan kulak, insan kulağı değildir. Öyle değil mi? Diline her geleni söyleyen bir dil, insan dili değildir. Dolayısıyla  görüyorsunuz, bizi insan eden aklımız, mantığımız…

Evet, tedbir almak için tedebbür etmek şarttır demiştim geçtim onu.  Tefekkür, tezekkür, tedebbür, te’akkul, tefakkuh, üzerinde de durmuştum.

 

KÂRİ’A

Karia kelimesi çok ilginç. Yolla ilgili etimolojisine baktım ben. Evet Ahmed el-Ferâhîdî’nin “Kitabû’l -Ayn”ı, Arap dilinin ilk lügatıdır. Evet, İbn. Düreyd’in Cemhera’sı efendim ve tabi Ebû Hilâl el-Askerî’nin o muhteşem etimoloji lügatı. Bütün bunlara baktığımda, bu kelime yolla ilgili:

Yolun en tehlikeli tarafı, yolun uçurum olan, en zirve tarafı. Mesela bin adım da atasanız aşağı yüzlerce metre aşağı yuvarlanacaksınız veya çölde bir yol düşünün tepenin üstünde öyle basıyorsunuz ayağınız kuma gömülüyor çünkü çölde tepeler yürür, kum tepeleri yürür, rüzgârda kum tepeleri günde birkaç metre yürürler. Bugün gördüğünüz tepeyi iki ay sonra yerinde bulamazsınız mesela dolayısıyla çöl yolcusunu düşünün işte orada öyle bir yere basıyorsunuz ki kum sizi yutacak, cehennem oluyor o yol sizin için. Yani böyle, böyle bir şey düşünün…

İnişte 22. sure bu sure… Evet, 22. Sureye gelmişiz. Kureyş: ekonomi insanı suresiyle ilişkisi var, nedir? Hani Kureyş Suresi’nde “Li-îlâfi kurayş(in) Îlâfihim rihlete-şşitâ-i ve-ssayf” Geçen ders ele almıştık Kureyş Suresi’ni. İşte o surede ‘Homoekonomikus’ demiştim, ekonomi insani. Ekonomi insanına hitap ediyor demiştim yani ‘Ey ekonomi insanı, helak olacaksın!” O insanla şimdi bu surenin verdiği mesajı şey yapın. Yani kendisini sadece ve sadece almak ve satmak için yaşayan, sadece maddi kazanç için yaşayan bir tip düşünün bu tipe hitap ettiğini düşünün!.. Evet, o zaman anlayacaksınız.

Yolun en tehlikeli yeri: depremin parçaladığı yol, facia, kaza yeri son saat efendim her, tüm manaları içinde barındırır. Tehdit mi, korkutma mı, sindirme mi, yıldırma mı?..

Hiçbiri değil: Uyarma, uyandırma; Hesabı verilecek bir hayat yaşa, dersi. Evet, ahirete iman etmenin bir numaralı, bir numaralı amacı nedir? Hesabı verilebilecek bir hayat yaşa. Budur hesabı verilebilecek bir hayat yaşa… Allah korkusu…

 

ALLAH KORKU İLAHI MIDIR?

“Allah yakar”, “Allah taş eder” zihniyeti nereden kaynaklanıyor? Biz bunlarla büyüdük. Bakınız… Bu bir işe yaradı mı? Doğu toplumlarına, Müslüman şark toplumlarına bakın Allah’la korkutmanın hiçbir işe yaramadığını gördük. Hiçbir işe yaramadığını toplumda görürsünüz. Niye? Allah’a inanıyor ama Allah yokmuş gibi yaşıyor. “Bazıları da vardır: Allah’a inanmazlar ama Allah varmış gibi yaşarlar.” Bu Ali Nesin’in  sözüydü biliyor musunuz? Evet, birçokları Allah’a inandığını söylüyor ama Allah yokmuş gibi yaşıyor. Ben Allah’a inanmıyorum ama Allah varmış gibi yaşıyorum… nasıl bir şey bu, nasıl bir şey bu? Evet biz kendimizden olamayanı insan yerine koymayız biliyor musunuz? Biz kendimizden olmayana ahlaki davranma zorunluluğu hissetmeyiz biliyor musunuz? Biz kendimizden olmayanın hakkını yemeyi, anamızın hakkı gibi görürüz biliyor musunuz? Biz kendimizden olmayana iftira etmeyi, onun hukukunu çiğnemeyi, onun malına çökmeyi bir marifet zanneder hatta sevap getirecek bir şey zannederiz biliyor musunuz? Kim biz böyle etti? Kim bizi böyle etti?.. Evet…

Geleneksel din algısının korkma güdüsüne bağlılığı nerden kaynaklanıyor? Bu algıya göre Kur’an “Korkma!” diyerek başlamalıydı değil mi? Korkma!.. Hayır, neyle başladı? Oku! Ne kadar farklı değil mi? İkra ile başlamakla, ‘Lâ tehaf’ korkma ile başlamak ne kadar farklı değil mi? Ama korkma ile başlamayan bir kitabınız var. “Oku!” nasıl “Kork!” emrine dönüştü peki? İkisi arasındaki o büyük farkı ne yapmalı?

Korku, erdem ve takva zıtlığını dikkatiniz çekti mi hiç? Korkan aslında bir şeyi yapmadığı, yapmaması korkuya dayalıysa, korktuğu için yapmıyorsa bu insanın erdemliliğine delalet etmez. Niye? Korkmadığı zaman yapacak demektir. Anlatabiliyor muyum? Buna erdem denmez ki dostlar. Korkmadığı zaman yapacaksa buna erdem denmez ki. Onun için insanla hayvan arasındaki fark bu, hayvanı korkuttuğunuz için yapmaz ama insan öyle mi ya? O doğru değil diye yapmamalı, bunu yapmam doğru değil diye yapmamalı o zaman erdemdir.

 

KORKU DİNİ, KORKUT DİNDARLIĞI

Ruhbanların din esnafının dini, korku-korkut dinidir. Korkutma meşrulaşmakta, hatta kutsanmaktadır. Korku dininde evet korkutma meşrulaşmaktadır. Onunun için bakınız din adamları esnafına, ruhban esnafına… Yani bu imam olur, papaz olur, haham olur efendim rahip olur, şu olur bu olur hiç fark etmez. Nedir: daima ve daima tahakküm. Dindarın dinini başında balyoza çevirmek, onun tepesine vurmak sürekli, sürekli tepesine… Niye böyle? Tepesine vurmak esasında kendisinin tanrı yerine koymak, onun Allah’ı olmaya kalkmak. O zaman da bakıyorsunuz her türlü ahlaksızlığı yapmayı kendilerine yakıştırıyorlar ama başkalarına da iyi şeyler söylüyorlar ama söyledikleri güzellikleri kendileri yapmıyorlar. “Lime tekûlûne mâ lâ tef’alûn.” Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz? Niçin söylüyorsunuz da yapmıyorsunuz? “Kebura makten ‘inda(A)llâhi en tekûlû mâ lâ tef’alûn = Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah nezdinde çok büyük bir vebaldir.” diyen ayete selam olsun. Evet…

Haçlı seferleri, din savaşları, kutsal terör, cihadizm… Cihad’ın bununla bir alakası yok. Cihat bu değil, cihat aslında nedir biliyor musunuz? İnsanların arasındaki engelleri kaldırmak için var gücünü harcamak, bir insanın yüreğini daha güzelleştirmek, bir insanı çöktüğü çukurdan çekip çıkarmak çabası, çaba demek zaten. Cehd-içtihat aynı kökten gelir, gayret.

 

“BEŞİR VE NEZİR” YERİNİ

“HAVF VE REC” NASIL ALDI?

Değil mi? Duymuşsunuzdur, çok duydunuz: Beyne’l-havfi ve-rrecâ”. Nedir? Korku ile umut arasında. Bu kimin sloganı? Bu, tasavvufçuların sloganı, mistiklerin sloganı, korku ile umut arasında… Peki Kur’an’da siz bu sloganı hiç duydunuz mu? Buna yakın bir şey duydunuz mu?.. Hiç duymazsınız. Peki Kur’an da ne var? Kur’an da ne var? Beşir ve nezir var. Eyvallah. Hem de peygamberin sıfatıdır bu ikisi bu biliyor musunuz? Beşir, ne demek? Müjdeleyici. Nezir ne demek? Uyarıcı. Müjde ve uyarı arasında korku değil müjde ve uyarı arasında ikisi çok farklı şeyler biliyor musunuz? Yani korkutma ayrı şey, uyarı ayrı şey… Eyvallah… Kuran’ın formülü farklı demiştim.

 

GAYB VE GELECEKTEN HABER VERMEK

Gayb: insan idrakini aşan, hakikat. Evet, gayb bu. Kur’an’da gayb-dan söz eder “lâ y’alemu’l-ğaybe illallah = gaybı Allah’tan başka bilmez” denilir. Peki gayb nedir? İnsan idrakini aşan hakikat. Ahiret, bir ğaybtır, cennet bir gaybtır, Allah’ın zatı bir gaybtır. Anlatabiliyor muyum? Evet görüyorsunuz biz bunlara ne yaparız? İman ederiz iman. Niye? Çünkü: elle dokunamayız, koklayamayız, göremeyiz. Ampirik, bilgiyle yaklaşamayız yani deneysel bilginin konusu değildir bunlar, laboratuvara alamayız, tahlil edemeyiz o zaman nedir? Geriye iman kaldı gayb işte öyle bir şey. Çünkü gaybı Allah bilir.

Son saat, kıyamet, ahirete ilişkin dil, sembolik ve mecazi olmak zorundadır. Sembolik dille anlatılır bunlar. Onun için Kur’an’da gördüğünüz cennet ve cehennem ile ilgili gördüğünüz tüm diller semboliktir, dramaturgi-dir, Sembolik dildir. “kelferâşi-lmebśûś” Burada da var gördünüz, nedir bu? Kelebekler gibi, pervane böceği gibi diyor değil mi? “kel’ihni-lmenfûş” Hallaç pamuğu gibi diyor değil mi? “śekulet mevâzînuh” O da, o da var bakınız yani kimin tartısı, terazisi ağır gelirse. E terazi… Şimdi aklınıza hemen iki kefeli terazi veya dijital terazi mi gelecek? Veya kantar mı gelecek?  Değil tabi ki eyvallah. “ḣaffet mevâzînuh” “Fe-ummuhu hâviye(tun)” onun annesi cehennemdir, uçurumdur. Buradaki uçurum ne sizin bildiğiniz uçurum, anne ne bildiğiniz anne. “Nârun hâmiye(tun)” buradaki ateş ne bildiğiniz ateş ne yakıcılık bildiğiniz yakıcılık. Dolayısıyla buradaki tasvirler zorunlu olarak mecazidir. Ayetteki “Vemâ edrâke mâ hiyeh” evet, buna ne demeli? Yani ‘onun mahiyetini ne bileceksin sen?’ Ne bileceksin? İşte bu gayb olan, ahireti bilgiyle kuşatamayız budur.

Falan üstat kıyametin vaktini hesaplamış, şarlatanlık yapmış. Hiç kimsenin ağzının payı değil. Onu nerdeyse kendimden bile gizleyecektim ayeti var biliyor musunuz? Gayb üzerine zar atanlar, spekülasyon yapanlar, tezgâh açanlar haddinizi aşıyorsunuz, haddinizi aşıyorsunuz. Şarlatan ve sahtekâr sözlüğü keşif ilmi, keramet ilmi, ledûn ilmi bu da o sözlükten işte, eyvallah.

 

KUR’AN’DAKİ SON SAAT VE KIYAMET SAHNELERİ

Şiddetli ve dehşetlidir. Evet Kur’an’daki tüm kıyamet sahneleri alt alta dizildiğinde bunların ortak üslupları özellikleri vardır. Bu özellikleri ben deniz sırlamaya çalıştım:

  1. Şiddetli ve dehşetlidir (inşikâk, gaşiye, vâkı’a, nebeun azim, sayha, zelzele…) bunlardan işte.
  2. Hassas ve dakiktir. (mi’skale zerratin, hebâen munbessen, ihni’l-menfûş, feraşil mebsus/ pervane sinekleri gibi vs.)
  3. Genellikle belirsiz gelir. Evet genellikle belirsiz gelir.
  4. Eylem özneye bina edilmez. Ya meçhul (hukkat, zülzilet, küvvirat, süyyirat) ya da öznesi belirsiz mutavaat (infeterat, inşakkat, ikterabat). Yani hepsinde de özne yok, fail yok, özne yok yani parçalandı, döküldü, kırıldı, sallandı, titredi, infilak etti, patladı… Bakınız, hep parçalandı kim parçaladı? Yok, parçalayan da yok ama parçalandı. Niye böyle? Döküldü=küvvirat; dürüldü, düren yok onu sorma, onu sorma… Ne olduğunu söylüyor Kur’an -Yani niye olduğunu biraz sonra geçeceğim bunu-.

 

BUNLARDAN ÇIKAN SONUÇ

Ahiret için belirsizlik: idrak edilemez, akıl ermez, ön görülemez, dünyaya benzemez demektir. Evet onun için bu kalıplar kullanılmış. Meçhul kalıbı, özne-siz kalıp.

Son saat: olaylar kendi iç dinamiği ile gerçekleşir, doğa yasalarına uygun olarak gerçekleşir. Evet Allah’ın koyduğu Sünnetullah’a, tabiat yasalarına uygun olarak gerçekleşir

Ve kıyametin alameti:  bina zina safsataları geçelim değil mi? Efendim bina çoğaldı, zina çoğaldı falan filan… Onun için mi memleketi betona gömdük? Kıyametin alameti olsun diye mi? Yani hem buna inanıyorsunuz hem de yapıyorsunuz ne diyeyim ben şimdi? Müteahhitler kızmasın bana. Olmaz, “ansızın=bağteten” gelecek. Niye? Ansızın gelenin alameti mi olur güzel insanlar? Ansızın gelecek diyor. ‘Bağteten’ ansızın gelecek olanın alameti olur mu? Yani ansızın gelecek diyorsunuz, taa oradan haber yolluyor geliyorum, diye. Olur mu? Dolayısıyla kıyamet alametleri bahsi, gerçekten de kıyamet alametidir. Olmamalıydı, uydurulmamalıydı böyle bir bahis. Eğer Kur’an’ı, Kur’an’ı birazcık dikkate alsalardı böyle bir bahis uydurmazlardı.

“Kim yaptı, nasıl yaptı, ne zaman yaptı gibi sorulara değil, alacağın derse odaklan. Onun için bu kalıpları da geliyor. Yani kim yaptı buna odaklanma. Ne zaman? Buna odaklanma. ‘Hani ne zaman?” diye sormuş ya Allah Rasulü’ne. Peki Allah Rasulü ne cevap vermiş? Kıyametin vakti ne zaman?  “mâ ‘adette lehâ= ne hazırladın?” Ne hazırladın? Ne kadar güzel cevap ya, ne kadar harika cevap. Yani ne zaman olduğunu niye merak ettin ki? Ne hazırladın, sen ona bak, eyvallah.

 

ENTROPİ YASASININ KUR’AN’DAKİ ADI: ES-SAAH / SON SAAT (KIYAMET)

Evet kâinatın yasalarını koyan Kur’an’ı indirenle aynı zatsa eğer ki biz buna inanıyoruz o zaman “entropi yasası”nı koyanda odur.

Entropi yasası nedir? Tüm varlığın düzenlilikten düzensizliğe geçişi. Evet yani varlığın düzeni bozuluyor. Düzenlilikten düzensizliğe doğru bir geçiş var. Kainattaki tüm her şeyi kapsıyor bu, sadece  canlıları kapsamıyor. Mesela bakınız biz canlılar sınıfına giriyoruz, biz canlılar sınıfında olduğumuz halde dünkü bedenimiz değil, bugünkü bedenimiz … bedenimizde her an binlerce yüz binlerce hücre ölüyor, yüz binlerce yeni hücre oluşuyor, deveran ediyor. Şu gördüğünüz insanın yüzündeki gördüğünüz derinin hiçbir parçası altı ay önceki parçası değil. Altı ayda bir yenileniyor. Anlatabiliyor muyum? Yani iç organlarınıza mesela insan ciğeri çok ilginç. Çok çabuk yenilenir. İnsan midesi çok çabuk yenilenen bir organdır mesela. Dolayısıyla yani biz aslında durmuyoruz. Entropi yani düzenlilikten düzensize geçiş. Hatta hücrelerimizde “Telomer” diye bir biyolojik saat var, “Telomer”. Telomer biyolojik saatimiz işliyor, anlatabiliyor muyum? O saat tık tık tık diye işliyor. Mesela bir organ nakli yapılacak diyelim, bir böbrek nakli yapılacak. Böbreğini aldığınız insanın yaşı diyelim ki elli. Elli yaşındaki bir insandan aldığınız böbreğin yaşı ellidir. Anlatabiliyor muyum? Çünkü onun hücresindeki saatte işliyor. Telomer orda da işliyor. Dolayısıyla bu anlamda sizi oluşturan her parçanın saati işliyor. bunu bilmeniz lazım. Yani varlıkta da düzensizliğe doğru geçiş var büyük patlamayla başladı diyorlar astrofizikçiler artık bu sabit bu bir teori değil, bu bir hakikat, bu bir yasa. Büyük patlama ile başladı kâinatın… Nereden bildiler bunu? Hubble teleskopuyla. Neyi yakaladılar? Kozmik arka plan fon ışıması diyorlar; siz bu ışımayı gördünüz. Tüplü televizyon, siyah beyaz tüplü televizyon zamanına ulaşanlar var değil mi aranızda? Hani o televizyonu kapanınca karlama dediğiniz bir olay var ya karıncalanma o karıncalanma da, ekranda gördüğünüz o seste, o görüntüler de kainatın on üç virgül sekiz milyar yıl önceki ilk patlamadan bugüne kalan fosil ışınlardır. Allah-u Ekber!.. Belgesini bırakmış. Bunu keşfettiler. Bunu keşfettiklerinde işte kâinatın yaşını hesapladılar. Anlatabiliyor muyum? Çünkü bu ışınların bozulma yaşı da var dolayısıyla onun kendine has bir hesabı var. Bunu yaptılar ve kâinatın yaşını hesapladılar. Giderek de daha dakik bir yaş hesaplamasına doğru gidiyoruz, onun için eskiden on üç virgül yedi yüz milyon yıl yaşında derlerdi şimdi on üç virgül sekiz, on üç milyar sekiz yüz milyona yakın bir yaş, bu. Orada başladı bir noktacıktan, bir tekillikten ve büyüme devam ediyor. Şu an da kainatın bir ucu ile bir ucu arasındaki mesafe doksan üç milyar ışık yılı. İyi, dedin ki Allah’ın Mustafa kulu, on üç milyar sekiz yüz milyon yaşında kainat, peki doksan üç milyar ışık yılı nasıl olur? On üç milyar, doksan üç milyar… Nasıl?.. Çünkü genişliyor. İlginç olan ne biliyor musunuz? Bu genişlemenin giderek hızlandığını tespit etti astrofizikçiler. Ve işte buradan yola çıkarak karanlık enerji diye bir enerjinin varlığını var saydılar, zaten belli değil çünkü karanlık diye onu için diyorlar. Ne bu? Ama bir şey kainatın genişlemişini hızlandırıyor, işte buyur “Entropi Yasası”na hepsi tabii mikrodan makroya.

Termodinamiğin birinci yasasını biliyorsunuz değil mi? “E=mc² (Enerji eşittir emce kare)” nedir bu? Enerjinin sakınımı, enerjinin korunumu yasası diye biliniyor. Yani enerji daima kâinata döner; madde enerjiye, enerji maddeye… Onun için her katı madde içinde enerji taşır. Dolayısıyla potansiyel bir enerjidir, potansiyel bir enerji kaynağıdır bu. İkinci yasası da budur, bu bir yasa, termodinamiğin ikinci yasası, “Entropi Yasası”. Entropi Yasası, ölümümüzü de içine kapsıyor. Onun için ölmek zorundayız dostlar, bu yasa gereği! Çünkü sadece canlılar ölmeyecek, canlılar ölümlü değil, cansızlar da ölmek zorunda. En uzun ömürlü kâinatta nedir? diye sormuşlar bilim adamları. Cevabı şu; En uzun ömürlü: Protondur -atomun çekirdeğindeki en kararlı yapı-, Proton. Nedir: Nötron, proton, elektron atomu oluşturan unsurlar, parçacıklar. Proton biliyorsunuz atomların sayısı Mendeleyev cetvelinde, proton sayısına göre verilir yani proton atomun çekirdeğindeki ana yapıcı… Proton-un ömrü bile var biliyor musunuz? O bile yok olacak. Yani, nerde peki? “Kullu men ‘aleyhâ fân Ve yebkâ vechu rabbike żû-lcelâli vel-ikrâm = Her şey fanidir baki kalacak olan rabbinin zatıdır celal ve ikram sahibi olan rabbin. “kullu şey-in hâlikun illâ vecheh” Kasas 88. Çok ilginç tabii ki Kur’an bir astrofizik kitabı değil ama bu ayetler de bize bir şey söylüyor, yani tam buna denk geliyor. “kullu şey in hâlikun illa vecheh = Onun zatı hariç her şey helak olacaktır.” Evet…

 

KIYAMET ÇEŞİTLERİ

Makro kıyamet: Evrenin kıyameti, onu geçiyoruz. Evrenin bir sonu var dostlar başı olduğu gibi bir sonu da var. Dolayısıyla …

Galaktik  kıyamet: Galaksinin kıyameti. Bizim içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinin.

Solar kıyamet: Güneşimizin kıyameti, güneşimizin şuan da taşıdığı yakıt, yaklaşık beş milyar yıllık. Ama bu yakıtı tüketiyor dolayısıyla bir gün bitecek, bir gün güneşimiz sönecek ve sönmeye yakın kırmızı dev olacak genişleyecek, genişleyecek ve dünyanın içinde bulunduğu kuşağı da aşacak bu genişleme etrafındaki her şeyi yutacak, çünkü şuan da bile güneşimiz gibi yıldızların ölümüne şahit oluyor astrofizikçiler. Evet, solar kıyamet…

 

İNSANOĞLUNU TEHDİT EDEN KOZMİK KIYAMETLER

Nötron yıldızların çarpışması: Geçen sene böyle bir çarpışmayı bilim adamları izlediler biliyor musunuz? Nötron yıldızlarının çarpışması kadar dünya da pardon evrende her halde daha dramatik daha dehşetli bir olay yoktur. Nedir bu? İki nötron yıldızı. Nötron yıldızı nedir? Aslında güneşimizin yüzlerce, binlerce katı büyüklüğünde iki yıldız içine çökmüş. Çünkü güneşimiz nötron yıldızı olamıyor. Niye? Büyüklüğü kifayet etmiyor. Beyaz cüce olacak o  ancak. Ama o yıldızlar güneşimizin  binlerce katı büyüklüğünde, ömürleri dolmuş ve öyle bir füzyon yaşamışlar ki çekirdek çöküntüsüne uğramışlar ki bir kahve kaşığı, kırk bin ton geliyor. Kırk bin ton… Çünkü atomların arasındaki boşluklar kapanmış. Atomlar içine çökmüş anlatabiliyor muyum? İşte böyle iki yıldızın bitmiş hali birbirine çarpacak. Ancak  zaten o zaman altın imal edilebiliyor, biliyor musunuz? Yetmiş dokuz tane proton, bir çekirdeğin içine ancak o zaman giriyor. Bizden önceki birinci nesil yıldızların kalıntısıdır gördüğünüz her gram altın. İkinci nesil biz, bizim yıldızımız onun için güneşimiz de bile. Güneşimiz bir reaktördür aynı zamanda element imal ediyor, dokuza yakın element imal ediyor ama altın imal edemiyor yani çok mu şey geldi? Efendim ya birazınız ilgilensin yeter, birazınız uyuyabilir anlamına gelmiyor arkadaşlar lütfen, yapmayın emeğime etmeyin, emeğime kıymayın anlamında kullandım, eyvallah. Nötron yıldızları çarpışması öyle bir şey.

Güneş  rüzgarları-plazma serpintileri: 2025 de bekliyoruz Allah korusun!.. 19. Yüzyılda böyle bir olay yaşandı. Elektrik santrallerinin ilk kurulduğu dönemdi yine efendim telgrafın ilk kullanıldığı dönemdi ve dünyadaki telgraf ve elektrik santralleri durdu. O zaman elektronik yoktu dünyada ama 2025 yılında beklenen güneş plazma atımı neye sebep olacak bilmiyoruz. Evet çok dramatik sonuçları olabilir çünkü şu anda şehirlerin su sistemi bile elektronik sistemle çalışıyor anlatabiliyor muyum? Evet, sınayacağız yani elektronik medeniyeti sınayacak güneşimiz. Dolayısıyla ne göreceğiz bilmiyoruz. Böyle bir felakette var. Kuyruklu yıldız ve Göktaşı felaketleri: Dünyayı her an bekleyen bir felaket bu. Kuiper Kuşağı diye bir kuşak var dünyanın dışında,  bu kuşakta: binlerce, on binlerce göktaşı var bu kuşakta; oradan bazıları kaçıyor böyle, kaçaklar var. kaçaklar dünyamızı sıyırıyor geçiyor, bazen geliyor bazen de çarpıyor ne zamanki gibi? 66 milyar yıl önce tüm dinozorları yok eden Yucatan Göktaşı-nın çarpışı gibi. Ben gittim oraya, gördüm. Gerçekten de ilginç bir ayettir o. On kilometre çapında bir göktaşı geldi yeryüzündeki tüm dinozorları yok etti. Yeryüzü onlarca yıl hatta bin yıl derler, güneş yüzü görmedi düşünebiliyor musunuz? Onun için böyle bir felaket yaşadı. Bundan sonra ne zaman yaşar bilmiyoruz ama böyle bir felaket ihtimali hep var alın size bir kıyamet. Bir başka…

Süper yanardağı patlamaları olur mu? Olmuş ya, onu da gittim gördüm nerede? Sumatra adasında gördüm. Efendim. Toba Gölü Yanardağı diye meşhurdur bu dağ. Bu dağ ne zaman patladı? 86 bin yıl önce patladı. 100.000 yılda bir olduğunu söylüyor bilim adamları. Evet, yeryüzü doluyor doluyor içi strese giriyor ve birden patlıyor, çıldırıyor. Ve işte o zaman da 9 yıl yeryüzüne güneş doğmadığı söylenir. Anlatabiliyor muyum? Böyle bir şey. Bu da bir kıyamet.

Süper depremler ve tsunamiler, 9 ve 10’un üzeri depremler ve tsunamiler. Bu da bir kıyamet, bir senaryo. İnsanoğlu eliyle gerçekleşecek kıyametler de var. Bunlar: kozmik kıyametler ya da yeryüzü. Ama bir de…

 

İNSANIN ELİYLE GERÇEKLEŞECEK KIYAMETLER

¬ Küresel ısınma ve iklim felaketi: İşte buzullar eriyor. Elimizle gelen, göz göre göre gelen bir kıyamet var, biliyor musunuz?

¬ Küresel çevre kirliliği: atıklar, kirlenme. Evet bu kıyametler elimizle geliyor, elimizle de durdurabiliriz istersek. Eğer tabi adam olursak. Adam olmazsak mı? Şimdiden şarkısı bile yapıldı. 2050 yılındaki çocuklar elma göremeyebilir diyorlar. Ne diyorsunuz? Bundan 3-4 ders önce işlemiştim, değil mi? Yeryüzünde topraktaki canlıların bazı bölgelerde %85 azaldığını solucanların azaldığını ve uçan zar kanatlı böceklerin %65 azaldığını. Tozlanma döllenme, tozlanma ile oluyor. Bu canlılar tozluyor canlıları, bitkileri, ağaçları. Bu canlılar yok olursa Einstein mı söylemişti onu “Eğer yeryüzünden arıların soyu kesilirse insanlık dört yıl anca yaşar.”… Ne diyorsunuz? Evet Allah, diyorsunuz. Allah, diyorsunuz ama Allah’ın dediğini yapmıyorsunuz. “Zahera-lfesâdu fî-lberri velbahri bimâ kesebet eydî-nnâsi” ayette bakın ayete. Bu ayet müthiş ya… Mucize bir ayet bu… “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden sularda ve karalarda fesat çıktı” diyor. Bitti. Eyvallah. Küresel çevre kirliliği; atıklar, kirlenme.

Savaşlar, nükleer felaket: savaş ya da santral patlamaları. Nükleer savaş tehditleri nedir? İnsanoğlunun kendi elleriyle kendini yok etme aşkı nedir Allah aşkına? Daha burnumuzun dibinde bir savaş daha devam ediyor bitmedi de. Yani bir manyağın, bir delinin kafası bozuldu ve düğmeye bastı. Nükleer felaket. Ne olur?.. 86’da Çernobil patladı ve Karadeniz’de kanser patladı. Değil mi? Kaç can kaybedildi. Neler gitti. Ya… Volkan Konak’ın o şarkısını unutmuyorsunuz değil mi? Ya neydi ismi? “Cerrahpaşa.” Ya… O bir acı aslında. O bir acının belgesi. Dönemin bakanı da çıktı ne demişti Cahit Aral mıydı efendim “dinsizdir çayda radyasyon var diyen.” Vay anam vay. Kendi de kanserden ölmüş herhalde. Evet.

Pandemiler ve küresel salgınlar: Bu da bekleyen bir kıyamet. Küresel açlık, susuzluk ve yoksulluk. Bu da ellerimizle gelen bir kıyamet.

 

ÜLKEMİZİN KIYAMETLERİ

Göz göre göre betondan bir tabuta gömülen cennet gibi bir ülke. Bu da bir ellerimizle gelen kıyamet.

Gelir dağılımının yol açacağı muhtemel sosyal kıyamet. Alın buyurun. Bu ülkede yoksulluk vardı ama açlık yoktu. Şimdi açlık da var dostlar. Ne olursunuz paylaşalım paylaşalım paylaşalım. Başka çaresi yok. Paylaşma imtihanını vereceğimiz günlerden geçiyoruz.

Kontrolsüz göç dalgalarının göz göre göre yaklaşan kıyameti. Alın bu da ellerimizle gelen bir kıyamet.

İnsanımızın kahreden kayıtsızlığı. Marmara’da müsilaj mesela.

Yönetim zafiyeti: Geçen yılki orman yangınları ve kıyı yağması. Bu da ellerimizle yaptığımız bir kıyamet.

Sosyal barışı ve güveni yerle bir eden siyasal, ekonomik ve sosyal kutuplaşma. Bu da ellerimizle gelen bir kıyamet.

Yoksulluğun açlığa, açlığın felakete dönüşme tehlikesi. Bu da ellerimizle gelen bir kıyamet. Bir de…

BİREYSEL KIYAMETLER

Bireysel kıyametler var. Kibir, bencillik ve şark kurnazlığımızın doğurduğu nur topu nifak. Bu bir bireysel kıyamet değil mi dostlar? Yani kibir bir bireysel kıyamet değil mi, bencillik bir bireysel kıyamet değil mi? Yani hep bana diyen, hep ben diyen ve sadece kendini gözeten insanlar da aramızda dolaşan kıyametler değil mi?

Marazi açgözlülüğümüz. Güç, tahakküm, ideolojik, dinsel, cinsel, sınıfsal açlık. Bu da aslında bireysel bir kıyamet değil mi?

Farklılıklara tahammülsüzlük ve bin bir türlü faşizm. Bu da bir kıyamet değil mi dostlar? Yani senden olmayanı ezme, senden olmayanı… Seni sevmeyen ölsün!.. İçimizde daima hain yaratma aşkı. Bu da bir kıyamet değil mi?

Akıl, irade, vicdan ve bilinç kıyametimize ne olacak? Düşünmeyen, akletmeyen, kafasını kullanmayan insanlar, aslında aramızda dolaşan iki ayaklı kıyametler değil mi? Sebep-sonuç ilişkisi kuramıyor. Yaptığının sonuçlarını göremiyor mesela. Öyle bir şey yapıyor ki göktaşı gibi ya, aranızda. Allah aşkına Maltepe’de oturuyorduk galiba. Bu nasıl oldu diyorum üst geçitten geçen araba alttaki arabanın üstüne inmiş. İnsanın gülesi geliyor da yalnız ağlanacak bir şey. Alttaki yerçekimi… Yerçekimi de mübarek yani nasıl ettin de o arabayı alttaki arabanın üstüne ya sen milimetrik hesaplasan… yapma, olmaz böyle bir şey!.. Alttakilerin suçu ne? Üç kişi gitti. Suçu ne? Hangi günahından dolayı öldü bu insanlar? Evet. Akıl, irade, vicdan dediğim şey. Yani sonuçlarını hesaplayamama sebep-sonuç ilişkisi kuramama. Ya ben burada sorumsuz davranırsam, hız yaparsam böyle bir yolda hız yaparsam Allah etmesin bir başkasının canına mal olabilir, diye düşünememe.

Kula kulluk etme ve putsuz yapamama tutkumuz. Bu da bir bireysel kıyamet.

Ve hepimizi bekleyen kıyamet var biliyor musunuz? Ölüm. Dostlar öleceğiz. İnşallah. İnşallah demezseniz de öleceğiz. İnşallah demesiniz. “neuzu billah” deseniz gene öleceğiz. Ama dostlar şu hayatta… Hayat güzel bir şey, hayat bize verilmiş çok büyük bir nimet. Yaşıyoruz yaşarken Allah’ınızın aşkına sağlıklı yaşayalım. Kaliteli. Konforlu değil bakınız. Ama kaliteli bir hayat yaşayalım. Öyle değil mi? Başkasına eziyet vermeyelim, başkasının ölümüne sebep olmayalım, başkasının üzülmesine acısına sebep olmayalım, başkalarına felaket olmayalım, kendi saadetimizi başkalarının felaketi üzerine kurmayalım. Değil mi?.. Güzel yaşayalım dostlar!.. İyi yaşayalım, kaç kuruşluk ömrümüz varsa ama iyi yaşayalım etrafımıza ışık olalım, sevinç olalım. Evet hepimizi bekleyen bir ölüm kıyameti var.

 

ELİMİZLE YOL AÇTIĞIMIZ KIYAMETLERİ DURDURMAK, ELİMİZDE

Tedbir nedir? Tedebbür/tefekkür, tedbirin rahmidir işte. Evet. Tefekkür yani düşünme, derin düşünme, sonuçlarını hesap etme, sebep-sonuç ilişkisi kurma. Budur tedbirin rahmidir.

Surede iki kez geçen “tartı/terazi” nedir peki? İşte budur dostlar. Tartı, terazi: akıl terazisi. Sizin için şu anda terazi o. Akıl terazisi… Akıl terazinize koyacaksınız bir eylemi, bu eylem iyi eylem mi kötü eylem mi? Kötüyse yapmayacağız dostum. Surede iki kez geçen bu.

Doğal yasalar: fıtrat, akıl, irade, vicdan, ahlak, adalet, kanun, ilim, bilim, tecrübe… Bütün bunlar. Bütün bunlar gerçekten de bizim tedebbür, te’akkul, tefekkür içerisine dahil ettiğimiz şeyler.

Hakka riayet: çalmamak, zulmetmemek, paylaşmak, tahakküm etmemek… Bunlar Mümin olmanın değil insan olmanın gereği. İnsan olmanın!.. Ve yanıltamayacağınız bir terazi daha var dostlar. O terazi kimin terazisi:

Hesap günü terazisi. Hesabı verilebilir bir hayat yaşamak.

Fe-ummuhu haviye(tun). Ve mâ edrâke mâ hiyeh.” “Fe ummuhu haviye(tun) ” “Onun annesi uçurum olacak” diyor değil mi? “Ve mâ edrâke mâ hiyeh.” “Onun mahiyetini bilir misin, nedir o?” Özünde nedir o acaba bilir misin? “Nârun hâmiye(tun).” “Özge bir ateştir.” Yani asla dünyadaki hiçbir ateşe benzemeyen bir ateş, yakıcı bir ateş. Gelelim.

 

ATEŞE, BİR ÇOCUĞUN ANASINA KOŞUŞU GİBİ KOŞMAK

Bakınız bu meali verirken o kadar o kadar çok araştırma yaptım ki herhangi bir tefsirde görmedim, mealde görmedim ve bunun dışında bir meal de içime yatmadı, mealimi hazırlarken. Evet.

Ateş, ananızı ağlatacak” değil, “Ateş, kendine koştuğunuz ana kucağı olacak.” Yani: insan öyle aptallıklar yapar ki, kendini yakacak ateşin kollarına koşar. İnsan, insan böyle bir varlık. Kendini yakan ateşin kollarına ananın kollarına koşar gibi koşulur mu ya!?. İşte koşuyoruz. Biz insanlar, koşuyoruz. Ateşi ana kucağı sanacak kadar kendinden geçen bir idrak hastasına dönüşür mü insan? Dönüşür. Güç başkasındayken adalet diye sızlanıp gücü ele geçirince zalimleşir mi insan?.. Zalimleşir. Kendini sınanmadığı tüm günahların masunu sanır mı insan?.. Sanıyor işte. Yoklukla sınavı verip varlıkla sınavdan fena halde çakar mı insan?.. Çakıyor işte. Cehennemi, anası sanıp koşan bir tip düşünün. İşte bu ayette o tasvir ediliyor. Cehennemi anası sanıp koşan bir tip… Yani “Yapmayın!” diyor. Vahyin amacı rehberliktir dostlar. Vahyin amacı rehberliktir. Vahiy ne fizik kitabı ne kimya kitabı ne biyoloji kitabı ne astronomi kitabı ne efendim işte diğer bilimlerin kitabı; “Vahy”, rehberliktir. İnsana kendi aynasını tutar, böyle gösterir. Gör, seyret kendini, bak bu ayna.

 

KÂRİA SURESİNİN VERDİĞİ DERSLER

  • Anlam ve amacının peşinden git; anlamsızlık ve amaçsızlık ölümdür.
  • Zaman bilincine er; zira farkına varmadığın şeyin değerini bilemezsin. Zamanın değerini bilemezsen zamanı da harcarsın. Çünkü zaman hayattır, hayatı harcarsın, ömrünü harcama.
  • Vaktini değerlendir; zaman seni yönetmesin sen zamanı yönet.
  • Hayatını planla; otokontrol, disiplin, irade başarının sırrıdır.

 

Ey insanoğlu, kibirlenme ve küstahlaşma!

Ey yöneticiler, Nemrut-laşmayın! Kur’an’da Nemrut ve Firavunun hayatı niye anlatılır biliyor musunuz? Yöneticilere: “Ey yöneticiler, Nemrut-laşmayın, Firavun-laşmayın.” Kur’an’da Şeytan niye anlatılır biliyor musun? “Ey insanoğlu, şeytanlaşma!” budur…

Ey varlık sahipleri, Kârunlaşmayın, mütrefleşmeyin! Mütref ne demektir? Refahla şımarmayın. Refahla şımarmayın, servetle şımarmayın demektir.

Ey bürokrat ve memurlar, haman-laşmayın! Kur’an’da hamanın anlatımından kasıt budur.

Ey ruhbanlar ve din esnafı, tağutlaşmayın! “Tâğût kelimesinin muhatabı din adamları diyen” diyen sınıftır. Niye? Allah’tan rol çalmaya kalkmaları tağutlaşmaktır, haddi aşmaktır, tuğyandır. Tanrıdan rol çalmayın.

Ey insanlık, Kâinatın ömrü içinde senin toplam ömrün, okyanusta damla değil. Öyle değil mi? Nedir ki yani. 100 yıl yaşa, 150 yıl yaşa nedir ki yani. Bu kâinatın ömrü içinde neye tekabül eder? Saniyeye tekabül etmez. O zaman yani kâinatın ömrünün tüm ömrünü bir yaşında saysak, bir yıla indirsek, o bir yılın içinde bir saniyenin bin de birine dahi denk gelmez bu ya…

Kendi türüne karşı zulme, haksızlığa, tahakküme dur de.

Sana emanet edilenlere saygı duy, mülkiyet sanma, hakkını ver.

 

HAYDİ HEP BERABER

İyilik biriktirmeye, azm-u cezm-u kast edelim.

Mazlumun da zalimin de kimliğine kör kalalım…

Kim olursa olsun mazlumdan yana olalım, kim olursa olsun zalime karşı olalım.

En çok ezilen, horlanan, zulüm gören, acı çeken kimse ilk onu kaldıralım. Tutup onu kaldıralım. En zayıf değil mi?.. Ne demiş Arap’ın anasına sormuşlar “Anacığım hangi çocuğunu çok seviyorsun?” “İyi oluncaya kadar hastayı en çok seviyorum” demiş. “Gelinceye kadar gurbettekini en çok seviyorum” demiş. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla veya “Gücüne kavuşuncaya kadar güçsüz olanı en çok seviyorum.” Büyüyünceye kadar bebek olanı en çok seviyorum.”… Biz de Arap’ın anası gibi en zayıfımız hangisiyse en önce onu tutup kaldıralım. Eyvallah…

Şeytanın dininin adının, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” olduğunu unutmayalım. Şeytanın bir dini varsa adı bu olmalı. Eyvallah…

İyilik konusunda en az kötüler kadar cesur olalım. Ve unutmayalım ki korkusuz bir geleceğin tek yolu var:

HESABI VERİLEBİLİR BİR HAYAT YAŞAMAK…

Unutmayalım ki: Hesap Günü’ne iman etmenin amacı budur.

Sevgili dostlar eklere zamanımız kaldı girelim bakalım. Bakınız…

 

UYDURULMUŞ DİN

Görüyorsunuz değil mi? Mehdiliğini kabul etmediği gerekçesiyle şeyhini öldüren mürit. “Öldürmek zorunda kaldım.” Haberi aslından ulaşabilirsiniz. Şu anda haber zaten haber sitelerinde var efendim. Yani mahkemeye düşmüş bir haber, artık hukukun elinde. Onun için buraya çıkarmakta bir beis görmedim.

“Şeyhlerinin dışkısını yiyip, idrarını içen 11 mürit öldü.” Haberin detayları şu anda da bugünlerde olan bir olay zaten. Orada var.

Ayasofya kapısının başına gelenlerden haberiniz var mı? Kapıyı şifa için kemirmiş. Kemirmiş yani. Belki de çorbasına katmak için kemirdi bilemiyorum.

Koca Melik Gazi’yi çorba yaptılar. Türbeyi açmış, sandukayı açmış, içindeki kemiği çıkarmış, kemiği ezmiş, çocukların çorbasına katmış ki içimize nur girsin diye. Eyvallah. Hadi buyur. Bu coğrafyada oluyor… Eyvallah.

Aileler kız çocuklarını satıyorlar. Bu da çok ilginç.

Kendi çocuklarımız var, torunlarımız var arkadaşlar. Onlar üzerinden düşünürseniz, empati yaparsınız… Evet nasıl bir şeydir? Yani bu öyle bir iki üç beş bir olay da değil. Bu öteden beri bilinen bir şey. Evet değil mi, S’as’alar lazım. “360 çocuğu tam gömülürken kurtardım” diyor “Ya Rasulullah ama bunu yaparken müşriktim, tevhid ehli değildim, Müslüman değildim, bilmiyordum. Bana bir şey var mı?” diyor. Bana bir şey var mı? Allah Rasulü’nün verdiği cevaba ne dersiniz? Nasıl bir cevap vermiştir? Tahmin edebilir misiniz? “Ente eslemte ‘alâ mâ eslefte ‘aleyk” “İşte seni bugün Müslüman eden o gün yaptığın bu iyiliktir.” Nasıl, nasıl bir bakış açısı?.. Eyvallah…

Yanmaz kefen satıcılarının yancıları: Ölü tedarikçileri.

“Arkadaşlar hatim duasına ismini yazdırmak isteyenler var mı?” Arkadaşlar Allah’ınızın aşkına, bu tedarikçilere fırsat vermeyin. Bunu yapanları uyarın, bunu yapanlara karşı uyandırın. Allah’ın ayetleri ölüler kitabı değildir.

 

HEP BÖYLEDİRLER, HEP BÖYLEYDİLER, HİÇ ŞAŞMAZ.

Geçen yıl din sömürüsüyle iktidarı ele geçirdikten sonra kız çocuklarına okulu yasaklayıp, kadınlara hayatı cehenneme çeviren, Afganistan yöneticilerinin; kendi kızlarını Katar’da okula yolladıkları, kızlarının okul takımında futbol oynadıkları ortaya çıktı. Yani ben söyleşilerin aslını dinledim, izledim. Hiç şaşmaz. Mısır’da da benzer bir olay hatırlıyorum. Mısır Selefi Partisi lideriydi biliyorsunuz Sisi’yi -General Sisi’yi- desteklediler. Selefi Partisi liderinin bir fetvası oldu Mısır’da. Estetik ameliyat yapmak haramdır, diye. Bir ay sonra burun estetiği yaptırdı. Estetik ameliyatı yaptırdı. Anlatabiliyor muyum? Yani hiç şaşmaz. Tabi haram-maram değildir. Onu geçin siz. Ama böyle haram uydurup ipe diziyorlar önce sonra da ilk ihlal eden kendileri oluyor. Dolayısıyla hiç şaşmaz bu tip şeyler. Onun için din uydurmamak lazım, din uydurmamak. Din bizim değil din Allah’ındır. Dolayısıyla sahibi vardır yani. Azıtılmış bir kedi değildir ki din. Yolda bulunmuş bir şey değildir ki istediğinizi takıp takıştıracaksınız. Yani zaten uydurmaya başladığınızda yaşanmaz oluyor o din bir bela oluyor. İnsanın hayatını daraltıyor, insanın önündeki manevra alanı yok ediyor, insanın özgürlüğünü çalıyor insanı çıldırtıyor, meczup ediyor, dellendiriyor. Eyvallah…

 

ANADOLU İRFANI

Sorun burada tabi evi açma-açmama değil. Sorun çocuğu görünceye kadar “açarız tabi, olmaz mı efendim” falan. Yani hani şu “Reis bizi Afrin’e götür.” diyenler vardı bir zamanlar. Eski bir milletvekili, “Ben ASAL’dan (askere alma dairesinden) arıyorum.” diye bunları aramış. Ağlayanlar, ‘Evleneceğim.’ diyenler, ‘Şu anda düğün günüm geldi.’ diyenler, “Ben sana para vereyim, gitmeyeyim.” diyenler, rüşvet teklif edenler vesair vesair. Dolayısıyla mesele bu zaten yoksa alma-almama meselesi değil. Dürüst olabilme meselesi. Burada sınav dürüstlük sınavı. Eyvallah.

Çok ilginç, çok üzüldüm. Onun için huzurunuza getirdim. Zaten ayna olmak zorundayız birbirimize. Yoksa düzenlemeliyiz. Yani düzenlemeliyiz, çuvaldızı kendimize batırmadığımız sürece düzelemeyiz.

“Ya ben Prag’a gittim. Prag’a gittim. Toplu taşımada kimse bilet sormuyor. Ama herkes biletini alıyor. Gitmeden önce araştırma yaparsın ya, Türkler forumlara ‘bilet almadan binin ne de olsa soran yok’ yazıyor. Bizde ki sorun bu: din var ahlak yok.”  Oldu mu peki? Oldu mu peki?

“Osmanlı Devleti’nde en çok yolsuzluk yapan Rüstem Paşay’dı. En çok cami yaptıran da yine Rüstem Paşa oldu.”

Bu tabi yakışmamış paylaşan arkadaşımızın şeyi ama. Bu hanım efendi Finlandiya Başbakanı terbiyesiz kadın demiş Sanna Marin tır şoförü eşi Albert Marin ile başbakanlığa giderken. Utanma sıkılma yok mu diye sormuş. İroni yapıyor tabi. İroni yapıyor. Yani eşinin kamyonuyla başbakanlığa gidiyor. Kıskanmaz mı şimdi bizi?

N’olaydı, hakikat körlerine takacak bir gözlük olaydı. Solda bir caminin abdest musluğunu görüyorsunuz, sağda ise Kanada’daki bir metronun bozulan gişesini görüyorsunuz. Söyleyecek bir şey yok. Sözün bittiği yer.

Ve işte bu… Akıl için yol birdir. Eğer akleder, fikreder, fıkheder, vicdanını kullanır, iradesini kullanır ve uz bir görüşle, adil bir bakışla bakarsa zaten dünyanın her tarafında aynı şeyi görür.

Evet değerli dostlar. Bir dersin daha da sonuna geldik. Bizimle beraberdiniz teşekkür ederim. Akleden kalbinize hikmet ve afiyet olsun. Bir dahaki ders son dersimiz olacak bu dönem inşallah. Ekim’e kadar bir ara vereceğiz. Ekim’den sonra Ekim’de inşallah yeni ders dönemimizde yeniden başlayacağız. Allah’a emanet olun, bir dahaki derste görüşmek üzere.

 

 

 

Yorum Yaz