Kurban tartışmaları neyi kurban ediyor?

Peşinen söyleyeyim: Siyaset Meydanı’nı izlemedim.

Haberim vardı, fakat zamanıma kıyamadığım için bile isteye izlemedim. Zaten, konuşmacıların üç aşağı beş yukarı ne söyleyeceğini kestirebiliyordum. Dahası, programın ardından medyada yer alan fragman, haber ve yazıları okuyunca, bütününü izlemiş gibi oldum.

Kurban tartışmaları, türünün ilki değil. Daha önce de, aynı odaklar tarafından çeşitli dini konular tartışma masasına yatırılmıştı. İbadetlerde Türkçe kıraat, cenaze namazında kadınların konumu, haccın mevsimi bunlardan sadece bir kaçı.

Prensip olarak katılmasam da, bu gibi tartışmalara karşı değilim. Aksine, şartlarına uygun yapılırsa, hayli yararlı olacağını, toplumun gündemine dini konuların daha sıcak bir biçimde girmesinin yanında, insanların dinleriyle ilişkilerini hurafe ve taklit üzerine değil, bilgi ve bilinç üzerine kurmalarına kapı aralayacağını düşünüyorum.

Fakat bu tür dini konuları tartışma masasına yatıran tarafların, yukarda söylediğim türden bir amaçları olmadığını düşünüyorum. Onlar bu işi, toplum mühendisliğinin bir parçası olarak -Hıristiyanlaştırılmış bir İslam- projesini dayatan derin devletin siparişi olarak alıyorlar ve emir-komuta zinciri içerisinde- -görevlerini- yapıyorlar.

Yoksa “Türkçe ibadet” tartışmaları yaparken alınları secdeden delindiğinden; kurbanı tartışırken “Allah’a daha iyi nasıl kurbiyyet kesbeder, daha çok nasıl yaklaşırım” kaygısı taşıdıklarından değil. Esasında onların Allah’ın iradesine teslim olmak (İslam) gibi bir kaygılarının bulunmadığı, kimilerinin takiyyeci birer militan ateist olduğu da bir gerçek.

Onların işret alemlerinde yediği etleri biz tartışıyor muyuz? Örneğin, canlı canlı kaynar suda haşladıkları, haşlarken ciyak ciyak bağıran zavallı ahtapotların hakkını niçin aramaz hayvan severler, bilmem ki? Ya da, yılbaşı hindileriyle, hamburger danalarını? Hayvan eşitliğini biz mi savunalım? Yoksa bazı hayvanlar daha mı eşit? Türkiye’nin tüm imkanlarını aralarında üleşen haramzade -yönetici seçkinler- devletin değişmez politikası haline getirdikleri seçkinciliklerini hayvanlar alemine de mi taşıdılar: “Elit hayvanlar, elit olmayan hayvanlar” diye…

Sahi, namaz kılmakla, kurban kesmekle hiç alakası olmayan adamlar, Müslümanların ibadetlerini neden tartışır? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Kurban tartışmalarıyla neyi kurban etmek istiyorlar? Bu çirkin oyunda figüran olarak kullanılmak istenen hocalar, bu işe nasıl olur da gönüllü –kurban- olurlar?

Birinci sorunun cevabı belli: Onlar, kurban tartışmalarıyla cahil yığınların bilgi ve bilincini artırmayı değil, kafasını karıştırıp onların din ve dini değerlerle olan bağını yıpratmak istiyorlar. Bu şekilde bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaklar. Bu kuşlardan biri de, derin devletin korkulu rüyası olan, İslam’ı önceleyen sivil toplum kuruluşlarının finans kaynaklarının başında geldiği varsayılan deri meselesini kökünden halletmek.

Ya ikinci sorunun cevabı? İşte o pek belli değil. Bu gibi tartışmaların odağına çekilen hocalar (gazeteciler ve veteriner hekimleri geçiyorum) ne umarlar? Birincisi, yüzyıllardır kaynağından ve asıl amacından uzaklaştırılarak adetleştirilen dini davranışların yeniden amacına (makasıdu’ş-şeria) ve aslına/sünnet olana (sünnet’in anlamlarından biri de bir şeye orijinal şeklini vermek demektir: senne’t-tîn) döndürülmesi olabilir ki haklı bir gerekçedir. İkincisi, İslam’ın güler yüzünü öne çıkarmak için, modern dünyanın verilerinden yola çıkarak yeniden okuma denemesi olabilir ki bu da başka bir zeminde tartışılabilir.

Birinci gerekçeye ben de katılırım. Bu gerekçeye dayanarak söylenenlerin % 90?ı da ilmi açıdan itiraz götürmeyecek şeyler. Açalım:

Taşı mı ayıklamalı, pirinci mi?

Kurban uygulaması, Kur’an’ın getirdiği bir uygulama değildir. Tıpkı sünnet olmak, tavaf, sa’y, salat ve hacc gibi İbrahim Peygamber’in kutlu mirasıdır. Ne ki müşrikler, Hz. İbrahim’den geriye kalan tüm ibadet ve değerlere yaptıklarını Kurban ibadetine de yapmışlar, ona şirk karıştırarak putçuluğa kurban etmişlerdi. Rasulullah, şirke bulanmış diğer tüm ibadetler gibi kurban ibadetini de zararlı unsurlardan ayıklayıp asli/orijinal haline döndürerek sünnet kılmıştı.

Hacc ibadetinin bir parçası olan Kurban, müctehidlerin kaynakları okuyuş ve delilleri tasnif ediş farklılıklarına göre vacip, sünnet gibi hükümler almıştır. Hemen belirtelim ki, Kevser Suresi’nin ikinci ayetinin kurban kesmeye delaleti tartışmalı (zanni)’dir. Hatta bir kısmı sahabeden olmak üzere birçok otorite, “venhar” ibaresinin delaletini kurban dışında yorumlamışlardır.

Kur’an’da kurbanla ilgilendirilen ayet yalnızca söz konusu ayet değildir elbet. Ne ki, bunun dışında içerisinde “süslü gerdanlar” vs. gibi dolaylı ya da “hedy” gibi doğrudan ifadelerin geçtiği Kurbanla ilgili tüm ayetler, Hatemi’nin dediği gibi hacla ilgilidir. Ancak Hatemi, “Hacc dışında kurban sünnet değildir” derken yanılıyor. Eğer bununla Rasulullah’ın hacc dışında kurban kesmediğini söylemek istiyorsa, buraca ciddi bir bilgi eksikliği söz konusu demektir. Hem Rasulullah hem de sahabe, Medine’de hacc dışında kurban kesmişler ve hatta bu kurban etlerinin saklanması konusunda Rasulullah’ın bir talimatı (“üç günden fazla tutmayınız”) yanlış anlaşılmış ve tartışmalar sonucunda yine Peygamber durumu aydınlığa kavuşturmuştur.

Yaşar Hoca, “bedeli verilir” derken, aslında “makasıdu’ş-şeria”ya atıfta bulundu ve buna ilmi bir itiraz olamaz. Dini davranışlarda amaçların araçlara feda edilişinin tek örneği değildir kurban; aslında birçok dini davranış amacından saptırılarak, Yahudilerin yaptığı gibi ruhu cesedine, özü kabuğuna, gayesi vasıtasına, hatta hikmeti illetine feda edilmiştir.

Bu, fıkhın –tefakkuh- olmaktan çıkıp donduğu alandır ve bir problemdir. Şu soru sorulmalıdır: İlaç ve malzeme eksikliğinden en ufak yaraların kangrene dönüştüğü ve hatta ölümlere neden olduğu Çeçenistan’da bir yaralıya bin kurban gönderseniz, onun etini ne yapsın? Fakat bir kurbanın bedeli belki bir can kurtaracaktır. Can farz, kurban nafile (ya da Hanefi usulüne göre vacip). Ebu Hanife’ye sorsak hangisini tercih ederdi derseniz? Bence hiç tereddüt etmeden ikincisini ederdi. Hayreddin Hoca da işte aynı maksatla bu içtihatta bulunuyor ve bizce de yerden göğe isabetli. Aynı sıkıntı zekâttaki içtihadı “temellük şartı”nda da yaşanıyor.

Tabi, Müslümanların kurbanlarıyla uğraşan toplum mühendisleri, Hocaların bu fetvalarını istismar etme peşinde. Fakat çok umutlanmasınlar: Derileri zorla gasp edenler, kurban yerine bedelinin caiz olduğu fetvasına tabi olan (ki karşıt fetvaya uyma tercihi de aynı oranda saygıya layıktır) dindarların parasını deri kadar kolay gasp edemeyeceklerdir.

Fakat Yaşar Hoca, ikinci gün tekrar yayınlanan fragmanda izlediğim kadarıyla isabetli yaklaşımını garip ve anlaşılmaz bir finalle noktaladı: Üç kurban parasını Mehmetcik Vakfı’na bağışladığını söyleyerek.

Bu –bağış’ın-, bizim gibi askeri demokrasilerde ne demeye geldiğini az-çok aklı başında herkes bilir. Sahi Yaşar Hoca, bu ülkede kurban bedelini bağışlayacak bir tek sivil kurum bulamadı mı? Oysaki kendisi, telefondaki Diyanet görevlisini “birilerinin nabzına göre şerbet vermekle” suçluyordu. Aman dikkat dostum; adamı kendi kurşunuyla vururlar sonra!

Hepsinden öte, Kur’an mealinde “salih amel”i “barışa yönelik iş” diye çevirecek kadar barışçıl olan Hoca’nın kurban bedelini sivil bir kuruma vermemesini, “konjonktüre yönelik bir iş” olarak değilse nasıl te’vil (meal bu mastardan türetilir) edeceğiz?

Galiba pirincin taşını yine ayıklayamadım.

Olsun, ben de taşın pirincini ayıklarım.

( 6 Mart 2000 )

 

Yorum Yaz