Siretü’l Kur’an-13.Ders-“Misyon ve Vizyonun İnşası”

SİRETÜ’L-KUR’AN – 13. DERS – MİSYON ve VİZYONUN İNŞASI – 31.03.2019

Değerli dostlar, hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum.

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, atıfeti, ikramı, hepimizin, hepinizin, bütün bir insanlığın, bütün mahlukatın, yerlerin, göklerin, bütün zerreden küreye her şeyin üzerine olsun. Zaten her şey O’nun sayesinde var. Ve O’nun sayesinde var olmaya devam edecek. O herhangi bir zümrenin, herhangi bir ırkın, herhangi bir mezhebin, herhangi bir türün, herhangi bir dinin özelleştirilmiş ilahı değil; O, “Rabbulâlemîn: Âlemlerin Rabbi”dir. Allah’ı özelleştirmeye kalkan Allah’ı inkâr etmiş olur. Allah bizim Allah’ımız değil, herkesin Allah’ı, her şeyin Allah’ı. Âlemlerin Rabbi. Ve biz de o ‘herkes’in içindeyiz. Onun için Allah algımızı bu hakikat üzerinden gözden geçirelim… “Âlemlerin Rabbi” ne demektir? Neden Fatiha’da bu hakikat her seferinde kendini bize dayatır duyurur, hissettirir? Buna neden ihtiyaç duyulur? ‘Allah’ın Âlemlerin Rabbi oluşu neden hatırlatılır?’ sorusunu sorarsak bu konuda en çok, en büyük hataları, sık sık yaptığımızın farkına varmış oluruz. Zira biz onu kavmin, kabilelin, ırkın, mezhebin, meşrebin, partinin, şunun bunun dini yapmaya kalkarken; Allah bize ısrarla “Rabbulâlemîn; bütün bir varlığın Rabbi” olduğunu duyurur, hissettirir, söyler. Biz de; “Âmenna ve saddaknâ: İman ettik ve tasdik ettik, kabul ettik ya Rabbî” deriz gönülden, yürekten.

Bugün on üçüncü dersimizde bir Siretü’l-Kur’an; Kur’an’ın hayat yolculuğu dersiyle daha beraberiz. Bugüne kavuşturan Rabb’ime hamdolsun. On üç ders yirmi altı hafta. Güzel. Umarım nice yirmi altı haftalara, diyerek derse gireyim.

I. MİSYON ve VİZYONUN İNŞASI

Bugünkü dersimizin konusu, ana başlığı misyon ve vizyonun inşası. İki ecnebi kelime gibi gelmesin, zira artık dilimize girdiği için, dilimizde kullanıldığı için bizim olmuş kelimeler. Aslında kelimeler, diller canlı bir ağaca benzerler. Canlı ağaçlar zamanı geldiğinde yapraklarını dökerler, yeni yapraklar edinirler. Eski dallar kurur, kuruyan dallar kesilir, yeni şıvgınlar, sürgünler verir, yeni dallar edinir. Diller de böyledir, kelimeler de böyledir. Bazı kelimeler dökülür, yerine yeni kelimeler gelir ama aslolan o kelimelerin taşıdığı anlamlardır, vurgulardır. O vurguları kaybetmemek lazım. ‘Misyon ve vizyonun inşası’ ile neyi kastediyoruz, içini ne ile dolduruyoruz, şöyle bir girelim konuya.

Yani, bugün işleyeceğimiz sure Müddessir suresi. Müddessir suresinin bir ana konusu varsa eğer bu konu misyon ve vizyonun inşasıdır. Misyon, aslında insanın taşıdığı şeyin ruhudur. Vizyonsa o ruhun bedenidir. Eğer taşıdığınız şey bir dinse dinin ruhu misyondur, o dinin fiziki yani ibadetleri, törenleri, yapılması gereken, emredilen şeyleri ise vizyonudur. Tabiri caizse dinin misyonu imandır, vizyonu İslam’dır. İslam görünen kısmıdır, iman görünmeyen kısmıdır. Onun için misyon ve vizyon ile neyi kaydettiğimizi kısaca açıklamış olduk.

KUR’AN’IN HAYAT YOLCULUĞU VE MÜDDESSİR ETABI

‘Kur’an’ın hayat yolculuğu ve Müddessir etabı’ dedik bu alt başlığa. Neden Müddessir etabı? Kur’an’da yüz on dört sure var. Yüz on dört etap demektir. Bu bir yürüyüş, bu bir koşu. Bu yürüyüşte duraklar var. Kur’an’la beraber yürüyeceğiz. Siretü’l-Kur’an buydu. Seyru’l-Kuran. Seyir defteri. Yani vahyin seyir defterini açıyoruz. Bu seyir defterinde hangi duraklarda bize neyi gösteriyor? Hangi duraklarda bize hangi ibretleri açıyor? Hangi duraklarda hangi sahneleri al gülüm seyreyle, diyor? Hangi duraklarda neyi öğretiyor? İşte bu anlamda yüz on dört tane etap. Aslında yüz on dört burç da diyebilirsiniz buna. Yüz on dört burçlu bir yeryüzü binası, bir dünya binası, bir hayat binası düşünün. “Hayat”. Bu iyi oldu, bu oturdu. Yüz on dört burçlu. Burçlar biliyorsunuz yükseltilerdir, alemlerdir. Oradan aynı zamanda gözetlenir. Yangın kulesi görevini de görür. Oradan izlersiniz, nöbetçisiniz, yangınlar varsa “Yangın var!” diye bağırırsınız. Burçlara çıkarsınız. Bazılarımız bu görevi ifa etmede o kadar zorlanırlar ki… Peygamberler hayat burçlarındaki yangın nöbetçisiydiler. İçinde bulundukları topluma ‘yangın var’ diye bağırdılar. Bazıları vadide önlerinde yiyecekler, sağlarında hanımlar, sollarında içecekler, böyle rahat rahat keyiflerini sürerken peygamberlerin gelen seslerinden rahatsız oldular. ‘Ne kafamızı şişiriyorsun be!’ pozuna giren oldu, ‘uyandırma bizi yaa, şurada üç kuruşluk uykumuz var’ diyenler oldu. Yani onlar uyandırmak için gönderilmişken, uyandıranları suçlayanlar oldu. ‘Ne bağırıyorsun be’ diyenler oldu. Oysa o vadide keyif süren yangını görmüyordu. Ama burca çıkan yangını görüyordu. Yangını görene düşen ‘yangın var’ diye bağırmaktı. Fakat onlara teşekkür etmesi gerekenler, keyifleri bozuluyor diye onlara sitem etmeye, onlara hakaret etmeye, onlara iftira etmeye hatta onlara saldırmaya kalktılar! Onun için bu kervan devam edecek. Peygamberlerin bıraktığı bir iz var, bir yol var, bir örneklik var, bir sünnet var, o devam edecek. Yangın var, diyen kule nöbetçileri bulunacak. Ve onları okçular tepesini yani burçları terk etmemesi gerekecek. Kur’an’ın da yüz on dört burcu var. Yüz on dört burçtan farklı şeyler gösterir. Ama bu burçlara tırmanmak biraz zahmet ister, biraz emek ister, biraz ter dökmek ister. Bazıları o burca tırmanırken; yolda yorulur, yola otururlar. Bazıları “yaa oturduk, biz yorulduk” derler, yiğittirler. Bazıları ise bu kadar yiğit çıkmaz. Oturunca, ‘niye oturdun?’ diyene, ‘bura yol değil, bura han’ derler. Yani levha değiştirirler ve yalan söylerler. Kendilerine de yalan söylerler. ‘Bura han’ diyerek başkalarını da aldatmak isterler, onları da oturtmak isterler. Onları da yolun ortasına oturtmak isterler. Bazıları yola yatarlar. Oysa yol yürünmek içindi. Bazıları yol üzerine nutuk atarlar. Bazıları da havlu atarlar. Ama yürüyenlere, yolu yol bilenlere selam olsun ve yolunuz açık olsun.

Mekke’de tevhit devriminin yankıları

Alak ayetleri inmiş. Oku ile başlamış. ‘Nasıl okuyacağım?’ sorusunu ‘Rabbin adına oku!’ fermanı cevaplamış. Arkasından kurşun gibi, fişek gibi, ok gibi hakikatler gelmiş. Zihindeki putları yıkmak için, devirmek için… Ve arkasından Müzemmil suresi gelmiş: “Yâ eyyuhe’l-muzzemmil! Qumi’l-leyle…” Ey sırtına sorumluluk yükü alan, vahyin sorumluluğunu yüklenen, “qum: kalk” demiş ve arkasından yine ardı ardına inşa emirleri gelmiş. Ve üçüncü burçtayız. Üçüncü burçta Müddessir gelmiş.

Mekke yavaş yavaş hareketleniyor. Duydun mu? Neyi? Ad söylenmiyor henüz. Niye? Yetimin adı olmaz da onun için. Abdulmuttalib’in yetimi. Adı bu. Abdulmuttalib’in yetimi peygamberliğini ilan etmiş, duydun mu? Dedikodu kumkuması başlamış, Doğu’nun millî sporudur, Şark’ın. Kulaktan kulağa. Ne diyormuş? Ohoo. ‘Duymaz yakıştırır’ türü, en çok bu coğrafyada vardır. Kulaktan kulağa neler yakıştırıyorlar? Neler diyorlar? ‘Vah, o da mı gitti, onu da mı kaybettik? Cinlenmiş mi? Delirmiş mi? Dellenmiş mi? Yav iyi çocuktu…’ Böyle. Mekke’de kulaktan kulağa bir dedikodu kumkuması başlamış.

Abdulmuttalib’in yetimine ne oldu? Niye? O kadar eminler ki, kendilerinden o kadar eminler ki. O kadar sorgulamıyorlar ki. Eleştirel aklı o kadar kaybetmişler ki. Biz nereye gidiyoruz sorusunu o kadar sormuyorlar ki, soran birini anlamaları mümkün değil. İçlerinden anlayanlar çıkacak. Onun için “lâ ilâhe illAllah”. İlk manifesto bu. Ve siyerden öğrendiğimiz; “qûlû lâ ilâhe illAllah tuflihû” diyordu. Böyle çıktı ilk, ilk manifesto. İlk ilke: “Lâ ilahe illAllah deyin kurtulun.”

Çok ilginç. Biz “Lâ ilahe illAllah” diyoruz, hatta bazılarımızın eline boncuk veriyorlar, günde beş yüz kere dedirtiyorlar, o dedikçe batıyor. Problem ne? Problem şu? “Lâ ilahe illAllah” demek ne demek? Kula kulluğa hayır, demekti. Bir kere ‘hayır’ ile başlayacaksın. Yani bu dine ‘hayır’ ile gireceksin, hayır diyerek. Bu dinin giriş kapısının üstünde ‘itaat’ değil, ‘isyan’ yazar. Lâ! İlk haykırmanız gereken budur: Hayır! ‘İsyan’ yazar… Bunu nasıl tersine çevirdiler? Hayır’ı öğrenmeyen insanlara nasıl kuzuluk, nasıl sürülük öğrettiler? Kimler çevirdi? Hangi süreçlerden geçti? Evet, Emevi dinini İslam zannedenler aslında en büyük yanılgıyı burada, burada yaşadılar. “Lâ ilahe illAllah” Allah için değildi. “Lâ ilahe illAllah” insan içindi. Bundan Allah’ın zerre kadar çıkarı yok. “Lâ ilahe illAllah” Allah’la ilgili değildir. İnsanla ilgilidir. Zaten öyle olmalıdır. Din bu dünyada işime yaramayacaksa ahirette hiç yaramayacak. Peki nedir? Kula kulluğa hayır!

Bu, iki tane görevi içerir. Bir, kula kul olamaya hayır! İki, kulu kul etmeye hayır!

Güçsüzler, zayıflar kula kul olmaya hazırdır. Güçlendikleri zaman aynı kişiler kulu kul etmeye hazırdır. Kulu kul etmek için çabalarlar. Dolayısıyla “Lâ ilahe illAllah”ı biz kaybettik. Kişi girmediği dinden çıkamaz. Bazıları bu dine hiç girmedi. “Lâ ilahe illAllah”ı kula kulluğa hayır şeklinde manasıyla, mefhumuyla, muhtevasıyla, gerçek anlamıyla hiç anlamamış, hiç duymamış, hiç düşünmemiş olanlar gerçekte “Lâ ilahe illAllah”ı hiç dememiş olanlardır. Yoksa papağanlara ezberletirdik onlar “Lâ ilahe illAllah” derler ve onlar da mümin olurlar mıydı? Bu mümin papağan, bu kâfir papağan… Oldu mu? Bilgisayarlara okurduk, flash belleklere yüklerdik, CD’lere yüklerdik bilmem kaç milyon kez “Lâ ilahe illAllah” derdi, ömrünüzde demediğiniz “Lâ ilahe illAllah”ı flash bellekler derdi. Sizden daha iyi Müslüman olur mu? Görüyorsunuz bu mesele seslendirme meselesi değil. Nakarat meselesi değil. Bu mesele ezberden söyleme meselesi değil. Bu mesele anlam meselesi, bilinç meselesi, şuur meselesi.

Evet, Müslüman olmak anlamın peşinde olmak. Müslüman olmak bir bilinç halinde olmak. Zaten Müslüman olmak, sorumluluk bilincine sahip olmaktır.

Tereddütler ve acabalar Mekke’de kol geziyor.

Dur bakalımcılar var Mekke’de. Tetikte bekleyenler var. Yani bir foyasını buluruz, bir falso verir, biraz bekleyelim bakalımcılar var. Allah Resulü risaletini ilan etmiş, Rabbinin emri… Ama bir tarafta, ‘dur bakalım’. Bu dur bakalımcıların içinde de güç tapıcıları var. Güç tapıcılarından bir kısmı ‘dur bakalım’ dedi, on üç yıl beklediler. Ondan sonra on yıl, sekiz yıl daha beklediler, affedersiniz. On üç, sekiz, yirmi bir artı sekiz. Yirmi bir yıl sonra dur bakalımcılar Mekke’nin fethi günü ortaya çıktılar. Sıraya girdiler. Bunlar dur bakalımcılar. Bunların İslam tarihinde bir adı var. Bu adı Allah Resulü koydu, o gün yaptığı konuşmada. Kâbe’nin kapısında bir konuşma yaptı. “İzhebû fe entum tuleqâ’.” Haydi, saldım sizi. Sizi azat ettim. Çünkü köle edileceklerini zannediyorlardı. Oysa köleliği yıkmak için gelmiş bir peygamberdi o. “İzhebû: haydi gidin. “Fe entum tuleqâ’: Siz azat olunanlardansınız, salıverilenlerdensiniz. “Tuleqâ”nın bir anlamı da, bir kölenin azat edilip salınmasıdır. Onlara “tuleqa” dendi. O “tuleqa” Allah Resulü’nden sonra otuz yıl ya geçti ya geçmedi bu ümmetin tepesine tünedi, oturdu ve bu dini taa ciğerinden bozdu ve bu dinin yerine bir din getirdi! Ondan sonra çoğunluk onların getirdiği dini gerçek zannetti! Kenarda bekleyenler bunlar.

Bir de eyyamcılar var. ‘Güç kimdeyse ondan yana olalım’. Çok ilginç. Bunun örneğini de taa ne zaman göreceğiz biliyor musunuz? Hemen Mekke fethinin arkasından bir sefer var: Huneyn savaşı. Aslında en kritik savaşlardan biri. Peygamber siretinin dönüm noktalarından biri. Düşman çok kalabalık ama ondan da öte tüm servetini, tüm hayvanlarını, hanımlarını, çocuklarını bile savaş meydanına getirmişler. Yani olmak ya da olmamak, mesele bu. Shakespeare’in repliği miydi bu? Evet, “To be, or not to be: Olmak ya da olmamak. Gerçekten de öyleydi. Orada Hevazin kabileleri tüm çoluk çocuğuyla, tüm servetleriyle, kadınlar takılarıyla gelmişler ve zincire bağlamışlar. Yani ‘savaştan kaçmayalım, ölmek var dönmek yok’.

İslam ordusu bir ara yenildi, yenilir gibi oldu. O birliğin Müslüman ordusunun içinde bir müşrik taburu vardı. İlginç. Size ilginç gelmiyor mu? Müslüman ordusunun içinde bir müşrik taburu vardı. Safvan bin Ümeyye de bu taburda bir komutandı. O da müşrikti. Allah Resulü ondan ödünç şeyler aldı. Savaş malzemeleri. Savaş malzemeleri; kalkanlar, kılıçlar. Çok zengindi. Babası Ümeyye Bedir’de öldürülmüştü Safvan bin Ümeyye’nin. Çok ilginç bir durum bu. Ve bu adam Bedir’e niye geldi? Onunla beraber üç yüz kişi niye İslam ordusunun içinde bir tabur oluşturdu? Şu: Eyyamcı… Kim kazanırsa ondan olalım. Bunu da aynen söylüyorlarmış. Düşünün Allah Resulü’nün komutanı olduğu orduya giriyorlar, savaş meydanına yürüyorlar, yolda birbirlerine diyorlar ki: Eğer yenilirlerse karşıya geçelim. Yenerlerse… Evet, bu Safvan bin Ümeyye, tipik bir adam. Adam mal delisi. Yerler gökler gibi ganimet yığılmış, vadiler dolusu. Kırk bin baş büyük deve. Küçükbaş hayvanlar ne kadar bilmiyorum. Böyle yığılmış, altın gümüş tepeleri, diyor siyerciler. Adam böyle bakıyor. Allaah… Böyle hayran olmuş, ağzının suyu akıyor. Allah Resulü yakaladı onu. ‘Neye bakıyorsun ya Safvan?’ ‘Ya Muhammed şu altın-gümüşe, şu develere, şu kırmızı develere, şu vadiler dolusu develere hayran oldum.’ ‘Hangisi en çok hoşuna gitti?’ Şu vadideki, “hâ hiye lek” dedi. ‘O senindir.’ Adam afalladı, şaşırdı. Ne yapacağını şaşırdı. Ne denir? Çünkü böyle bir zihninde böyle bir şık yok. Çünkü kendisinin ömründe böyle bir şey yok. Onun bir tanesini vermez karşılıksız. Ama “hâ hiye lek” diyor peygamber, “o senin”. Adam o anda döndü, döndü. Gerçek bir dönüşle döndü. Bunu, bu kadar cömert olabilmeyi sadece bir peygamber başarabilir… Ve orada “eşhedu” dedi. Evet, bir de bu tipler var, eyyamcılar.

Müşrik Mekke’den ilk tepki: Suskunluk etabı. Niye ‘suskunluk etabı’ dedim? Kaç etabı var, sayalım. İlk etap suskunluk etabı. Allah Resulü’ne karşı ilk tepki suskunluk. Ne demek bu: Sükûta mahkûm edin, görmezden gelin! Öyledir. Bir hakikat eri çıktığında, ilk çıktığında tepki budur: Sükuta mahkûm edin, görmezden gelin! Ama o susmazsa, hakikati haykırmaya devam ederse ikinci etaba geçerler. O nedir biliyor musunuz?

İkinci etap alay etabıdır. Dalga geçme etabıdır. Ona gelecek, onlar o ayetleri gelince o etabı da söyleyeceğim. O etap da tutmaz. Alay ederler, dalga geçerler, sen devam edersin. Hani Hz. Nuh’la dalga geçtikleri gibi…

Üçüncü etap nedir? İftira ederler. Üçüncü etapta bir tık yukarı çıktılar. İftira. Bini bir para. Her türlü iftirayı ederler. Yeter ki hak konuşmasın. Yeter ki batıllarına halel gelmesin. İftira da tutmaz, atarlar, atarlar iftiranın altında kalırlar. Ve hakikat galip gelir.

Dördüncü etap nedir? Baskı ve işkence. Ona da aldırmazlar. Yaralanırlar, ıstırap çekerler, işkenceye uğrarlar…

Beşinci etap nedir: Fiilî yok etme. Ya sürerek ortadan kaldırma ya da öldürerek ortadan kaldırma.

Evet, ondan sonra ne yaparsın? Yenersin.

Kur’an’ın mesâni, çift kutuplu oluşu

Zümer suresinin 23. ayetinde Kur’an’a ilişkin muhteşem bir sistem ismi verilir. Kur’an’da bir sistem vardır. Bu, Kur’an’ın sistemi, Kur’an’ın üslubu: Mesâni. Ne demek bu? Çift kutuplu. Aslında kelime anlamı ‘ikişerli’ demek. Zümer suresinin 23. ayetinde. Yaratılışın yasasıdır bu aslında. Her şey zıddıyla kaim. Mesâni oluş sadece Kur’an’ın üslubu değil yaratılışın yasasıdır. Her şey zıddıyla kaim. Allah neyi yarattıysa o çifttir. O birden fazladır. Yaratan tektir, yaratılan çoktur. Bunu anlayalım artık. Yaratanı çoklamak nasıl şirkse, yaratılanı teklemek de öyle şirktir.

İnsan iki tür şirk işler: Bir; yaratanı çoklayarak, ona ait sıfatları yaratılmışa yakıştırarak işler. İki; yaratılanı tekleyerek. Falanın eşi benzeri bulunmaz! Falan olmazsa biz olmayız! Falan gitti mi beka sorunu başlar! Yok, yok öyle bir şey. Dolayısıyla yaratanı çoklamak nasıl şirk olursa, yaratılanı teklemek de öyle şirk olur.

Fizik, kimya, biyoloji, atom, asit, gen, elektrik, manyetizma… Gördüğünüz gibi hepsi çiftlerin korelasyonu. Harika bir korelasyon. Çiftlerin uyumu. Hatta bazen zıtların uyumu. Çünkü “ezdâd” olarak gelenler de var, “ezvâc’ olarak gelenler de var. Çift kutupluluk iki türdür. Ezvac olanlar eştir, ezdat olanlar zıttır. Ne gibi? Erkekle dişi ezvâctır. Bu harika. Erkek-dişi sadece insan türünde değil, hayvan türlerinde de geçerli, gördüğünüz gibi. Tüm çift hücreli varlıklarda geçerli. Efendim, ezdâd olan nedir? Gece ve gündüz. Gece varsa gündüz gitmiştir. Gündüz varsa gece. Hak ve batıl. Hak ve batıldan ‘ezvâc’ olmaz. Hak ve batılı zevce yaptın mı ne doğar? Nur topu gibi bir şirkiniz olur. Dolayısıyla “hak geldi batıl zail oldu”, hak gitti batıl geldi. Bu ezdâdtır, zıtlardır. Dolayısıyla fizik öyledir.

Bakınız maddenin temeline inelim. Madde atomlardan meydana gelmiştir. Tüm gazlar da dahil buna, tüm kâinattaki, tüm maddenin… Ki biz de atomlardan meydana geldik. Bizim de temel taşımız atom. Ama bizi canlılığa bağlayan temel taşı atom değil, onun üstüne çok özel bir şey koymak lazım, o hücre. Onun için nedir? Atomun en temel iki bileşeni var: Bir proton bir nötron. Dolayısıyla elementler, işte bunların değişimiyle oluyor. Sayı değişti mi bir element kazanıyorsunuz, muhteşem. Onun için hidrojen tek protonlu. En hafif element. Hemen, iki tane proton olduğu zaman ne oluyor: Helyum. Üç tane proton olduğu zaman: Lityum. Dört tane proton olduğu zaman: Berilyum. Beş tane proton olduğu: Bor. Öyle devam ediyor. Efendim, her biri ayrı bir nimet oluyor. Her birinizin kökünde atom var ve o atom iki ayak üzerine duruyor. Onun için nötron, proton… Sıfır elektrik yükü, artı yük…

Kimya. Buyurun, moleküller. Moleküllerin temeline gidin, hepsinde bir çift kutupluluk görürsünüz. Orada kimyanın amino asitler… Efendim, kimyanın daha doğrusu biyolojinin ilk noktası. Bakınız, bazlar, hep çift kutupludur. Tüm bazlar çift kutupludur. Yine biyoloji çift kutupludur. İşte efendim, kromozomlar. Ya x, x’dir ya x y’dir. Ama mutlaka çift kutupludur. X x olursa dişi olur x y olursa erkek olur. Ama mutlaka çift kutuplu olur. Tek kutuplu olmaz. Atom öyle, söyledim. Asit, bakınız onu da söyledim. Gen, genler dört harften meydana gelir. Adenin, timin, guanin, sitozin. İkişerli ikişerli gelir hep. Adeninle timin eşleşir. O hani merdiven var ya merdiven, DNA merdiveni, nükleik asit merdiveni. O merdivenin iki tarafında iki harf vardır. O iki harfle temsil edilir, o bazlar. O tek olmaz hep ikişerlidir. Hep ikişerli dizilir. Onun için Allah öyle koymuş yasayı. Dolayısıyla elektrik, bakınız; nötr ve faz. Biri olmadan olmaz. Mutlaka. Sonuç bu. Yani çift kutupluluk kâinatın yasası. Her şeyin yasası. Onun için varı, mahluku tek etmemek lazım, teke indirmemek lazım. Allah’a isyandır mahluku teke indirmek.

İç inşa, dış inşa. Evet. Uyarı, müjde. Sebep, sonuç. Kur’an’ın üslubu. Me’sâni üslubu. İç inşa, dış inşa. Kur’an hem içi inşa eder hem dışı. Hem bireyi inşa eder hem toplumu. Hem aklı inşa eder hem ahlakı. Alın, iç inşa, dış inşa: Uyarı ve müjde. Kur’an’ın mesâni özelliği gereği bir ayete bakınız, cennetten bahsediyor değil mi? Anında ne yapar yapar işi, sözü cehenneme de getirir. Biri uyarıdır biri müjdedir. Biri beşir, biri nezirdir. Biri beşir, biri nezirdir, biri uyarır, biri müjdeler. Hep böyledir ama Kur’an’da. Onun için bir örnek gösterir, örneği bir olumsuzdan verir, bir olumludan. Bir Musa’yı örnek gösterir bir Firavun’u ibret gösterir. Bir Nemrud’u ibret gösterir bir İbrahim’i örnek gösterir. Ama sistem budur hep budur.

Müzzemmil, müddessir; işte bu çift kutupluluğun bir başka göstergesi. Müzzemmil üstüne bir şey alan, Müddessir altına bir şey alan demektir. Klasik müfessirlerimiz maalesef bunu en olmayacak şekilde yorumlamış ve bizim hiç ibret alamayacağımız bir alana itmişler. Müzzemmil üstünü örten. Battaniye alan, yorgan alan, yorganın altına giren. Yani ben bazen anlayamıyorum, gerçekten söyleyecek laf bulamıyorum. Müddessir ise efendim yatak döşek yatan. Yorgan mı yani şimdi? Allah Resulü’nün sırtına yorgan mı bindi? Vahiy sorumluluktu, sorumluluk bindi. Üstüne aldığı şey yorgan değildi. Üstüne aldığı şey vahyin yoğun sorumluluğuydu. Vahyin sorumluluğunu sırtına alan dağları yüklenmişti. Niye öyledir? “Lew enzelnâ hâze’l-Qur’âne alâ cebelin le raeytehû…: Eğer biz bu Kur’an’ı dağın üzerine indirseydik dağın Kur’an’ın ağırlığı altında eriyip aktığını, toz duman olduğunu, paramparça olduğunu görürdün.” Onun için bunu söylüyor. Mesâni, çift kutupluluk.

Sorumluluğun büyüdükçe yatağın küçülmeli. Evet, bu cümleyi söylemek için ey nefsim, ey Allah’ın Mustafa kulu, Allah sana da söylüyor bunu. Sorumluluğun büyüdükçe yatağın küçülmeli. Ey Allah’ın Ahmet kulu, Hasan, Hüseyin kulu, Mehmet kulu, ey Allah’ın Kaya kulu, Taş kulu, ey Allah’ın Ayşe kulu, Fatma kulu, ey Allah’ın Nihan kulu, Zeynep kulu, Meryem kulu, sorumluluğun büyüdükçe yatağın küçülmeli. Müddessir budur işte. “Tedessera” budur.

İlk yedi ayette yedi emir. Kalk, birinci emir. Uyar, iki. Rabbini yücelt, üç. Elbiseni temiz tut, dört. Bütün pisliklerden uzak dur, beş. İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme, altı. Rabbinin hatırına sabret, Allah aşkına sabret yedi. Şimdi bunların açılımına geçeceğiz.

Müzzemmil; kişiliği inşa etmek için kalk. İkisinde de kalk var, farkında mısınız? “Yâ eyyuhe’l-muzemmil qum!”, “Yâ eyyuhe’l-muddessir qum!” Arkasını okumuyorum arkası farklı. Evet. “Yâ eyyuhe’l-muzemmil qumi’l-leyle!” Geceni dirilt. “Yâ eyyuhe’l-muddessir qum fe enzir.” Aslında orada bir gündüz var. Anlatabiliyor muyum? Çünkü toplumsal alan gündüz çeşitlenir, gündüz ayaktadır. Dolayısıyla gündüz sosyal sorumluluğunu, gece ise Rabbine karşı kişisel sorumluluğunu ifa et. Yani geceni Rabbinle ilişkini güzelleştirmek için değerlendir. Gündüzünü ise topluma karşı sorumluluğunu yerine getir, gibi anlayabiliriz… Dolayısıyla iki kalkın vurgusu ayrı, kelime aynı ama vurgusu ayrı. Kişiliğini inşa etmek için kalk. İkincisi Müddessir; kaldırmak, uyandırmak için kalk.

II. PASİF İYİDEN AKTİF İYİYE

Alt başlığımızın ikincisi: Pasif iyiden aktif iyiye. ‘Kalk!’ diyor. Yatana kalk demek, ‘pasif durma, aktif ol’ demek. Pasif olma, aktif ol demek. Var olmak aktif olmaktır. ‘Aktif olmak ne demektir?’ önce oraya girelim.

Var olmak aktif olmaktır. Eğer varsanız, aslında sizin elinizde olmayan boyutuyla ilahi yasa gereği, yasa gereği aktif olmalısınız. Malumunuz madde atomlardan meydana geliyor, bizim de maddi tarafımız atomlardan meydana geliyor.

Söyler misiniz atomun var olması için ne olması gerekiyor? Aktif olması… Elektronun hiç durmadan dönmesi gerekiyor. Yani çekirdek kâbesinin etrafını elektron hacısının eksiksiz tavaf etmesi gerekiyor, öyle değil mi? Peki bu tavaf durursa, elektron durursa buna ne diyorlar fizikte? Füzyon diyorlar. Füzyon. Çekirdeğin üstüne çöküyor. Çekirdekle elektron arasındaki mesafe ölçek ve oran olarak güneşle dünya arasındaki mesafenin oranıyla aynı. İlginç. Mikro ile makro arasındaki bakışımlılık. Aslında bunların bütünün yaratıcısı tek demek için sayısız sebepten bir tanesi belki de. Onun için bu anlamda elektron çökerse madde çöker.

Madde çökerse ne oluyor biliyor musunuz? Bunu nötron yıldızlarında tespit etmişler uzay bilimciler. Nötron yıldızı diye bir vakıa var. Kâinatta büyük patlamanın dışında en büyük patlamadır, en vahşi patlamadır, en yıkıcı patlamadır. Zaten altın gibi, kurşun gibi, platin gibi, cıva gibi elementler bu patlamadan olabiliyor. Bu patlama ile altın oluşabiliyor başka türlü yetmiş dokuz tane proton bir çekirdekte bir araya gelmiyor, bir atomda bir araya gelmiyor. Onun için, ancak bu kadar güçlü bir patlama… Bu patlama neye eşit biliyor musunuz? İki tane nötron yıldızının birbirine dolanıp, en sonunda çarpması… Yıldızımızın ömrü, güneşin ömrü yaklaşık on milyar yıldır. On milyar yılda güneşin harcadığı enerjiyi bilmem kaç milyarda bir saniyede harcamak ancak yetmiş dokuz tane protonu bir araya getirip, altın elementini ortaya çıkarabiliyor. Bilmem anlatabildim mi? Yani eğer altına bir saygı duyacaksanız ederinden dolayı değil, maddesinden dolayı değil, bu emekten dolayı duymak lazım belki de. Ama benim söyleyeceğim o değil asıl, benim söyleyeceğim bu anlamda aktiflik eğer çökerse madde çöker. Nötron yıldızından bir çay kaşığı -kahve kaşığı demiyorum- bir çay kaşığının ağırlığını hesap etmişler. Tahmin edebilir misiniz? Nötron yıldızından bir çay kaşığı alacaksınız, bir milyar ton. Bir çay kaşığı. Evet, ne yaparsınız? Elbise dikebilir misiniz? Mobilya yapabilir misiniz? Koltuk yapabilir misiniz? İnşaat yapabilir misiniz? Hiçbir şey. Dolayısıyla Allah’ın lütfudur maddenin hareket halinde olması, aktif olması. Maddede var olma aktif olmaktır.

Akıl, irade, vicdan, bilinç aktif. Bakınız aktif olmayan akılla Kur’an akıl demiyor. Onun için taakkul fiil olarak kullanılıyor hep. Yani akıl etmezler mi? Hep fiil olarak gelmesi Kur’an’da, hiç isim olarak gelmemesi aktifse vardır, aktif değilse yoktur demektir. İrade öyle Kur’an’da yüz kırk tane irade fiili gelir bir tane irade ismi gelmez, bir tane. Çok ilginç gelmiyor mu size? Yirmi üç yılda inmiş bir hitap yüz kırk tane bir kelimeden kullanıyor ama bir tane isim kullanmıyor. Hepsi fiil; yurîdu, turîdu, yurîdûne, turîdûne hep böyle gelir. Neden? İradeniz eğer işliyorsa, aktifse var hükmündedir, aktif değilse iradesizsiniz demektir. Vicdan öyle, bilinç öyle.

Can aktiftir. Öyle can olması için aktif olması lazım.

Madde aktiftir. Biraz önce anlattım.

Kâinat aktiftir. Düşünsenize güneş dedi ki, ben yoruldum. Buna biz ne diyoruz? Kıyamet… “Sâ’at” aslında doğru ifadesi; “Son saat”. Dünya dedi ki, ben yoruldum, artık aktif olmayacağım, yeter be bu kadar döndük. Dört milyar altı yüz milyon yıldan beri dönüyoruz birader, başımız döndü, biraz dinleneceğim dese işte size kıyamet, işte size son saat. Dolayısıyla aktif olmak aynı zamanda gördüğünüz gibi bizim hayatımızın da garantisi. Kâinat aktiftir.

Allah aktiftir. Hallâk; her an yaratan demek, bir kere yaratıp bırakmayan, her an yaratan. Niye her an yaratan? Her an yaratan: Halik da var, Hallâk da var. Halik; iradesiz varlıklar için geçerli. Hallâk; iradeli varlıklar için geçerli. Neden? Çok önemli bir ince nokta. Yani her an yaratmak için gerekçe iradeli olmasıdır. Niye? Bir sonraki anı yaratmasının gerekçesi o iradeli varlık ya değiştiyse, ya yeni seçimler yaptıysa, ya yeni tercihler yaptıysa? Yeni tercihlerini hesaba katarak ben onun için yeni şeyler yaratayım, budur, budur.

Evet, faal sürekli faaliyette olan demek.

Evet, iyiler aktif ve pasif diye ikiye ayrılır. Örnek bir: Fatır suresinin 32. ayeti tüm insanları üç sınıfa ayırıyor. Ama ben iyiler ikiye ayrılır dedim, değil mi? Ama Fatır suresinin 32. ayeti önce insanları iyiler ve kötüler diye ikiye ayırıyor, ama iyileri ikiye ayırıyor. Dikkatiniz çekerim, üçe ayırmasının sebebi bu. Önce ikiye ayırıyor iyiler ve kötüler. Kendine zulmedenler diyor, birincisi. Ama iyileri ikiye ayırıyor. Orta yolu tutanlar, hani bir orta yolcular var ya… Ne şiş yansın ne kebap, sensin, hem davuluna vur hem kasnağına vur. Anlatabiliyor muyum? Sana da selam, sana da selam. Nasrettin hafız güzel yapmış bunu; “Sen de haklısın, sen de haklısın.” demiş. O demiş ki; “İkisine de haklı diyorsun hocam?” O da; “Sen de haklısın.” demiş. Dolayısıyla böyleleri vardır.

Bir de kimler var? Öncülük edenler, üçüncüsü. Önce, insanlığın öncülük edenleri peygamberledir. Hepsine selam olsun. Ondan sonra onların yolundan gidenlerdir; onlara deli derler, sapık derler, atalar dini kâfiri derler, kimse bilmedi de sen mi bildin derler, derler derler derler…

İkinci örnek: Nisa suresi 95-96. Orada da Kur’an ayırt eder. Mücadeleden kaçanlar, mücadele edenler. İkiye ayırır. Nisa suresi 95-96. Mücadeleden kaçanlar, mücadele edenler. Dolayısıyla, hatta hatta efendim, “Qâ’idûn”dan bahseder; oturanlar, oturanlar ve Allah yolunda koşanlar. Allah aşkına iki elamanınız olsa; biri sürüne sürüne iş yapsa, biri de verdiğiniz işi koşarak yapsa siz hangisinden memnun olursunuz? Niye, efendim bu kadarcık aklımızla, bu kadarcık adaletimizle ikisini bir tutmayız da adil-i mutlak olan ve hakkaniyeti zirve olan Rabbimiz neden ikisini bir tutsun? Nasıl sığar sizin vicdanınıza? Niye tutsun? “Lâ yestewi’l-qâ’idûne” Eyvallah, eyvallah, “Lâ yestewî” diyor zaten “el-qâ’idûn.” Oturanlarla koşanlar bir olmaz, müsavi değil, diyor Kur’an.

İyilik ikiye ayrılır; hasenat ve salihat. Bu çok önemli Kur’ani bir ilkedir. Ben buna ilk defa Ali Şeraiti’de rastladım fakat o böyle ele almamıştı. Onda çok yüzeysel bir cümleyle geçiyordu. Oradan şimşekler çaktı zihnimde ve ben bunu Kur’an’a sundum. Kur’an’a sununca aman Allah’ım Kur’an’dan başka iki kavram serdi önüme; hasenat-salihat. Hasenat; iyilik demektir, Hasan öyle, iyi. Salihatsa; üçüncü şahısların iyiliği. Hasenat kişinin kendisine dönük iyilikler, salihat kişinin başkalarına dönük iyilikleri. Başkalarına dönük iyilik olunca kendinizi kapsıyor zaten. Kendinizle birlikte başkalarına dönük iyilikler. Hasenat kendine iyilik yapmak, bencillik, iyiliğin bencil olanı. Salihatsa başkalarına iyilik yapmak. Onun için hasenatın karşılığı Kur’an’da bire on (En’âm 6:160). Salihatın karşılığı cennet. Tam on yedi ayet, hangisini sayayım?

Abdullah oğlu Muhammed iyiydi: Geldik bire bir karşılığına. ‘Abdullah oğlu Muhammed’ dedim, niye Allah Resulü demedim? Henüz Allah Resulü yok, henüz Resul atanmadı, henüz babasının oğlu, anasının oğlu, onun için Abdullah oğlu Muhammed dedim. İyiydi. İyi miydi? Delillerimiz nedir? İyiliğin en büyük delili Mekkelilerin şehadeti. El-Emîn; güvenilir adını verdiler, daha sonra düşman olanlar verdiler bu adı.

İkincisi; Haceru’l-Esved olayı: Şu kapıdan kim gelirse o götürsün, dediler, yoksa savaşacaklar. Abdullah oğlu Muhammed gelince; “helal olsun be, tam da adamı geldi” dediler, hem de savaşmak üzere olan kabileler.

Üçüncüsü; Hılfu’l-Fudûl: Hılfu’l-Fudûl, -Allah’ın Mustafa kulu- onun aktif oluşuna delil değil mi? Değil, çünkü Hılfu’l-Fudûl’da hiçbir aktif görev üstlenmedi. Yani pasif iyiydi, başı çekmedi, risk almadı, düşman edinmedi. Hılfu’l-Fudûl’dan dolayı Allah Resulü’ne hasım olan bir kişi olmadı.

Evet, Kur’an’ın tasdiki; “Sen muhteşem bir ahlak üzeresin.” Belki bizim için, müminler için en büyük delil bu, Kalem suresinin 4. ayeti; “We inneke le’alâ huluqin ‘azîm.” “Sen muhteşem bir yaratılış üzeresin” diye çevirenler var. Yanlış! Huluk ile Hilk iki ayrı anlamdır. Yani “We inneke le’alâ hilqin azîm” değil, “huluqin azîm”dir. Onun için bu fark vurgulanmalı çeviride.

Kalk ve uyar: Onu aktif iyi yaptı. “Qum fe enzir: Kalk ve uyar”. El-Emin diyenler şunları dediler; Kezzab! Ne demek? Yalancı, sahtekâr anlamına gelir. Allah Resulü’ne bunu dediler. Ama ‘Allah Resulü’ne dediler. Abdullah oğlu Muhammed’e kezzap diyen hiç kimse olmadı. Bu çok önemli, altını çizmemiz gereken bu. Abdullah oğlu Muhammed’e el-Emin diyenler, Resulullah Muhammed’e kezzab dediler. Bu çok önemli.

Mecnun, cinlenmiş dediler. Cin musallat olmuş yani delirmiş dediler. Ama önce dememişlerdi. Peygamberlik gelmeden önce hiç kimse Resulullah’a, Abdullah oğlu Muhammed’ken mecnun demedi.

Sapık dediler. Kur’an dan çıkarıyoruz biz bunları. Dalga, dalavere çeviren dediler. Kur’an’da şöyle üstün körü bir arama yaptım bunları buldum. Belki daha fazlada bulunabilir. Bunları dediler ama ne zaman dediler? Abdullah oğlu Muhammed değilken değil Muhammed Resulullah’ken. Kur’an’ı tebliğ etmeye başlayınca, Kur’an’la muhatap olunca. Yani Kur’an adamı olunca bunu dediler. Kur’an adamı olmayana Emin, güvenilir diyenler, Kur’an adamı olana yalancı, sapık, mecnun dediler.

Ne kadar benziyor değil mi? Allah’a aşkına Kur’an talebeleri, hepinizin başına ufak tefek gelmedi mi bu? Gelmedi mi? Siz hiç dinî kaygı taşımazken, bu kadar bu kadar kaygılı insanlık için kendiniz için etrafınız için bir şeyler yapayım diye çırpınmazken, laylaylomken size iyi diyen adamlar siz ehli Kur’an olunca size kötü dediler. İtiraf edin. Elhamdülillah. Sünnet neymiş? Buymuş. Evet, sünnet kabak yemek değildir, sünnet iftira yemektir, sünnet taş yemektir.

Kendilerini rahatsız etmeyen doğruyu söyleyeni alkışlarlar kütleler. Kitleler demiyorum kütleler, ur gibi. Hatta taparlar. Rahatsız eden ve doğruları söyleyeni ise taşlarlar. Kütleler her zaman böyle oldular.

İki iyi arasındaki fark ne? Pasif iyi; pasif imanın sahibidir. Aktif iyi; aktif iman sahibidir. Yani pasif iyiyle aktif iyi arasında iman farkı vardır. Birinin imanı harekete geçirmez. Yani felçli imandır, öbürünün imanı harekete geçirir. Onun için pasif iyinin imanı da pasiftir, felçlidir. Pasif iyinin iki günü birdir. “Men istewâ yewmâhu fehuwe mağbûn.” Allah Resulü’nden gelen ve Kur’an’a vurduğumuzda yüzde yüz geçer not alan harika bir ifade: “İki günü bir olan ziyandadır”. İki yılı bir olan nedir ya? İflas etmiştir. Pasif iyinin iki günü birdir ama aktif iyinin iki günü bir değildir. Bu ne demektir biliyor muşunuz? Okuduğu Fatiha’ya inanıyor demektir, öbürüyse inanmıyor demektir. “İhdina’s-sırâta’l-mustaqîm.” Bizi dost doğru yola yönelt diyor. Yani sorguluyor, kendisini sorguluyor. Sorgulayan bir aklı var, sorgulayan bir aklı varsa değişiyor demektir. Değişmek için öğrenmek lazım, öğrenmeyenler değişmezler. Ölmek öğrenmemektir. Onun için Elhamdülillah. Siz ve ben buraya girdiğimizden farklı çıkacağız. Farkında mısınız? Pasif iyiyle aktif iyi arasındaki günlük farkın en tipik örneği. Buraya girdiğimizden farklı çıkacağız. Bu var ya bu, şükür secdesi edilecek bir şey aslında.

Evet, fert şahsiyet. Pasif iyi ferttir. Aktif iyi şahsiyettir. Pasif iyi hayırsız iyidir. Aktif iyi hayırlı iyidir. Pasif iyi taklitçidir. Aktif iyi tahkikçidir. Pasif iyi sorunludur. Aktif iyi sorumludur.

En azından kapağını görün kitabın: Pasif İyiden Aktif İyiye.

III. ENZİR/UYAR: ELÇİLİK AHLAKI

Enzir/uyar: Üçüncü alt başlığımız; Elçilik ahlakı. Efendim şunu söyleyeyim. Eğer din insanda bir ahlak inşa etmiyorsa o dini müzeye kaldırın. Hatta o din adamın ahlakını bozar. Hatta o din insanı insanlıktan çıkarır, canavarlaştırır. O din uyuşturucu olmuştur. Anlatabiliyor muyum? Onun için neden uyuşturucuyla mücadele birimi var Emniyette? Narkotik şube. Peki, neden uyuşturucuya dönmüş inançlarla mücadele yok? Oysa narkotik şubedeki uyuşturucuların tedavi merkezi var, AMATEM. Peki, inancı uyuşturucuya dönüşmüş olanlar, inançla uyuşturmuş olanları hangi merkeze gönderelim? Buraya (Siretü’l-Kur’an derslerine) gelsinler diyor arkadaşlardan biri.

Evet, elçilik ahlakı: İnzarın anlamı üzerine: Nedir inzar? Hatanın kötü sonucundan hata yapanı ve başkalarını korumak için yapılan uyarı, tembih. Arap lisanında da inzarın karşılığında tembih geçer. Arapça müteradifi. Eş anlamı diye bir şey yok bana göre de yakın anlamlı diyelim. Nezr ve inzar arasındaki bakışımlılığı gördünüz değil mi, fark ettiniz? Aynı kökten geliyor. Bir öncekinde adanmadan bahsetmiştim ve iki tür adanmadan bahsetmiştim. Tebettül adanması Müzzemmil suresindeki “We tebettel ileyhi tebtîlen…” Tebettül ve nezr adanması; Âl-i İmran suresinin 33-34-35-36. ayetlerinde Meryem’in annesinin adaması ve Meryem’in adanması. İki adanma. Biri kurumsal adamaydı; nezr adaması. Tebettül adanması ise; insanın varlığını hakikate adama. Anlatabiliyor muyum? İyiliğe adamak. İnsanın iyiliğe adanması. Peygamberler iyiliğe adanmış iyilik erleridir.

Nezîr; uyarıcılık. Her resul ve nebinin üst amacıdır. Evet, üst amaçtan bahsediyorum. Amaçlar iç içe geçmiş matruşkalara benzeyebilirler. Yani yüksek amaç, orta amaç, aşağı amaç. Ama en üst amacı nedir peygamberlerin derseniz, budur. Üst amaçtır, uyarmak. Uyarı her risalet ve nübüvvetin üst amacıdır. Vahiy iletmekten amaç uyarmaktır.

Uyarı eleştirinin alt başlıklarından biridir. Yani ‘Kur’an niçin inmiştir?’ sorusunun cevabı budur. Kur’an sopa çekmek için inmemiştir. Ölümü yüceltmek için inmemiştir, öldürmek için inmemiştir. Uyarmak için inmiştir. Evet, “Fezekkir innemâ ente muzekkir: Uyar, sen uyarıcıdan başka bir şey değilsin!” “Leste aleyhim bimusaytir: Sen onların üzerine badigart, jandarma, polis değilsin!” Ne kadar harika değil mi? Ne kadar harika. Hepimiz üstümüze alınalım lütfen. Evet, uyarırız, söyleriz tamam; ondan sonra küfrü mü tercih etti, tercih onun, şirki mi tercih etti, şirki tercih ettiyse onun… Benim ağızımdan ‘müşrikler öldürülmelidir’ diye bir tek laf duyabilir misiniz? Böyle bir şeyi söylersem Kur’an’ı inkâr etmiş olurum. Haa, hemen oradaki, Tevbe suresindeki bulduğunuz yerde… Allah aşkına yapmayın. Bakın, ateistler! Ben sizin kılınıza bir gözü dönmüş dinci zarar getirmesin diye ter döküyorum burada yıllardır. Ama siz ne yapıyorsunuz? Uydurulmuş dinle Allah’ın dinini miks ediyorsunuz, karıştırıyorsunuz, hepsine birden top atıyorsunuz. Allah’ın dininden bildiğiniz hiçbir şey yok, ey ateistler hiçbir şey yok! Kızmışsınız dayınıza, kızmışsınız mahalledeki yobaza, kızmışsınız amcanıza, kızmışsınız babanıza… Çünkü onunki din değil aslında, uydurulmuş din. Uydurulmuş dine kızmışsınız, indirilmiş din yorganını yakıyorsunuz. Yapmayın, yapmayın. Ben müşriklerin de hayat hakkı olduğuna inanıyorum. O Kur’an’daki, Tevbe suresindeki o emirler, Müminleri yurtlarından çıkaran ve onlara hayatı zehir eden, onların hayatına hasım olanlara karşı bir meşru müdafaa hakkıdır, ondan öte bir şey değildir. Bunu okuyacaksanız o zaman, o zaman geleceksiniz Kur’an’da onun karşısında “müşriklerle, sizi yurdunuzdan çıkarmayan ve sizinle savaşmayan müşriklerle iyi ilişkiler kurmanızı Allah size yasaklamaz” diyen ayetleri de onun yanına koyacaksınız, bitti. Eyvallah.

Teknik olarak burası önemli. “Uyar” demek, eleştiriyle aynı kapıya çıkar. “Ya eyyuhe’l-muddessir qum fe enzir: Sen Ey yatan iyi, kalk ve eleştir. Kalk ve uyar.” Teknik olarak ‘uyar’, ‘eleştir’ anlamına gelir. Kur’an baştan sona eleştiridir. Bunu unutmayalım.

Kur’an’ın devrimi: uyarı ve müjde

Kur’an’a karşı devrim: korku ve umut

Haydi bir ters köşe daha. Evet, kim icat etti “beyne’l-hawfi we’r-reca”yı, kim? Kim soktu bu yılanı Müslümanın koynuna? Uyarıyı korkuyla kim takas etti? Uyarı, oysaki uyarı bambaşka bir şey, korku bambaşka bir şeydir. Anlatabiliyor muyum? Uyarı bambaşka bir şeydir. Allah’ın dini anlam üzerinden üst beyne hitap ediyor. Uyarı üst beyne hitap etmek, kortekste hitap etmek. Yani insana hitap etmektir, ‘uyarı’, adı üstünde. Uyarının Kur’an’daki karşılıklarından biri “zikr”dir, zikir. Anlatabiliyor muyum? Evet, mev’iza, öğüt, zikir… İnzâr; asıl kavram inzar. Ama zikir de uyarı anlamına gelir. Peki inzar ile ‘hawf’i nasıl takas ettiler? Kim yaptı bunu? Ve niye yaptı? Bu çok önemli bir sorudur. Bu bir karşı devrimdir işte.

Mistik paralel din korku üzerinden alt beyne hitap ediyor. Uyarı üst beyne hitap eder akılla, korku alt beyine, limbik sisteme hitap eder. Korku taa bilmem kaç milyon yıl önceden getirdiğimiz bir şeydir. Evet, hâlâ insanoğlu gök gürlemesinden korkar, şimşekten korkar, yıldırımdan korkar. Niye biliyor musun? Bu çok önemli bir şey. Çünkü limbik sisteminde, alt beyninde bilmem kaç milyon yıl önceden beri çok yaşamış, o oraya yerleşmiş, o orayı yuva tutmuş. Hâlâ ürperir, ta oradan getirdiği şeylerdir. Bu tüylerin diken diken olmasının Allah’ın sünneti olan tekâmüldeki karşılığı nedir biliyor musunuz? Milyonlarca yıl önce üzerinden bir haşerat sürünerek geçerken haberi olsun diye. Taa oradan kalma bir şeydir bu. Tüylerim diken diken… Niye? Haberdar edecek seni. Çünkü o haşerattan bazıları bir adamı öldürebilir. Bir sarı akrep, efendim bir zehirli kertenkele, bir yılan vs. bir sürü böcek var. Bir tarantula, küçücük, üzerine geldiğinde seni uyarsın diye. Sinir sistemi ona göre şekillenmiş. Dolayısıyla korkuya hitap edenler bizi hayvanlığa çevirenlerdir. Bizi hayvana dönüştürenlerdir. Neden Allah ‘uyar’ diyor, kalk ve korkut demiyor? “Hâif” değil. Ne? “Qum fe enzir!İnzâr.Nezîr’dir peygamberler, hâif değildir. Anlatabiliyor muyum? Korkutucu değildir. Ya nedir? Nezirdir, uyarıcıdır. Fark var.

Uyarmak için bilgi gerekir, korkutmak içi bilgi gerekmez. Uyarının amacı kişilik, korkunun amacı kimlik inşa etmektir. Yani korkutursun, bir kimlik verirsin o kimlikle artık alır satar, alır satar. Bizdensin öbüründensin. Kategoriktir, analitik düşünmez artık. Analiz yoktur. Hiç analiz yoktur. Ne yaparsa yapsın, bizden olsun, çamurdan olsun. Mesele budur, oraya gelmiştir, değiştirmez tabii.

İnsanı hayvan sürüsü yerine koymak: sopa ve havuç. Korku, işte Allah yakar. ‘Allah yakar’la terbiye edilmiş ve büyütülmüş çocuklar ellerine imkân geçince Allah için insan yaktılar. Suriye’de iki tane askerimizi yakan o ve akşam da ölünce cennete gireceğine inanan, o uydurulmuş dinci militanları hatırlayın. ‘Yakan bir Allah’a iman ettiriyorsanız, olacağı odur. Geldiği yer odur. Dolayısıyla daha beteri var insanda. İnsan, eğer korkutularak büyürse, geriye doğru döner, sıçramalar yapar. Ama bu irticai sıçramalardır. Gerici sıçramalar. Mesela üç yüz bin yıl geriye sıçrar. Hani otobüslerde olur ya ilerleyelim beyler, geriye doğru ilerleyelim… Şimdi geriye doğru ilerlersiniz, üç yüz bin yıl sıçrar, korteks uçar. Korteks; beynimizi insan yapar, üstteki file, o uçar. Bir yüz bin yıl daha sıçrar, -frontal lob, bizi insan yapar- burası gider. Burası gitti mi zaten hayvan gibi davranmaya başlar. Daha, daha korkutursanız biliyor musunuz? Yedi milyon yıl sıçrar. Bakarsınız, orası gittiği zaman ape tepkisi vermeye başlar. “Kel’en’âm: Hayvan sürüsü…” Sürü demektir ‘en’âm’, sürü. Hayvan sürüsü tepkisi verir. Nasıl verir? Çok ilginç, alfa bir erkek olacak, ona kayıtsız şartsız bağlanacak. Ve ondan sonra hiç düşünmeyecek, aklını kiraya verecek, varlığı onun varlığına armağan olacak, bitti!

Hatta bazen daha büyük sıçrar, ne olur biliyor musunuz? Üç yüz milyon yıl geriye sıçrar, tüm beyin gider, beyin sapı kalır. Beyin sapını gördünüz mü? Böyledir. Sürüngenlik dönemindendir. Üç yüz milyon, üç yüz elli milyon yıl öncesindendir. Şu beyin sapı böyle kalır, tıslamaya başlar. Bilirsiniz ki sokacak, yılan haline döner, üç yüz milyon yıl sıçramış adam… Yaa, öyle korkutmuşsunuz ki üç yüz milyon yıl sıçramış. Dolayısıyla içindeki yılan ortaya çıkar. Bazılarının içindeki hayvanat bahçesini boşaltırsınız. Korkutursunuz, aaa içinden bir tilki çıkmış, acayip bir tilki. Yaa benim tanıdığım bu adam değil, bunda ne numaralar varmış! Ama içinden tilki çıktı, korktu çünkü. Korkan, insanlığını unutur. Korkuttuğunuzda insanlığınızı yok edersiniz. Onun için bakarsınız, bazen bir kurt çıkar içinden ve ısırdı mı sizi kuduz eder. Yılan haline döndüğünüzde bakarsınız omurga da gitmiş böyle aman mübarekte ne kıvırmalar var… Ne dersen de bir şey diyorsun ya… Adam diyor ki, diyorsun ki bak; “Ete kemiğe büründü Allah diye göründü”… Şeyhi için diyorsun. Orada şunu şöyle demişti, şunu şöyle anlatmıştı da şu şöyle anlama geliyor da şu şöyle tevil edilir de falan… Yılan. Yani anlatabiliyor muyum? Çünkü doğrusu yok, hakikat yok. Onun için hakikatin değeri yok, hürmeti yok. Onun için tevil edemeyeceği hiçbir günah yok, hiçbir şirk yok. Eyvallah. Onun için korku değil, uyarı. Bu çok önemli.

İlkinde öğüt veren bir Allah var, ikincisinde korkutan bir ilah var. ‘Allah yakar’ ve ‘Kur’an çarpar’ ile büyütülen çocuklar nasıl davransın istiyorsunuz?  Bu çocuk baba olunca çocuklarını sizce nasıl terbiye edecek? Şunu söyleyeyim. Çocuklarınızı korkutarak eğitmeye çalışmak, emeksiz eğitmeye çalışmaktır. Emek vermezsiniz, korkutursunuz biter. Sopayla insan eğitilir mi? İnsan eğitilir mi? İnsan hayvana vuramaz sopayı, insan insana nasıl vurur? Dolayısıyla bakınız yani bu toplum niye böyle oldu? Niye patlıyor? Niye dikişleri atıyor? Niye insanlar birazcık farklı düşündüklerinde uçlara gidiyorlar? Neden? Bunun hiç ortası yok mu yaa? Seven tapıyor, kızan şeytanlaştırıyor. Evet, ortası yok mu? Hiç yok mu? Niye oturup da konuşamıyorlar? Niye müzâkere edemiyorlar? Niye bir masanın etrafına gelemiyorlar? Niye? Niye sorusuna, bu mevzuya dönün, bu mevzuya dönün, bu mevzuya. Ve bu, bu yüz yılın mevzusu değil, son iki yüz yılın mevzusu değil, Allah Resulü vefat ettikten sonra Kur’an sahneden çekildi, yerine alternatif Kur’an’lar konuldu! O, o dinin eseridir!

Evet, gücü ele geçirdiklerinde kulları hem yaktılar hem çarptılar.

Korkuyla iman korkuya imandır.

Evet, bir adamın ensesine silahı dayadınız ve dediniz ki; Müslüman ol! O da dedi ki; ben Müslüman oldum, “Eşhedu en lâ ilâhe illallah”. Peki, o Müslüman olmuş olur mu? Hayır, olmaz. Bunun olmayacağını Allahu Teâlâ Kitab-ı Kerim’inde Firavun üzerinden anlattı. Ensesine su silahını dayadı. Artık boğuluyor, öyle değil mi? Firavun imanı denir buna, Firavun imanı. Boğuluyor. Ne dedi? “Ben Musa ve Harun’un Rabbine iman ettim.” Olmadı, Allah reddetti ve ilginçtir bizi korkutarak Firavun imanına ikna etmeye çalışanlar, “Müslüman olmayana iki şey var; ya cizye ya kılıç” diyen din, diyen fıkıh… Aslında Firavun imanına ikna etmeye çalışıyor. Bir de eskide şöyle dua ederdik iyi mi? Ben de cahiliye hayatımda bu duayı çok ettim: Son nefeste iman ver ya Rabbi. Niye? Önceden iman olmuyor mu? Son nefes, niye son nefes? Tabii, son nefes iman ver demek bana Firavun imanı ver demektir, yaa. Bu nasıl bir dindir? Siz nereye dükkân açtınız? Nasıl çarpıttınız? Nasıl bozdunuz bu dini? Müslümanların zihnini nasıl yıkadınız? Nasıl ütülediniz ki bu hale getirdiniz. Kur’an’ın reddettiği Firavun imanını, onu dua ile ister hale getirdiniz?

Evet, tüm despotlar korkunun ekmeğini yer. Eğer siz korku toplumu oluşturmuşsanız, ilke toplumuna ‘Fatiha’ deyin. İlke toplumuna Fatiha deyin, zira merhum olmuştur. Korku ahlakı bozar, münafık yetiştirir. Evet, korkunun ilk bozduğu şey ahlaktır.

IV. TEKBİR (3)

Tekbir, Allahu Ekber deyin diye değil. Efendim, üçüncü ayet. Evet, slogan değil yani. Bir tevhit ve özgürlük eylemi. Emir bir söz emri değil bir hal emridir. Evet, “qul”deki değil, deki yok orada. Anlatabiliyor muyum? Peki nedir orada? Fiildir fiil. Evet, emir fiildir. Bir şeyi yap, yani Allah’ı büyükle. Nasıl yapacağız bunu? Mesele bu. Tekbiri sindiren kula kul olmaz, kulu kul etmez. Büyüktür diye korkuyorsan korkma, Allah en büyüktür, ondan büyük yok. Aç bırakır diye korkuyorsan korkma Rezzâk-ı âlem Allah’tır. Güçlüdür diye korkuyorsan korkma, el-Kavi; en güçlü olan Allah’tır. Beni bitirir diye korkuyorsan korkma, el-Kahhâr olan Allah’tır. Allahu Ekber!

Evet, İsim mi sıfat mı? Teknik bir mesele. Bazıları sosyal medyada orada burada görüyorum, görmez olayım. Allah en büyüktür demek başka büyükler de var demek anlamına geliyormuş falan filan. Böyle cahillerin eline verirsen böyle yarım yurum şeyleri böyle oluyor, ortalık çamurdan geçilmiyor. Hayır, hem isim hem sıfat olarak kullanılır. İsim olarak şu anlamına gelir; En büyük, ism-i tafdil. İsm-i tafdilin Arap dilindeki sigası bu. Ama sıfat da olabilir. O da şudur; Tek büyük, hep büyük, fark etmez. “En büyük” dediğinizde ‘başka büyükler de var’ anlamına gelmez. Anlatabiliyor muyum? Ama bana göre sıfattır. Hep büyük, tek büyük anlamına gelir.

Hadsizler ülkesinde Kur’an’ı sakız eden cahil cüheladan bahsedecektim– geçeyim biraz önce değindim. Yani adam fiil, fail ve mefulü tanımaktan aciz. İsim, harf ve fiili tanımaktan, ayırt etmekten aciz. Oturmuş Kur’an hakkında ahkâm kesiyor. Kur’an’ı anlamak her mümine farz. Fakat Kur’an hakkında ahkâm kesmek her mümine farz falan değil. Yapmayalım. Kur’an’dan hüküm çıkarmak ehlinin yapacağı bir şey. Bu en basit her şeyde böyle bu öyle değil mi? Kasap nacağını al gir ameliyathaneye! Niye? Kesiyorsun ya. Kesiyorsun ya… Ameliyat kesmekten ibaretimdir? Bu mudur yani? Onun için yani doktor olmayı önlükten ibaret görürseniz doktor önlüğünü çalan herkese doktor dersiniz. Değil işte, böyle değil.

Evet salât tekbirinin Kur’an’ın delili bu ayettir. Müddessir suresinin 3. ayeti. Namaza dururken Allahu Ekber diyoruz ya iftitah tekbirinin namazın farzlarından sayıyoruz ya, bu ayettir onun delili. Namaz ibadetler mecmuası, emirler mecmuası olduğu için emirleri toplamış. Ama tabii bu emirleri toplaması namaz dışındaki tekbirin hayata müteallik olacak kısmını cevapsız bırakacak anlamında değil.

Gereksiz bir tartışma, refu’l-yedeyn. Nedir bu? Rükudan doğrulurken elleri kaldırmak. Biliyorsunuz diğer mezheplerin hemen tamamı refu’l-yedeyn hadisine dayanarak elleri kaldırırlar. Ama İmam Ebu Hanife bu hadisi reddeder. Hadisi reddetmesinin sebebi hadisin geldiği Abdullah Bin Ömer, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın fakih olmaması. İmam Ebu Hanife fakih olmayan sahabeden hadis almaz, Ebu Hureyre’den hadis almaz. Fakih değildir der daha doğrusu. Abdullah Bin Ömer fakih değildir der. Abdullah Bin Amr fakih değildir der. Dolayısıyla yani sahabeyi ikiye ayırır: fakih olanlar yani anlayışı derin olanlar demektir. O fakih, efendim o anlama geliyor. Fıkıh ilmini tedvin edenler, tedris edenler anlamına gelmiyor. Anlayış sahibi olanlar, anlayış sahibi olmayanlar ince anlayışı olmayanlardan delil almaz. Kimden alır bunun delilini? İbn Mesud’dan alır. İbn Mesud’dan gelen rivayet… Onun için de bununla amel etmez. Aslında bu bir bence yanlış anlama. Bütün araştırmalarımda gördüğüm şey aslında burada dile getireceğim bir şey değil ama aranızda merak edenler olur, yeri gelmişken bir daha değinmeyiz bu meseleye, onu da söyleyeyim. Bu refu’l yedeyn elleri kaldırmak diğer ara tekbirlerde elleri kaldırmanın aslında bunun söz konusu olduğu tek bir yer vardır, o da rükudan doğrulurkendir efendim ve rükuya giderkendir. Dolayısıyla peki nedendir derseniz, o da Allah Resulü Kâbe’nin önünde namaz kılarken Kâbe’yi gördüğünde selam vermiştir. İstislam içindir. Yani tıpkı tavaf ederken selam veriyoruz ya, istislam. Benim vardığım sonuç budur, beni bu sonuç ikna etmiştir. Ve el kaldırmanın tek anlamı da, iftitah tekbirinde el kaldırmanın tek amacı da Kâbe’yi görmüyoruz ama görenlere niyabeten, gördüğümüz anlara niyabeten selam veriyoruz. Zira Kâbe insan emeğinin yeryüzündeki ilk mimarisidir. Yeryüzünü imar etme/ hilafet görevinin ilk eseridir. Yani Allah’ın doğal sit alanı ilan ettiği harem bu demektir, ilk alandaki ilk yapıdır “İnne ewwele beytin wudi’a linnâsi lellezî bibekkete: Yeryüzünde yapılmış ilk ev Bekke vadisindeki bu evdir” ayeti gereğince…

Kur’an’dan yola çıkarak sorulacak soru şudur? Kıldığın namaz… “Namaz kılıyor musun?” sorusu Kur’ani bir soru değildir. Kur’an’la terbiye olmuş olanlar şu soruyu sorar: Kıldığın namaz seni hangi kötülükten alıkoydu, hangi iyiliğe sevk etti?

Birincisi “inne’s-salâte tenhâ ‘ani’l-fahşâi we’l-munker: namaz insanı kötülüklerden alıkoyar.” İkincisi de Mâ’ûn suresine istinadendir. Bu soru doğru sorudur. Evet kıldığın namaz seni hangi kötülükten alıkoydu? Bırak kötülükten alıkoymayı kıldığı namazla kendini cennetlik zannediyor, ‘kıl beş vakit namazı ye her haltı’na dönüştürüyor. Evet, namazla tapmıyor, namaza tapıyor maalesef.

V. ELBİSENİ TEMİZ TUT (4) ŞİRK PİSLİĞİNDEN UZAK DUR (5)

“Elbiseni temiz tut.” 4. ayet, “şirk pisliğinden uzak dur.” 5. ayet.

Tak. Evet, din temizliktir. Bu ifade bana ait değil hakkını teslim edeyim. Bu ifade efendim Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Şeyh Abdullahi Dehlevi’yle karıştırmayın. Şah Veliyyullah ed-Dihlevi âlim olandır, Hint yarımadasında ortaya çıkmış cins kafa, çok cins kafa 18. yüzyılda yaşamış müthiş bir âlimdir. Hüccetullâhi’l-Bâliğa ismi şah eseridir, güzel bir Türkçe tercümesi de vardır. Ona aittir.

Takva bilinç temizliğidir. Din temizliktir dostlar. Takva bilinç temizliğidir.

Zikir hafıza temizliğidir. Zikir boncuk değildir boncuk çevirmek değildir bunu artık biliyor olmanız lazım, tesbih de boncuk değildir, davranış temizliğidir çünkü. Tesbih, ‘Allah adına hareket et’ emridir.

İman ahlak temizliğidir.

İslam insani ilişkiler temizliğidir.

Abdest ve gusül beden temizliğidir.

İbadet gönül temizliğidir.

Salih amel eylem temizliğidir.

Zekât ve infak servet temizliğidir.

Hac toplum temizliğidir.

Evet, din temizliktir efendim.

Vizyonun inşası: fiziki temizlik. Bâtıni yorum; elbise yerine kalp şeklinde anlayanlar olmuş bu ayeti, evet. “We siyâbeke fetahhir: elbiseni temiz tut.” Adı üstünde efendim niye tevile gerek duyuyoruz ki? Tevile gerek duymamız için bir karine lazım. Yani bir çelişki görmüş olacak, görüntüde bir çelişki, o çelişkiyi izale etmek için tevil edersiniz. Nerede bir çelişki var? “Elbiseni temiz tut” gayet açık gayet net. Niye elbise kalptir? Kur’an kalp demeyi bilmiyor mu? Kur’an’da yüzü aşkın kalp kelimesi geçiyor. Demek ki böyle bir tevile gerek yok. Elbise elbise. Neden elbise? Evet çünkü kalk ve uyar dediyse eğer artık toplumun önüne çıkacak, bu da vizyondur işte. Vizyondur. Onun için yani moda giyinmek zorunda değilsin, moda olanı giy diye bir ayet yok yani gördüğünüz gibi. Veyahut da en pahalısını, en lüks olanı giy diye bir ayet yok gördüğünüz gibi. Veyahut da falan markayı giyin diye bir ayet yok. Ama temiz giyin diye bir ayet var. Temiz. Temiz. Bu önemli.

Ruhbanlık dini vardı o zaman. Peki bu böyle bir emir geliyorsa o zaman bir problem olmalı, toplumda yaşanan bir problem. Neydi? O zaman ruhbanlar, dindarlar, mistikler, zahidler pasaklı giyinmeyi Allah’a yakın olma ölçüsü olarak görürlerdi. Anlatabiliyor muyum? O zamanın dünyasında tüm mistik akımlar ki, dinlerin mistik akımlar tarafından içi boşaltılmıştı. Hristiyanlık, Hristiyanlık mistisizmine esir düşmüştü. Hz. Musa’nın mesajı Yahudi mistisizmine esir düşmüştü. Uzakdoğu dinleri zaten mistik. Peki neydi? Pasaklılık ve pejmürdelik Allah’a yakınlığın ölçüsü. Ne kadar pasaklısın, o kadar velisin. Ne kadar pasaklısın, döküntüsün o kadar Allah dostusun… Böyle bir mantık var. Böyle bir mantık hatta onlardan bazıları ikili bir hayat yaşıyorlardı, şizofren bir hayat. Kendi özel hayatlarında son derece lüks ama kullarının önüne çıktıklarında, dervişlerinin önüne çıktıklarında; pasaklı, yün elbiseler giyip koyun gibi kokarlardı. Eğer deve yönüyse deve gibi kokarlar, koyun yünüyse koyun gibi kokarlar bununla da şu mesajı verirlerdi. Benim huzurumda koyun gibi olun, sürü gibi olun. Anlatabiliyor muyum? Evet hayvan gibi olun, evet öyle.

Olmak ve görünmek ikileminde ilke. İyi ol, iyi görün. Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol değil. İyi ol, iyi görün.

“Ey Ademoğulları her mescitte zinetli ve zarif olun.” A’râf suresinin 32. ayeti. Tam yerine geldi oraya da biz manzarayı oturttuk.

O günün sorunu mistik dincilik: kaba, zevksiz, pasaklı, salaş… Böyle bir şeyin dinle alakası yok. Zevksizliğin dinle alakası yok, kabalığın dinle alakası yok, pasaklılığın dinle alakası yok, kokmanın dinle alakası yok, kokan çorap giyerek mescide gitmenin dinle imanla bir alakası yok. Sorumsuzlukla bir alakası var. Yıkanmamanın, yıkanmayarak başkasını rahatsız etmenin dinle bir alakası yok.

Evet. Misyonun inşası. İnancın temizliği, evet bu da misyon.

Evet “We’r-rucze fehcur.” 5. ayet. Ne demek?  ‘Ricz’ maddi pislik, ‘rucz’ put ve şirk. Bakınız, aynı harfler. Bir tek ses değişikliği var. O ses değişikliği de harekeden kaynaklanıyor, harften değil. Aynı harfler ama kesre okuyunca maddi pislik, ötre okuyunca manevi put ve şirk anlamına geliyor.

Evet. Hâcera. Evet hecera. Hâcera bir şeye kavuşmak için yola çıkmak…

Hecera bir şeyden kaçmak için yola çıkmak. Burada “We’r-rucze fehcur.” ‘Hâcera’dan gelmiyor ‘hecera’dan geliyor. Onun için kaçmak için yola çık.

Müşrikler necistir ile kasıt, şirk necistir demek.

Zira nebi müşriklerin üzerine gitti ama şirkten kaçtı. Evet. Müşriklerden kaçamazdı, niye? Çünkü onları davet için gönderildi. İnsan vazifesinden kaçar mı? Bir peygamberin görevi hakta olmayanları hakka davettir. Hakta olmayanlardan kaçınca kimi davet edeceksiniz?

VI. DUYGULARIN İNŞASI

Duyguların inşası. Altıncı başlığımız. Psikolojik inşa.

İyilik, hayır yapmayı kazanç kapısı haline getirme!

Bu ayet karşısında gerçekten de insanın ezilmesi lazım. Ayetin güzelliğine bakar mısınız? Hayır yapmayı kazanç kapısı haline getirme, iyiliği kazanç kapısı haline getirme ya da yaptığın iyiliği gözünde büyütme. Altıncı ayet. Evet. “Welâ temnun testeksir.” Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığına harika bir eleştiri. Anlatabiliyor muyum? Yani ey Muhammed, sen bunlara iyilik yap; ee kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez, böyle değil. Yaptığın iyiliği büyük görme. Biz ne yapıyoruz biliyor musunuz? Toplumsal olarak, Şark toplumlarının temel bir problemi. Elimizde bir dürbünle geziyoruz. Dürbünü kullanma tarzım şu yalnız; dürbünü ters kullanıyoruz. Kendi yaptığımız iyiliklere dürbünün büyüten tarafıyla bakıyoruz. Kendi yaptığımız kötülüklere dürbünün küçülten tarafıyla bakıyoruz. Başkasının yaptığı iyiliklere dürbünün küçülten tarafıyla bakıyoruz. Başkasının yaptığı kötülüklere dürbünün büyüten tarafıyla bakıyoruz. Oysa bunların hepsini tersinden yapmak doğrudur. Kötülükte kendi yaptığına büyüten tarafıyla bak, başkasının yaptığına küçülten tarafıyla, eğer ille de dürbün kullanacaksan. Bana sorarsanız dürbün kullanmayın. Yani, ne ise o kadar görün, o kadar görelim yani.

Bakara 272’nin verdiği ders: Hidayet senin elinde değildir. Bu Bakara 272’yi not alın bir daha ararsınız bulamazsınız. Çok ilginç bir ayet bu. Ayet ne diyor biliyor musunuz? Bir insanı dine kazandırmak için dahi ona iyilik yapma! Vay be, evet. Yani buna iyilik yapayım da bu Müslüman olsun diye dahi iyilik yapma. Bu müthiş, bu müthiş. Dolayısıyla bu ayeti ararsınız bir gün gelir, bulamayabilirsiniz.

İyilikte hasbilik esastır. Dine adam kazanmak niyeti bile hesabiliktir. Hesabilikle hasbilik birbirinin zıddıdır. Hesap yapıyorsanız hasbi değilsiniz. Yani fisebilillah yapmıyorsunuz.

Saf iyilik sıfır beklentiyle yapılandır.

Hayırsız hayırlar beklentiyle yapılan hayırlardır: partiye, tarikata, cemaate, davaya, dine adam kazanmak için hayır yapmak hayırsız hayırdır.

Rabbin için sabret. 7. ayet. Allah aşkına sabret. Evet. “We lirabbike fasbir.” Eyvallah. Neden Allah için değil de Rabbin için? Bu çok önemli. Neden Allah için sabret değil de Rabbin için? Zira Rab eğiten Allah’tır. Zımnen eğitimin hatırına sabret. Eğiten ve eğitilen açısından eğitimin anahtarı sabırdır. Bir öğretmenin ilk ihtiyaç duyduğu şey kalemden kâğıttan, tahtadan önce sabırdır, sabırdır, sabırdır… Çünkü eğitimin sermayesi merhamettir, bilgi ikinci sermayedir. Eğitimin sermayesi merhamettir. Eğitim şart, değil mi?

Evet. Öğrenmemeyi seçen eğitilemez tipler hep olacak. Sure buraya geldi de onun için. Sure buraya geldi. Nereye geldi? Efendim. Evet. Ölçtü, biçti kahrolası. Evet. Evet. Evet. Ölçtü, biçti. Tam oraya geldi 18-20. ayetler arası. Kahrolası, bir daha kahrolası… İki kez, evet. “Fequtile summe qutile keyfe kadder?” Nasıl da yamuk ölçtü, biçti? Yamuk kelimesi orada yok, lafızda yok ama söz geliminde var. Evet. Dolayısıyla ölçtü, biçti. Ölçüp, biçmek her zaman dürüst davranmak için olmuyormuş. Ölçüp biçen niceleri varmış ki ölçüp biçerek yamuk yapıyorlarmış. Ölçüp biçerek yamuk yapmanın en tipik örneklerinden biri bir şeyi yanlış ölçüyle ölçmek. Efendim; “Wezinû bi’l-qistâsi’l- müstaqîm.” Sadece doğru ölçmekle emrolunmuyoruz, doğru ölçüyle ölçmekle de emrolunuyoruz. Arpayı metreyle, arsayı kiloyla ölçerseniz -her zaman bu örneği veriyorum- yamuk ölçersiniz değil mi? Yani her şeyin bir ölçüsü var.

Sanatın ölçüsü estetiktir ama bilginin ölçüsü doğruluktur. Siz bilgiyi estetik üzerinden ölçerseniz yamuk ölçersiniz, bir sanat eserini de doğruluk-yanlışlık üzerinden ölçerseniz yamuk ölçersiniz. Sanat eserinin ölçüsü o değildir ki. Anlatabiliyor muyum? Aynen. Onun için Allah ile kralı ölçerseniz ne olur? Yamuk ölçtünüz. Evet. Şeyh ile Allah’ı ölçerseniz sizin ölçünüz şeytanın ölçüsü, yamuk ölçersiniz. Allah ile arana aracı koyma, diyorsun. Sen diyor, cumhurbaşkanından randevu isterken özel kalemine uğramadan, dilekçe yazmadan gidebiliyor musun? Ah ne güzel, ne güzel değil mi? Yani hani bunlar akıllarını kullanmıyorlardı? Hani aklı kapının önüne koymadan cennete giremezlerdi. Bakın. Zekâlarını nasıl kullanıyorlar, bu akıl değil, bu şeytani zekâ. Şirke bahane bulacak. Sen Allah’ı cumhurbaşkanı mı zannettin? Neyle neyi kıyaslıyorsun. Kulla Allah’ı nasıl kıyaslıyorsun? Demek ki sen Allah’a, Allah olduğu için tapmıyorsun sen. Allah güçlü olduğu için tapıyorsun. Gücü buldun mu tapacaksın demektir bu. Zaten görülüyor, şekilde görüldüğü gibi.

Evet. Peygamber ile şeyhini kıyaslar. Rüyada hep peygamberi görür. Gördüğü peygamber de en çok şeyhine benzer. Çok ilginç. Hiç tesadüf yok. Anlatabiliyor muyum? Aslında sen suçunu söyledin. Bu suçüstü yakalanmaktır. Cürm-i meşhut. Nedir? Aslında sen peygamber diye şeyhine tapıyorsun. Şeyhine iman etmişsin. Şeyhini peygamber ilan etmişsin iç dünyanda. Aslında onu rüyada görüp de peygamber damgası vurmanın sebebi bu. Suçüstü yakalanıyorsun Suçüstü.

Türbeyi Kâbe, türbe ziyaretini Hac yerine koyar, değil mi? Okuyor adam: “Sırrî sırruhu emrî emrihu: benim sırrım O’nun sırrıdır, Allah’ın sırrıdır. Benim emrim Allah’ın emridir. Ben ol dersem o olur. Kabrim beytullahtır; “Darîhî beytullah!” Allah Allah! Ee, geriye bir şey kalmadı ki. Tamam, sen Allah olmuşsun zaten. Hâşâ ve kellâ. Başka bir şeye gerek yok. Ve “ben Allah oldum” diyen adamlara “sen evliya oldun” diyenler nasıl bir şirk ile savruluyorlar?

Dinin direği olan tevhidi yıkar, namazı dinin direği yapar. Din yıkılmış zaten. Feweylwn li’l-musallîn der böylelerine Kur’an. “Lanet olsun o namaz kılanlara!”

Allah istese yapmaz mı diyerek keramet sahtekârlıklarına yer açar.

Büyüleyen Kur’an ve büyülenen kahrolası tip! Biraz paradoksal geldi değil mi size? Kur’an’la büyülenmeli miyiz sorusunun cevabı bu surededir. Evet, çok ilginç “in hâzâ illâ sihrun yu’ser!” Evet.

“Göz kamaştırıcı bir büyüdür bu” dedi. O yamuk ölçüp biçen var ya. Velid Bin Muğire’ydi o gün. Mekke’nin vaizi Mekke’nin şeyhiydi Velid Bin Muğire. “Dürüst davranın, putlara kestiğiniz kurbanları haram paradan kesmeyin” diye Mekkelileri uyaran adamdır bu. Anlatabiliyor muyum? Harika değil mi? Tam pire kanı namazı bozar mı? Putlara kestiğimiz kurbanı haram paradan kesmeyin… Bu aslında çok ibretlik. Bu öyle bir adamdı. Mekke’nin şeyhi bu. “İn hâzâ illâ sihrun yu’ser” dedi. Çıkamadı işin içinden. Çünkü büyülenmişti. Kur’an onu büyülemişti. Ve büyülendi. Kur’an büyülemek için inmedi. Kur’an karşısında büyülenmemiz gerekmiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Onun için bak, etkili bir sihirdir diyor. Muhteşem bir sihirdir diyor veya geleneksel anlamına da gelebiliyor yu’ser. Bunu yapan sadece müşrik Mekke şeyhi, vaizi Velid Bin Muğire mi? Sorum size, hepinize.

Kur’an’ı şarkı kitabı yapanları ekleyin buna.

Ekleyin buna Kur’an’ı ecza dolabı yapanları. Çok ilginç. Havâssu’l-Kur’ân diye Gazali’nin bir risalesi var. Hangi ayet hangi hastalığa…? Kur’an ecza dolabı olarak inmemiştir. Kur’an ahlaki hastalıklarımıza ecza olarak inmiştir. Kur’an’ı, Kur’an’ı ecza dolabına dönüştürenler ahlakına dönüştüremeyenlerdir.

Evet. Kur’an’ı eski Mısır’ın ölüler kitabına dönüştürenler. Velid Bin Muğire gibi yanlış ölçüp biçenler kategorisine girmiyor.

Tevrat’ı baş üstünde taşıyıp dediğini tutmayanlar, kitap yüklü eşekler diyor Cuma suresinin 5. ayeti; “kemeseli’l-himâri yahmilu esfârâ.” Peki aynısını Kur’an’a yapan Müslümanlar ne? Haydi Bayraktar Hoca’yı buradan rahmetle analım. Hocam, Allah uzun ömürler versin. Rahmetle anın deyince siz anlarsınız da, anlamayanlara söyleyelim. Dirilerin rahmete ölülerden daha fazla ihtiyacı var.

Yahudilere Tevrat’ı başının üstünde taşıyıp, başının içinde taşıyıp da sorumluluğunu taşımayan Yahudilere eşek diyen Allah. Kur’an’a aynısını yapan Müslümanlara aferin mi diyecek?

Kur’an’ı anlamadan ezberleyip 70 akrabaya ahirette torpil kitabı yapan, bir de yetmiyormuş gibi elçi dilinden yalan uyduranlara ne demeli? Ne demeli? Bu ayeti demeli. Evet. Bu ayet onlara gelsin. “Femâ tenfe’uhum şefâ’atu’ş-şâfi’în Evet. Hiçbir şefaatçinin torpili onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır, o şefaat bekleyenlere. Bu surenin 48. ayeti.

1400 yıl sonraki hastalığı gören ayet gibi ayet. Niye ayet gibi ayet dedim? Mucize gibi diyemediğim için, o kelime ithal de ondan, 400 yıl sonra.

VI. “ASLANDAN KORKUP ÜRKEN YABAN EŞEKLERİ”

Aslandan korkup ürken yaban eşekleri. Bu ayet, bu surede. Bir fotoğraf gösterelim. Yaban eşeği zebradır. Arap dilindeki yaban eşeği, zebradır. Dolayısıyla şimdi biliyorsunuz bir aslan bin tane zebrayı önüne katıp, götürür. Burada Kur’an ne yapmıştır teşbih yapmıştır. Bu bir mecazdır, öyle değil mi? O zaman aslan neyin mecazıdır, eşek neyin mecazıdır.

Kur’an’dan kaçan o günün insanı aslandan ürken yaban eşeklerine benzerseKeennehum humurun mustenfirah ferrat min qaswerah.” (74:51-50). Kur’an deyince kuduran bugünün insanları neye benzer? Kur’an aslana benzetilmiş. Hakikatin aslanı Kur’an. Hakikat aslana benzetilmiş. Niye hakikat aslana benzetilmiş? Aslan kendi rızkını kendi emeğiyle kazanır. Başkasının emeğine konmaz. Başkasının alın terine konmaz. Aslan çakal gibi rantçı değildir, sırtlan gibi avantacı değildir. Nedir ya? Emeğiyle geçinir. İkincisi bir kez yer, ikinci kez dönmez. Üçüncüsü yediğinden mutlaka ötekilere de bırakır. Akbabalar beslenir, sırtlanlar beslenir, çakallar beslenir, haşarat beslenir, diğer leşçiler beslenir. Yani hayır da yapar. Aslan yani. Onun için, dolayısıyla aslan hiçbir kalıntıyı yattığı yere götürmez. Yani kokutmaz, “aslan yerinden belli olur” derler ya o doğrudur. Aslan kokuşacak hiçbir avını yatağına götürmez. Onu çürüyeceği bir tabiatta bırakır. Yani aslan hakkında neredeyse 300’e yakın iyi şey saymış Câhız, Kitâbu’l-Hayevân’da. Neyse benim aklıma gelen bunlar oldu. Ama evet, Kur’an hakikati aslana benzetiyor.

Peki eşeğe benzettiği ne? Yalan, hurafe, uydurma, bu bağlamda hurafeler. Yani Allah’ın indirdiği dinin yerine konulmuş uydurma din. Kur’an’dan ürken ve korkan yaban eşeğine benzetilmiş yalanın eşeği.

Yalan eşeği Kur’an hakikat aslanını gördü mü kaçar, arkadaşlar. Ama bugünküler öyle değil sanki. Kur’an aslanından ürküp kaçan yaban eşekleri. On yıllardır Kur’an’ı siz anlayamazsınız diyenler. Bu memlekette bunu diyen zümreler vardı biliyor musunuz? Şu anda sesleri kesildi ama bunu sanki bir Allah emri gibi naklediyorlardı insanlara. Kur’an’ı anlamak kim biz kim? Hatta hatta sanki Kur’an’ı anlamaya çalışmak günahmış gibi takdim ederlerdi. Özellikle mistik çevrelerden belli zümreler. İçinizden onları tanıyanlar vardır.

“Kur’an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı” diyen sapıklar. İşte bu, bu cümledendir. “Kur’an’ın hadise ihtiyacı, hadisin Kur’an’a ihtiyacından fazladır” diyenler. İşte bu ayette belirtilenlerdir. Yani aslanı görüp ürken yaban eşeği gibiler.

“Kur’an okumayın, imanınız gider” diyenler. Bunu daha önce anlatmıştım. Bir kez daha anlatayım. Şimdi vefat etti, adını vermemde sakınca yok. Efendim, artık verebilirim. Vermiyordum ismini. Hemşehrim de olur. Ankara merkez vaizlerinden ve meşhur bir vakıflar zincirinin de kurucusu olan Mustafa Kalfaoğlu. Bir gün bana telefon etti. Hocam, dedi, dersleri izliyormuş. -Benden yaşlarca büyük, hayli büyük, hayli yaşlı-, biliyor musunuz, dedi. Biz dedi “Kur’an’ı okurken bir ayetle karşılaşırız da dinimiz, imanımızdan oluruz” diye korkutulduk dedi. Allah Allah… Yani hidayet için gönderilmiş olan Kur’an, dinden imandan edecek! Sen Müslüman olacaksın, -Kur’ansız Müslüman- ama Kur’an’a kavuşunca dinden imandan olacaksın! Zaten şunu söyleyeyim. Behemehal o dinden imandan ol! At yani onu. O din ve iman değilmiş zaten. Kur’an’ı görünce terk edeceğin din şeytanın dinidir. Rahman’ın dini değildir, İslam dini değildir o, uydurulmuş dindir. Ben böylesini duydum, bakın ismini de ilk defa verdim. Haa öldükten sonra verdin diyeceksin, şimdi gidip de soramayız ki. Bana güveniyorsanız inanacaksınız. Yani bu kadar milyar insan içinden bu isim nereden aklıma geldi? Yani uyduracaksam eğer hiç tanımadığınız bir isim uydururdum. Yerini de yurdunu da veriyorum, mesleğini de veriyorum, yaşını da veriyorum. Dolayısıyla bu bir. İkincisi kendileri su gibi yalan söyleyenler karşılarındakini de kendileri gibi zannedermiş. Bu bir hastalık zaten. Evet. Ben böyle bir şeye de şahit oldum. Ondan sonra başkalarında da şahit oldum buna.

“Bana ayet okuma, 500 ayet okusan da nafile” diyenler aslandan korkan yaban eşeklerine benzer. “Buhari çökerse İslam çöker” diyenler aslandan korkan yaban eşeklerine benzerler.

Dinini Kur’an’dan öğrenenlere “peygamberi devreden çıkarıyor” çamuru atanlar aslandan korkan yaban eşeklerine benzerler.

Kendi yazdıkları kitapları vahiyle kıyaslayarak paralel Kur’an ilan edenler aslandan korkan yaban eşeklerine benzerler. Evet Müddessir. Misyon ve vizyonun inşası… Özete geçtim, bitti yani.

“La ilahe illallah: Kula kulluğa hayır!” devrimin Mekke’deki yankılarını işledik. Kur’an’ın çift kutupluluğunu işledik, değindik. İlk 7 ayette yedi emri saydık. İyiler ikiye ayrılır dedik; aktif ve pasif iyiler. İyilik ikiye ayrılır dedik; hasenat ve salihat. Abdullah oğlu Muhammed iyiydi dedik ama aktif iyi değildi dedik. “Kalk ve uyar” diyen Kur’an onu aktif iyi yaptı dedik. “Enzir; uyar”, elçilik ahlakı dedik. Kur’an’ın devrimi uyarı ve müjdeydi bunu havfe, recaya, korkuya dönüştürenler Kur’an’a karşı devrim yaptılar, dedik. Ve korkuyu tanrı yaptılar dedik. Ve bu ümmeti korkuya kul ettiler, Allah’a değil, dedik.

Tekbir bir tevhid ve özgürlük eylemidir, dedik. Elbiseni temiz tut ve şirk pisliğinden uzak dur, din temizliktir, dedik. Vizyonun esası fiziki temizliktir, misyonun esası inancın temizliğidir, dedik. Duyguların inşası, psikolojik inşa dedik, bu surenin ana konusuna.  “İyilik, hayır yapmayı kazanç kapısına haline getirme” ayetine vurgu yaptık. “Rabbin için sabret” ayetini zikrettik. Öğrenmemeyi seçen eğitilemez tiplerin yanlış ölçüp biçtiğini söyledik. Büyüleyen Kur’an ve büyülenen kahrolası tipin, aslında Kur’an’dan istifade etmeyen, Kur’an’ı büyü metnine dönüştüren tip olduğunu söyledik.

1400 yıl sonraya mesaj: “Hiçbir şefaatçinin torpili işe yaramayacaktır” ayetine dikkat çektik. Kur’an aslanından ürküp kaçan yaban eşeklerinin örneklerini verdik.

EKLER

Eklere geldik.

Bir anmamız var. Afganistan Kabil’den Ferhunde Melikzade. Allah onu rahmetine gark etsin. Gördüğünüz tabii burada oynatmaya ben dayanamam ama eğer izlemeye takati olanlar, ben izleyebilirim diyenler izlesinler. Vahşeti görsünler. Gözünüzü kapayarak o vahşeti yok edemiyorsunuz.

Uydurulmuş dinciler tarafından 19 Mart 2015 tarihinde yani geçtiğimiz dersten sonraydı onun için bu derse kaldı. Önce Kur’an’ı yaktı iftirası atılıp sonra vahşice linç edildi. Bu linçi lanetle hatırlıyor, bu cesur Kur’an talebesini rahmetle yad ediyoruz. Aynı zamanda kendisi ilahiyat öğrencisiydi. Allah ile aldatmak ve vahşice linç etmek Afgan talibanına has değildir. Resmî-gayriresmî teşviklerle palazlanan yerli talibanların eline fırsat geçerse aynısını fazlasıyla yapacaklarından hiç kimsenin kuşkusu olmasın!

Uydurulmuş din nasıl bir şey? Bu Hristiyan versiyonu. İzleyelim mi? Evet. Görüyorsunuz. Geçmişte ölmüş bir papazın ayak iskeletini çıkardı, evet ayağı çıkardı, su döküyor şimdi. Şimdi o suyu teberruken, buyurun içecekler, kafalarına dökecekler, efendim götürecekler cenazeleri için kullanacaklar, çocuklarını yıkayacaklar. Evet, senin zemzemin varsa diyor benim de bu var diyor. Bakınız efendim, âb-ı kevser!

Bu da bizden… Öptüğü ne biliyor musunuz? Tahta, protez. Ölmüş bir insanın geriye bıraktığı protez. Evet. Fazla bir yoruma gerek yok.

Bu ders size tavsiye edeceğim görsel harika bir film. Çok hoşuma giden bir film. Birkaç kez izledim ben. Sheyda. İran yapımı. Hollywood filmlerini tavsiye edince Amerikan ajanı olmuyorum. Yahudi filmlerini tavsiye edince İsrail ajanı olmuyorum. Ama İran filmini tavsiye edince İran ajanı olur muyum? Peki, o zaman Sheyda, efendim. Harika bir romantik dram. 1998 yapımı.

Niye bunu tavsiye ettim biliyor musunuz? Geç kaldı, geçenki derse yetişmedi. Müzzemmil suresi filmidir bu. Müzzemmil suresi. Evet. Ne dediğimi filmi izleyince göreceksiniz.

Benim kahramanlarım bölümünde kahramanımız burada.

Video…

Bu kahramanımız Amerikan askeri. 26 tane Müslümanın canına kıymış askerlik yaparken Afganistan’da, şurada burada… Ve ondan sonra Amerika’da kızının devam ettiği okulda kızının sıra arkadaşı Müslüman diye onunla hesaplaşmaya gelmiş. Bu hesaplaşmada Kur’an’ı vermişler eline. Zihninden İslam Merkezi’ni bombalamayı geçiriyormuş, Richard McKinney. Bombalamayı geçiriyormuş, ne olmuş? Kur’an’ı incelemiş. Pişman olmuş, tövbe etmiş. Öldürdüğü 26 Müslümanın -ki bu savaşta öldürüyor bunları- anısını vücudunda yaşatmak için bedenine 26 tane kandamlası şeklinde dövme yaptırmış. Eh, Amerikalının tövbesi de böyle oluyor demek ki. Bununla kalmamış. Daha sonra Kur’an’ı incelemiş, sorgulamış ve uzun bir sorgulama sürecinden sonra İslam’a teslim olmuş, barışa teslim olmuş. Barış adamı olmuş savaş adamı. Ve İslam Merkezi’ne gelmiş, orada da başkan seçilmiş. Ve şu anda İslam Merkezi’nin hem başkanı hem de fahri imamı. Müslümanlara bakıp kâtil olanlar, Kur’an’la tanışıp tövbekâr oluyorlar. Müslümanlara bakıp adam öldürenler Kur’an’a bakıp adam diriltiyorlar. Bu haberi bize ulaştıran Avustralya’dan Süleyman Balcıoğlu dostumuza teşekkür ediyorum.

Evet sosyal medya hesaplarımız, unutmayın. Twitter hesabımız, Facebook hesabımız, İnstagram hesabımız ve websaytımız, sitemiz. İnşallah onları da yeri geldikçe takip etmeyi sürdürün. Zaten bu tip anonslar orada da yapılıyor.

Efendim Siretü’l-Kur’an’ın 13. dersi burada sona erdi.

Gönlünüze, akleden kalbinize afiyet olsun, hikmet olsun.

Bir dahaki derste buluşmak üzere Allah’a emanet olun.

Hoşça kalın, sağlıkla kalın.

1 Yorum

  • Hocam ben size edecek dua bulamıyorum artık. Allah sizden razi olsun ben sizin imanınıza da mücadelenize de tevhidin ve tekbirin hayat bulduğu güzel ömrünüze de şahidim.. Dersleri metne döken güzel kardeşlerimizden de Rabbim razı olsun. Daim dualarımdasınız. Rabbim yar ve yardımcınız olsun inşallah..

Yorum Yaz