Baktığınız yerden Müslümanlar bu kadar saf mı görünüyor?

Başörtüsü problemi yıllardır kanayan bir yara. Bu yarayı açanlar, yaranın kangrene dönüşmesini keyifle seyrediyorlar.

Türkiye’de bir başörtüsü problemi ihdas etmek, bu ülkenin geleceğini dinamitlemekti. Kendisini bu ülkenin asli sahibi olarak gören malum odaklar, bu açık gerçeği göremedi ya da bile bile bu toprakların geleceğiyle oynadı. Birincisi cehalet, ikincisi ihanetti.

Başörtüsüne karşı estirilen terör, sadece insan hakları ve inanç özgürlüğünü ihlal değil, aynı zamanda korkunç bir strateji hatasıydı. Bu ülkenin güvenlik refleksini sabote etmek ve bu ülkede yaşayanları ‘millet’ kılan değerleri yıpratmak için bundan daha iyi bir yol bulunamazdı.

Bütün bu olanlardan sonra, kim kalkıp da Müslümanları Türkiye’deki mutlak iktidarlarını sarsacağından korktukları Avrupa Birliği’ne karşı başlatılan kampanyaya üye olmaya çağırabilir? Üstelik o birileri, Müslümanların tüm kutsallarına karşı “topyekûn savaş” naralarıyla saldırıya geçenlerin ta kendileriyse…

Bu kandırmacanın adını “Kuva-yı Milliye” koymak, zaten şaibeli olan bu kavramı daha da şaibeli hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Bu topraklarda yaklaşık 150 yıldır milletin yoluna döşenen resmi tuzakların semantik aldatmaca ve kandırmacalarla kamufle edildiği nasıl görmezden gelinir?

Bunu yapanlar, herkesi kör alemi sersem mi sanıyorlar?

Düşünebiliyor musunuz; bir yandan inancınıza karşı amansız ve acımasız bir savaşın cengaverliğine soyunacaklar, öte yandan sizi “mayın eşeği” yerine koyup cepheye sürmek için çantada keklik bilecekler…

Sahi, Müslümanlar onların baktığı yerden bu kadar saf, bu kadar aptal mı görünüyor?

Yeminli din karşıtlarının, adını -sözümona- “Kuva-yı Milliye” koydukları saflarda savaşacak kadar hamakat şahikası bir Müslüman çevrenin varlığına inanasım gelmiyor. Yine de temkinli konuşmak lazım. Ne de olsa burası Türkiye ve Hristiyanların teslisi gibi Türkiyeli Müslümanların da ‘din u devlet’ tesniyesi var. İslam adına birileri, hâlâ devletin ‘teknik bir kurum’ değil ‘kutsal bir mit’ olduğu tezini ısrarla işlemeyi sürdürüyorlar.

Roma’nın hikayesi geliyor aklıma…

Roma “güç”tü, Roma ihtişamdı… Zaten bu yüzden Roma hiç adil olmadı ve adaleti tesis gibi bir amacı da olmadı. O, güce iman etmişti. Yalnızca gücü kutsuyor ve “onur” sayıyordu.

Bu putperest uygarlığın gücü tükenince, dünkü dostları düşmanları oldu. Dünkü gücü zaafı oldu… Dünkü avantajları dezavantajları haline geldi…

Gücü her şey zanneden Roma yıkılırken, bir zamanlar aç aslanların ağzına attığı Hristiyanlardan yardım istedi. Demek ki, Roma da kendi dindarlarına “ahmaklar”, “safalak zavallılar” olarak bakıyordu.

Kim bilir belki de bu, bir tür “megalomani” idi. “Güç her şeydir, adalet hiçbir şey” sloganını ideolojisinin temeline yerleştiren sistemlere tebelleş olan psiko-patolojik bir durum…

Tabiî ki ilk Hıristiyanlar Roma’nın zannettiği kadar saf ve enayi olmadıklarını gösterdiler. Gücü onur kabul eden zalim Roma’nın imdadına yetişmediler. Sonunda Batı Roma büyük gürültülerle tozu dumana katarak göçtü. Doğu Roma ise, ayakta kalabilmek için Hristiyan’mış gibi görünme yolunu seçti ve putperest yüreğinin üzerine kilisenin haçını taktı.

Özetle, dün küçümseyip arenalarda gladyatör yemi olarak kullandıkları insanlar, artık Roma’dan boşalan yerin tek varisiydiler.

Şimdi birileri kalkıp başörtüsü zulmünden bir şekilde etkilenen milyonlarca, evet -abartısız- milyonlarca insanın gönlünü çelmek için, onların inancıyla dalga geçercesine, “kanun taslağı” hazırlığına girişiyor.

Neymiş efendim, başörtüsü İmam Hatipler’de ve İlahiyatlar’da serbest bırakılsınmış…

Hani bu adamlar “ruhban sınıfı”na karşılardı?

Üççeyrek yüzyıldır bu nutukları, resmi ideolojinin bir söylemi olarak dinlemiştik.

Şimdi bu teklif, resmen ve alenen “ruhban sınıfı” ihdas etmek anlamına gelmiyor mu? İmam-Hatip ve İlahiyatlı öğrenciler dinlerinin icabına göre yaşasınlar ama “din kadınları sınıfı”na (!) girmeyen kadınlar sürüm sürüm sürünsünler, öyle mi?

Bu teklifi hazırlayanlar İmam-Hatipli ve İlahiyatlı Müslüman kızları “rahibe” sınıfına mı sokuyorlar? Bununla “Dinin emirleri sadece din adamlarını bağlar” mı demek istiyorlar? Yoksa bu, “Avrupalılar karşısında zor durumda bırakmayacak kadar din özgürlüğü bize yeter, gerisi fazla” anlamına mı geliyor?

Bu sadece resmi ideoloji eliyle dini tanzim ve tarif etmek değildir. Bu aynı zamanda resmi ideoloji eliyle dini Hıristiyanlaştırma projesidir.

Olaya ahlaki açıdan bakılınca teklife “ahlaksız teklif” adını vermemek mümkün değil. Ölümü gösterip hastalığa razı etmek gibi gayr-ı ahlaki bir tavırla yüz yüze Müslümanlar.

Yasal olmayan, kanunsuz bir yasağın bir kısmını geri çekerek geri kalanını yasalaştırmak, hangi insaf, hangi ahlak, hangi vicdan ile bağdaşır?

Bir de bunu Müslümanlara kıyakmış gibi takdim etmeleri yok mu, pes doğrusu!

 

Yorum Yaz