Amerika’da İslam (1)

Amerika’da İslam’ın kökleri, neredeyse Colombus’tan 300 yıl öncesine kadar gidiyor.

Batılıların “Coğrafi Keşifler” adını verdiği şeyin keşifle bir alakası yok. Hoş, keşif İslami bir kavram ve vahyin inşa ettiği akılda, maddi olandan daha çok manevi olan için kullanılır. Ecnebi lisanında kullanılan “discovery” ise, daha çok içinde “macera ve serüven” vurgusu baskın, maddi ve dünyevi olan bir kavram. “Keşfettik” dedikleri her coğrafyada insan yaşıyor. Demek ki, bencillik illetine tutulmuş Batılı akıl, bu insanları da yeni keşfedilen canlı türleri arasında bir yerlere yerleştiriyor.

Hatırlar mısınız, Kehf suresinde anlatılan, sembolik anlam örgüleriyle dolu Zülkarneyn kıssasında, kıssa kahramanının Doğunun en ucuna ve Batının en ucuna yapığı seferler aktarılır. Bu anlatımda üç unsur göze çarpar:

  1. Adalet, bilgi ve gücün birlikteliğinden doğan muktedir bilgelik ve güç ahlakı.
  2. Kendilerini “güneş ışığından başka bir şeyin örtmediği” ilkel yaşantılı insanları bile olduğu gibi kabul edecek bir hoşgörü.
  3. Gerçek bilgi, güç ve iktidar sahibinin Allah olduğuna gönülden iman.

Çin belgelerine göre, bir gurup Müslüman denizci daha 1200’lü yıllarda Amerika kıtasına bir sefer düzenler. Bir kaynakta okuduğum kadarıyla, Bu filonun Müslüman komutanı, Çin deniz gücünün de komutanıdır.

1310 yılında Mali’nin Müslüman Emirinin Abu Bakari (Ebu Bekir?) isimli bir şehzadesi, Meksika Körfezi’ne bir sefer düzenler. Bu seferin amacı yüzyıllar sonra Batılıların “keşif” adı altında gerçekleştirdikleri talan, soygun, işgal ve soykırım değil, sadece seyahattir.

1500’lü yılların başında çizilmiş olan Piri Reis’in dünya haritasına Amerika kıtasını da gerçeğine çok yakın bir biçimde eklediğini biliyoruz. Bu olağanüstü haritanın, daha önce Amerika da dahil, dünya seferine çıkan Müslüman denizcilerin ve coğrafyacılarının hazırladığı bir kaynağa referansla hazırlanmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Colombus’un seferi bilindiği gibi İspanya Krallığının müzaheretiyle yapılmış bir sefer idi. Tam da bu yıllar, 800 yıllık Endülüs İslam devletinin mirasının yağmalandığı, insan ve bilgi kaynaklarının “sömürüldüğü” yıllardır. 1492’de son kalenin de düşmesiyle noktalanan 8 asırlık Endülüs İslam Medeniyetinden geriye kalan her şey, daha sonraki yüzyıllık zaman diliminde hem hoyratça kullanıldı, hem de yok edildi. İşte Colombus’un Amerika’yı keşfi (!) tam da Endülüs mirasının yağmalandığı döneme denk gelir. Rivayetlere göre Colombus, Amerika seferinde Müslüman denizcileri kullanıştır. Hatta sık sık gemide isyan çıkar. O isyancıları, her seferinde Müslüman kılavuzları kastederek “Bu adamlar ne yaptıklarını iyi biliyorlar; göreceksiniz verdikleri bilgiler doğru çıkacak” diye teskin eder.

Yine, 1500’lerin başında Fas’tan gelen Müslüman seyyahlar kıtayı baştanbaşa geçerler.

Kıtaya ilk çıkan İspanyol sömürgeciler, yerlileri köleleştiremezler. Kıta yerlileri olan Kızılderili kabileler, beyaz adama köleliğe razı olmaz. Kanaatim o ki, Kızılderililere uygulanan soykırımın esas sebebi köleliğe razı olmamalarıdır. Eğer köleliğe razı olsalardı, muhtemelen soykırıma uğramayacaklardı.

İş gücü ihtiyacını karşılamak için köle açığını kapatmanın başka çareleri düşünülür. Afrika’dan köle taşıma siyaseti, işte böyle başlar. Yanlış anlaşılmasın; Afrika’dan Amerika’ya taşınan insanlar, ana vatanlarında köle falan değildirler. Onların kahir ekseriyeti hür insanlardır. Fakat köle ticareti başladığında, sırf köle sevkiyatı için okyanus sahillerinde “köle ihraç limanları” kurulur. Bu limanlar ilerleyen yüzyıllarda koca koca liman kentler haline dönüşürler. Hatıraları yeni gün yüzüne çıkan bir Osmanlı alimi var: Bağdatlı Abdurrahman Efendi. Yemen’e gönderilen iki Osmanlı gemisinin okyanusta yollarını kaybedip kazara Brezilya sahillerine demirlemesi üzerine, Amerika’daki siyahi Müslümanlarla tanışan ve orada kendilerine din öğretmek için kalan Abdurrahman Efendi, hatıralarında bu insanların nasıl köleleştirildiği hakkında bilmediğimiz bir gerçeği dil getirir: Afrika kabileleri birbirleriyle savaşıyor, bu savaş sırasında ele geçirdikleri düşman esirlerini köle ederek Amerika’yı işgal eden sömürgeci korsanlara satıyorlardı.

İlk postada Amerika’ya taşınan köle sayısı 10 milyonun üzerindedir. Müteakip 300 yıl içinde köle taşıma devam edecektir. Sırf aşıma esnasında yolda telef olan insan sayısı 19 milyondur. Amerikan kaynakları farklı telaffuz etse de, benim anladığım o ki, bu kölelerin çoğu, kahir ekseriyeti Müslüman olan Afrika’nın Fulani adı verilen kabilelerine mensuptu. Bu arada Uzak Doğu’dan özellikle Kore’den getirilen insanlar da köleleştirilir.

İlginç köle hikayeleri de yaşanır. Mesela, 1732’de Eyyub b. Süleyman Jallon (Ayyub b. Sulaiman) adlı Müslüman köle serbest bırakılır. Georgia eyalet başkanı tarafından, İngiltere’ye gitmesi için ödenek tahsis edilir. 1735’te memleketi Boonda, Galumbo’ya varır.

Anlatan dost, ben olayın kahramanından dinleyen üçüncü raviyim diyerek anlattı: Öz çocuklarını, elinden alınıp köleleştirmesinler diye Musa Peygamber gibi bir sandık içinde suya bırakan anneler olmuş.

Bir başka ilginç hikaye var: 1807’de Yarrow Mahmud adlı bir Müslüman köle Washington DC’de serbest bırakılır. Çok zengin olur. Colombia bankasının kurucuları arasında yer alır, 120 yaşında ölür. 1820’de Abdurrahman İbrahim isimli bir prens köle diye satın alınıp zorla getirilir, girişimler üzerine Dışişleri bakanı emriyle serbest bırakılır.

 

Yorum Yaz