Siretü’l Kur’an 38. Ders | Tekasür Suresi (II) Bir “Çokluk Tutkusu” Dersi

 

Siretü’l Kur’an 38. Ders

(Tekâsür Suresi (II) Bir “Çokluk Tutkusu” Dersi  /  06.02.2022)

 

38 ‘inci dersimizde yine beraberiz. Bugün 6 Şubat 2022. Tekâsür Suresi’nin geçen birinci dersini yaptık. Bugün de ikinci dersini yapacağız. Bir “çokluk tutkusu” dersi ya da “Tekâsür krizi”… Yani hepsi kullanabilir. Bu bir kriz ya da “bir nitelik mi nicelik mi?” dersi. Geçen dersimizde olayın bir vahim boyutuna değinmiştik. Bugün surenin içinde geçen Kur’an’da başka bir yerde de bu kadar konsantre geçmeyen bir boyutuna değineceğiz. Önce yine sureyi bir mealen vereyim size.

“Bismillahirrahmanirrahim” “El-hâkumu-ttekâśur” “Çoğaltma tutkusu, sizi oyaladı. Sizi helak edinceye kadar oyaladı. Mahvedinceye kadar, tüketince, bitirinceye kadar oyaladı.”Hattâ zurtumu-lmekâbir” “Ta ki en sonunda kabirleri bile ziyaret ettiniz.” “Kellâ sevfe ta’lemûn” “Yok böyle yapmayın! Bir gün gelecek işin farkına varacaksınız, ne büyük hata yaptığınızın farkına varacaksınız. Mutlaka sonuçlarını göreceksiniz! Bu dünyada göreceksiniz!” “Śumme kellâ sevfe ta’lemûn” “Tutun ki bu dünyada görmediniz ama bir gün gelecek bir başka hayatta göreceksiniz ama mutlaka sonuçları ile yüzleşeceksiniz, hesabını vereceksiniz! Çoğaltma tutkusunun nasıl sizi alıp götürdüğünün; çoğaltma tutkusuna neleri feda ettiğinizin, çokluk tutkusuyla nelerden vazgeçirttiğinizin hesabını vereceksiniz!” “Kellâ lev ta’lemûne ‘ilme-lyakîn” “Yok böyle yapmayın! Keşke, keşke yakın bir bilgiyle, kesin bir bilgiyle burada bilseydiniz burada bilseydiniz!” Neyi bilseydiniz? “Leteravunne-lcahîm” “Tutuşturdunuz bir ateş olduğunu…” Yani ateş yaktığınızı, kendinizi yaktığınızı, her şeyinizi yaktığınızı, ömrümüzü yaktığınızı; aklınızı, iradenizi, vicdanınızı, bilincinizi yaktığınızı “bir bilseydiniz!..” “Śumme leteravunnehâ ‘ayne-lyakîn” “Tamam, burada görmediniz yakın bir bilgiyle, kesin bir bilgiyle ama bir gün gelecek kaçınılmaz biçimde orada ayne l-yakin’ olarak gözünüzle göreceksiniz” “Śumme letus-elunne yevme-iżin ‘ani-nna’îm” “En sonunda size verilen tüm nimetlerden hesaba çekileceksiniz…

 

 

 

I  — KADİM BİR ÇOKLUK TUTKUSU ÖRNEĞİ

KABİRCİLİK DİNİ ÜZERİNDEN ÖLÜLERİN İSTİSMARI

Kabircilik dini, dedim. Belki ilk duyuşta çiğ gelebilir, sizi çiğretebilir. Ama “olayın kendisi ağırsa tasviri hafif olmaz”, olmamalı. Çünkü olayın kendisi ağır; ağır olay ağır kelimelerle ifade edilir. Ağır olayı hafif kelimelerle ifade edemezsiniz; taşımazlar, kırılırlar ve ifade edemezsiniz karşınızdakine anlatamazsınız olayın ağırlığını anlatamazsınız. Bozulma ağırsa, çürüme ağırsa, yozlaşma ağırsa, onu ağırlığı oranında nakletmelisiniz. O ağırlığı taşıyacak ağır kelimelerle nakledersiniz, başka çaresi yok. Onun için “kabircilik dini” bu bir din. Hakikaten bu bölümü bitirdikten sonra, bu dersi bitirdikten sonra bunun birçok dini içinde taşıyan garip bir din olduğunu göreceksiniz. Şu anda da insanlığın en büyük nüfusunun bu dine iman ettiğini göreceksiniz. Kabircilik dinine. Evet bu bir din. sadece din değil bu öyle bir din ki diriler ölüler tarafından yönetilir, bu dinde. Bu dinde, ölülerin hatırı dirilerin hatırından bin kat üstündedir. Bu dinde dirileri bozdururlar ölülere harcarlar. Bu dinde, ölülerin hatırı için dirilere iftira ederler. Bu dinde ölüler, dirilere tahakküm eder, onları yönetilirler. Dolayısıyla göreceğiz… Yani kabircilik dini üzerinden ölülerin istismarını göreceğiz. Ölüler yaparlar mı? Ölüler tahakküm eder mi? Ölüler dünyayı-alemini yönetir mi? Hayır. Uyanık diriler, ölüler üzerinden yönetirler. Asıl problem burada, yoksa ölü ne yönetecek. Ölü adı üstünde ölü!.. Ölmüş!.. Sağdan sola dönemez, kendi başını tutamaz, üstüne bir haşerat gelse onu alıpta şuraya koyamaz. “Ayağım yoruldu, şunu bir çevireyim” diyemez. “Nefesim daraldı, şöyle çevirin” diyemez, ölü adı üstünde canlı değil artık ama uyanık diriler tilki diriler, çakal diriler; ölüler üzerinden yönetirler, ölüler üzerinden güç devşirirler, ölüler üzerinden tahakküm yürütürler problemde bu.

Evet, tüm anlatacağımız ders surede ki  “Hattâ zurtumu-lmekâbir…  Zurtum: ziyaret kökü. Oradan gelir işte, ziyaret kelimesi. Türkçeleşmiş zaten kullanıyoruz. Mekâbir: kabirler demek zaten oda Türkçeleşmiş, dilimize geçmiş onu da kullanıyoruz. Dolayısıyla yabancısı değilsiniz…

 

AYET NE DİYOR?

İşi, kabirleri ziyarete vardırana dek, “çokluk tutkusu” sizi helak etti” diyor. Evet, “El-hâkumu-ttekâśur. Hattâ zurtumu-lmekâbir” “işi kabirleri ziyarete vardırana dek çokluk tutkusu sizi helak etti”. Kabir, Yunancadan Arapçaya geçmiş bir kelime. Araştırmalarımız sonucunda ulaştığı sonuç bu.”Kaberoi” kelimesi Yunanca ki başka kelimelerde var Yunancadan Arapçaya geçmiş. Bu kelime de öyle gözüküyor. Kabirler, lahitler, türbeler, sunaklar… Bazıları kabirlere kıyamamış ki “kabir ziyareti ölmekten kinayedir” demiş. Yani özellikle yeni bir yaklaşım. Bu biraz da Elmalı ile meşhur olmuş. Merhum Elmalı üstadımız kıyamamış. Oysa bunun tevile ihtiyacı yok! “Hattâ zurtumu-lmekâbir”  “Ta ki kabirleri ziyaret ettiniz.” Tamam; sade, saf manası bu cümlenin. Ama “hayır” demiş. “Kabir ziyareti ölmekten kinayedir.”  “Yani ta ki öldünüz ölünceye kadar “demiş. Oysaki; “hattal-lmevt” çok basit, çok da kullanışlı ve Arapçaya, Arapçanın dil yapısını çok uygun hele Kur’an’ın dil yapısına çok uygun “hatta-lmevt” der, bitirirdi sözü. “ Hattâ zurtumu-lmekâbir ” ayrı bir şey. Dolayısıyla bunun tevile gereği yok. Niye öyle? Kabir ziyaretini kurtarmak istemiş. Kabir ziyaretine bir şey mi olmuş ki kurtarmak istemiş? Evet bir şey olmuş. Vahhabilik diye bir akım, Selefi içinden çıkmış bir akım İbn Teymiyye kendisine nispet etmiş. 18 yüzyılda çıkmış bir akım var. Bu akım, Âli-Suud, Suud ailesine yaslanarak, onun siyasal gücünü arkasına alarak, Arabistan’da hayli icraatlar yaptı. Bu icraatların en başından ne geliyordu biliyor musunuz?.. Kabirleri yıkmak… Yani kabir terminatörlüğü… Dolayısıyla buna bir tepki olarak böyle bir tefsir geliştirmişler. Vahhabilerin kabir terminatörlüğünün savunacak hiçbir yanı yok. Yani kabirlerle savaşacak, başka savaşacak şeyin mi kalmadı senin?.. Yani dirilerin şerrini bitirdin de ölülerin evleriyle mi, kabirleriyle mi, mezarlarıyla mı savaşıyorsun?.. Ne olacak? Bunun kabri yıktın ne olacak? ne kazandın şimdi? vesaire bu ayrı bir mesele. Bu tuzağa bende düştüm. İşte tövbemi fiilen burada yapıyorum. Yani bu tevil tuzağını… yani bu doğru değil çünkü. Bu tevil, Tekâsür bağlamıyla hepten alakasız çünkü. Hepten alakasız… yani ölünceye kadar sizi çokluk tutkusu oyaladı ama öyle demiyor ayet zaten bir. İkincisi de gerçekten kabir meselesi, ölüler meselesi, mezarlar meselesi gerçekten Tekâsür ile alakalı, çoklukla alakalı bir şey. Şimdi onu göreceğiz zaten.

Vahhabi vandallığına vuralım derken ayetin dalını kesmişsiniz. Ayetin kanadını koparmışız; eli, kolu, kanadını koparmışız… Müşrik kabileciliği, iş kabirleri saymaya kadar vardırmış. Evet, sebebi nüzulde nakledildiği gibi; müşrikler birbirleriyle kabile yarıştırıyorlar, ataları yarıştırıyorlar… Zaten dinlerinin bir adı var: Atalar dini, babalar dini. Yarıştırırken kabirleri saymaya karar varıyorlar. Dirileri sayıyorlar, gücü kabir şeylerinin… kabilenin gücünün daha yüksek olduğunu söylemek için ifade etmek için kabirleri saymaya kadar işi vardırıyorlar. Ölülerini bile sayıyorlar, ölüler üzerinden güç devşirmeye kalkıyorlar. Zira kabir her devirde güç ve sayı tapıcılık tarafından istismar edilmiş, bugün de istismar ediliyor. Edilmiyor mu?..

 

KABİR NASIL Mİ İSTİSMAR EDİLMİŞTİR? İŞTE ŞÖYLE

Bu bir kabir. Nemrut Dağıdır bu. Bunun bir kabir olduğunu biliyorsunuz değil mi?

Evet bu bir kabir. Burada bir ölü yatıyor. Kommagene krallarından biri. 2100 yıl önce ölmüş, buraya gömmüşler ve ona tapan “onun tanrılık makamına yükseldiğini, ölünce tanrıya yakın olduğunu, ölünce tanrılık makamına yükseldiğine” inanan onun etbaı ne yapmışlar?.. Biraz da meta-zoruyle -zor yoluyla- dağın üstüne bir dağ daha yapmışlar elle taşınmıştır bu. Evet garibanların, mazlumların elleriyle taşınmıştır; bu taş, toprak… Bunun bir kabir olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bakınız evet dolayısıyla…  Affedersiniz kral Midas’ın babasının Tümülüs’ü… özür dilerim efendim oraya gelmedik. Evet, Kral Midas’ın babasının Tümülüs’ü bu. Tümülüs, Kurgan höyük de deniliyor buna. Kral Midas -biliyorsunuz-, “eşek kulaklı kral” diye de meşhurdur; aynı zamanda parayı icat eden insan olarak da bazı kaynaklarda geçer. Evet Tümülüsler; -Anadolu’da bilmem bilir misiniz?- Höyükler hemen hemen birçok yerde vardır. Anadolu’da höyük, gerçekten çok yaygındır. Trakya’da daha yaygındır. Avrasya steplerinde milattan önce 4. Bin yılın başlarında başlamış, 6 bin yıl önce bir gelenek bu. Liderlerini, reislerini getiriyorlar; bir tepeye gömüyorlar, etrafına taş dolduruyorlar, ona bir ahşaptan da sanduka yapıyorlar, -daha sonradan taş sandukaya evirilmiş daha sonradan lahite evirilmiş bu. Baya bir evrim geçirmiş bir hadise bu.- ondan sonra üzerine toprak yığıyorlar, tabii bunlar Milattan önce 4000 yılın başlarında başlayan bu olay, neye dönüşüyor; Zigguratlara dönüşüyor bazı kültürlerde; Sümer’de olduğu gibi Maya kültüründe olduğu gibi. Yani basamaklı piramitlere dönüşüyor. Anlatabiliyor muyum? Basamaklı… ondan sonra daha da sofistike bir hale getiriyorlar bu kabir işini. Ve Mısır’da piramitlere dönüşüyor işte Kefren, Keos diğerleri bu piramitler; birer kabir, birer mezar, tümülüs yani. Tümülüs; aslında Türk dillerinden alınmış, Slav dillerine geçmiş bir kelime olarak… Hayır, “Tümülüs” Latince; “Kurgan” Türk dillerinden alınmış bir kelime. Höyükte bizde meşhur… Anadolu’da “Höyük” derler zaten genelde… Benim ilçemde, mesela, Develi de civarında bir sürü höyük vardır; onlar da kabile şeflerinin, kabile liderlerinin mezarları böyle… Dolayısıyla bunlar mezar. Bunların içerisinde: bazen bir kişi çoğu kere 3 kişi, 5 kişi hatta birinde 30 kusur kişi çıkmıştı. 30 kusur kişinin gömülü olduğu tespit edilmişti. Kim bunlar: Ölen öldü şef; şefin karısı veya karılarını da gömüyorlar ama diri diri gömüyorlar. Dahası şefin seyisini gömüyorlar at bakıcılarını dahası şefin hizmetçilerini gömüyorlar dahası şefin köpeklerini ve atlarını da gömüyorlar, getiriyorlar… dahası şefin; su içtiği kabı, yemek yediği sahanı ve değirmeni vesaire gömüyorlar. Niye gömüyorlar?.. Çünkü şef Kabirde de yiyip içecek; hanım kabirde de lazım. Atına bakan kabirde de bakacak. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla bu bir din, bu dinin kökeni ruhçuluğa dayanıyor, “animizme”. Nedir?.. Ruh insandan çıkar; 7 gün sonra ruh sahibine geri döner. Bu “animizm dini”nin bir inancı. Dolayısıyla ondan sonra bu dönüşte kademelerdir: 40, 40. gün, 52. gün ruhun dönüş kademeleridir. Dolayısıyla bunlar bakınız bugüne nasıl taşınmış işte. Ölünün eli ikisi, ölünün yedisi, ölünün kırkı, ölünün körü. Millete eziyet. Allah doğuda birine bir ölüm vermesin adamın iflahını kesiyorlar. Doğuda olan arkadaşlarımız iyi bilirler. yani önüne yanamıyorsun arkadaş dirilerden. Niye? Gediklileri var. Ölü evi gediklisi bunlar. Ölü olduğu gün minderi kaparlar gelirler; ekmek elden su gölden adamın iliğini, kemliğini eritip bitirirler; bir servet harcatırlar. Anlatabiliyor muyum?.. Bir gün, iki gün, üç gün, beş gün; bazen on gün, bazen kırk gün gitmez oradan; yer-içer akşam yatacak zamanı gider yatar, yine sabah bir de bakmışsın kapının önünde bitmiş. Allah’tan korkar insan değil mi?.. Ne geleneği ya!.. Gelenek falan değil… Bu, gerçekten bir soygun hem de silahsız soygun. Düşünebiliyor musunuz?.. dirilerin ihtiyacı var… o evin ihtiyacı var… Ölüsüne yanmıyor, ölüsüne ağlayamıyor bile çünkü diriler ona izin vermiyorlar. Acısına yanamıyor… Düşünebiliyor musunuz?.. Bu nasıl bir gelenektir?.. Ayrı bir mesele…

Evet, bu iş Kurganlarla başladı, milattan önce 4 binlerin başında. Daha sonra bakınız geldiği yer burası. Sizce bu nedir? Lahit odasına girmek için, -ben iki üç defa girdim şimdi yasak zaten en büyük piramitin.- Lahit odasına girmek için, secde haline gelmeniz lazım. Orayı öyle yaptırmış firavun. Onun için yani ölüsünün huzuruna senin secde halinle sürünerek varmak lazım alnının yerde ancak öyle geçebiliyorsun… Ben demiştim ya “nasıl çözüm bulayım?” diye. Ancak ters girdim efendim. Yani o gerekir miydi yani “secde”: aslında “gönlünüzün duruşudur” efendim. Gençlikte işte böyle bir çözüm bulmuş olduk. O da bizim eylemimiz demek ki. Efendim, 35 40 yıl önceki olay. Ama bu acayip firavun geleneğinin, bizim medreselerimizde yaşatılmasına ne dersiniz?.. Bazı medreselerde talebe odasına girerken kapılar böyle engin olur. Bir de böyle iftihar ede ede anlatmazlar mı onu: “Biz adamı burada eziyoruz, rukü haline getiriyor iki büklüm ediyor öyle sokuyoruz.” anlatabiliyor muyum?.. Bu… o Yahudi midraşlarından, medreselerinden alındı. Bazı kiliselerde de böyledir. Kudüs’te bir kilise vardır; -bilmem bilirimsiniz- böyle (rükû) etmeden giremezsiniz kiliseye. Rükûa eğilmeden giremezsiniz. Bu nedir?.. Ez adamı ez!.. Ruhbanlarının önünde kır onurunu… yani karakterini ufala, şahsiyetini yok et, özgürlüğünü ez, vur kafasına eğ… Önünde bir rükûa eğdir ondan sonra geçsin. Ondan sonra da şahsiyet bekleyeceksin öyle mi?.. İşte, bizim medreselere de sıçradı. -Bu şahsiyetsizlik meselesi…- Bununla bir de övünmemize ayrıca üzülüyorum.

Evet, Bunu yaptıran Firavunun köleleri… arasında olmak ister miydiniz?.. Yani sizde… 100 bin kişi büyük firavunu yaparken, büyük piramiti yaparken öldü kayıtları var tarihte. Bunu 30.000’ne kadar indirenler de var. Bilemiyoruz ama bunu yaparken ölen insanların gömüldüğü çok büyük bir mezar var orada bulundu ve bu mezar üzerinde yapılan araştırmalar: yüzbinleri bulan insanın oraya gömüldüğünü gösterdi. Toplu gömü, toplu ölümler… nasıl bir şey bu!.. Tabii bu, şu anlama gelmiyor: “gidelim” efendim “piramitleri yıkalım” hayır, hayır taşına dokunamazsınız! Dokunmamalısınız! Niye?.. İnsanlık mirasıdır… Niye?.. İbret vesikasıdır. ” Kul sîrû fî-l-ardi fenzurû keyfe kâne ‘âkibetu-lmucrimîn” “De ki; ‘dolaşın, gezin yeryüzünü, mücrimlerin, günahkarların akıbeti ne olmuş görün!..’” Nasıl göreceksin?.. Bu bir ibret vesikasıdır; yani iyisi örnektir -numune-i imtisaldir- kötüsü ibrettir. İyisini örnek alırsın, kötüsünden ibret alırsın ama yaşar, dokunamazsın. Unutmayın, buralar ne zaman feth olundu? Hz. Ömer zamanında; Amr Bin Asr’dı ordu komutanı ve Mısır’ a girdi.  Giren sahabe ordusuydu. bir tek taşına dokunmadılar, bir firavun heykeli yıkılmamıştır sahabe ordusu tarafından biliyor musunuz?.. Mısır firavun heykelleri ile doluydu. Burada da işte: Ebu-lHevl var “Sfenks”. Görünmüyor şu anda bakınız. Efendim, ya uçta  kalıyor görünmüyor. Biliyorsunuz Aslan bedeni üzerinde bir insan başı, “Sfenks” diyorlar buna. Buna da ayrıca tabi tazim gösteriyorlar, tapıyorlar; tapma nesneleri bunlar. Aynı zamanda simgesel sembolik birtakım değerleri var o kültürde, o dinde. Ve Sfenks bir şey yapmıyorlar!.. Sonrakiler geliyor, “radikal kaçıklar” “Sfenks”in burnunu kırıyorlar, kulaklarını kırıyorlar; firavun heykellerinin veya diğer heykellerin gözlerini oyuyorlar vesaire. Bununla tatmin oluyorlar. Şunu bilmiyor: “her put heykel değil, her heykel put değil”. Yüreğine bak put arıyorsan, anlatabiliyor muyum?.. Onun için bunu bilemiyorlar. Aslında, ne putlara tapıyorlar!.. Ama taptıklarının put olduklarını, itiraf etmiyorlar.

FİRAVUNLARIN DİNİNDE KABİR HAYATI İNANCI

Bu ilginç, bu bilgiler ilginç!.. Mumyalama neden vardır? Ceset neden mumyalanır? Firavun mumyalarının olduğu bölüm özeldir. Tahrir Müzesi’nde şu anda ve hala orada mıdır bilmiyorum tabii ben 10 yıllar öncesinden bahsediyorum. Tahrir Müzesi… O müze: Mısır’ın eski meclisidir. Tahrir meydanını biliyorsunuz olaylardan… İşte orada bir müze var, Mısır eski meclis binasıdır. O müzede özel bir bölüm var; orayı karanlık tutarlar hatta loş ışık tutarlar ve orada fotoğraf çekmek de yasaktır, ışık da yasaktır, konuşmakta yasaktır. Orada 3000 yıllık, 3500 yıllık, 4000 yıllık, 4500 yıllık, 4800 yıllık firavunların şeyi vardır mumyaları vardır. Saçlarıyla hala duruyorlardır, böyle gözünüzün önündedir. Neden?.. 4800 yıl, 4500 yıldan beri bir ceset tutuluyor, ayakta tutuluyor… Neden?.. Oysa ki Müslüman aklında, cesettin geldiği yere gönderilmesi Allah’ın sünneti gereğidir. “Küllü şeyin yerci’u ilâ aslihî” “Her şey aslına rücu eder” Bu beden dünyadan geldi. Yani işte mineralleri ile şunları ile bunlarıyla; o mineraller geri dönecek yani öldükten sonra bozulma başlamalı, çözülme başlamalı, biyolojik çözülme ve o çözülmeyi zaten bakteriler kendileri becerirler, yaparlar. Allah’ın orduları vardır bakterilerden. O milyonlarca bakteri o cesede üşüşür ve onu çözer ve geri geldiği yere döndürür. Düşünsenize… bir algoritma yapmışlar insanlığın başından beri, -“Homo Sapiens”in  başından beri- ölen insan sayısı 110 milyar. Tahminen… yaklaşık… 110 milyar hiç çürümeseydi nasıl bir dünya beklerdi sizi?.. Yaşanır mıydı?.. Dirilere yer kalır mıydı?.. Ölülerden dirilere yer kalmaz.… Peki burnunuzun direği ne olurdu?.. Yani görüyorsunuz, ölmek bir nimet; ölünün bedeninin toprağa geri dönmesi, çürümesi büyük bir nimet. İtirazı olan var mı bu söze?

Eski mısır putperestliğinde mumyalama ile kabir inancı arasındaki bağ. Hiç düşünmüş müydünüz? Okumamışsınızdır muhtemelen. Evet kabir inancından kaynaklanıyor, kabir dinine mensuptur Mısırlılar. Pagan Mısır, Putperest Mısır kabir inancına mensuptur. Kalbin çıkarılmama nedeni budur. Mumyalanırken kalp çıkarılmaz; kalp yerinde tutulur temizlenir, arındırılır yerine konur. Niye? çünkü ruh gelecek o kalbe geri gidecektir dolayısıyla budur nedeni. Kabirde ruhunun mumyalanan cesedine iade edileceği inanır Eski Mısır paganistleri. Kalbin üzerine konulan muska ve okunan duaya ne demeli. Evet, evet muska… bizim mi zannettiniz?.. Göstereceğim hepsini göstereceğim… Evet gördüğünüz gibi bakınız burada aslında mumyalanmış bir ceset görüyorsunuz. Bakınız, sargı bezleri ile bunlar papirüsten yapılmış bezlerle mumyalanırlar veya özel başka bezlerle. Bakınız, burada da şurada mumyalanma esnasında Mısır rahiplerinin, “Apis rahipleri”nin mumyalama şeylerini görüyorsunuz. Maske de orada maskenin de sembolik başka bir değeri var. buralara girmeyeyim dersi bitiremem. Bu da efendim dua, muska işte bu… Bu muska; Ölüyü kabir azabından kurtaran Pagan Mısır muskasını gösteriyorum size. Evet “Hypocephalus” veya “Hyposephalus” bu muskanın adı. Eski Mısır paganizminde “talkın/telkin” yerine geçiyor bu. Telkin, talkın… Talkın neydi? Mezarın üstüne geliyor bir ruhban, kabrini içindekine kopya veriyor. Kabrin içindekine… Evet kabrin içindekine kopya veriyor. Hani kabirde sual varmış ya, oraya kopya veriyor… Yani hangi soru sorulacak, düşünebiliyor musunuz? Dünyada sınavda yapsa sınavını iptal ederler bunun. Gözetmen, onun için vardır salonda değil mi? Evet gözetmene de ceza verirler gözetmen göz yumsa. Şimdi baksanıza, Allah’ın gördüğüne, gözetmenin gördüğü kadar dahi inanmıyor; tepeden kopya veriyor aşağıya. İşin garibi ne biliyor musunuz; kopyayı veren, verdiği kopyanın dilinden anlamıyor. Yani Arapça veriyor. Arapçanın manasında bilmiyor. Şöyle 5 dakika bir Arapça konuşur musun şu Arap’la desen; değil 5 dakika, 5 kelime konuşması mümkün değil. Aşağıdaki de  ömrümde hiç arapça bilmemiş. Bilmediği dilden, o dili bilmeyen birine, kopya veriyor nasıl buluyorsunuz?.. Evet, komik bir şey değil mi? Ve bu dini oluyor dinde oluyor. Düşünün Allah Rasulü’nün bilmediği din, Kur’an’ın bilmediği din, sahabenin bilmediği bir din çıkıyor ortaya. Evet, “Dini, hurafeleri yok etmezse; hurafeler, dini yok eder.” diyordu ya Aliya merhum. İşte o oluyor. Yiyene afiyet olsun.

Evet burada yine bir kabir var. Nemrut’un mezarı biraz önce söylediğim için bakınız: şu bölüm, şu üstteki bölüm elle taşındı; Nemrut Dağı’nın üstüne insan eliyle. Tabii ki bunlar köleler, bunlar insanlar ve dağın tepesine bir kabir yapılıyor; sadece bir kişi için yapılıyor bu.

Evet bu da bir kabir. Sihliğin kurucusu Guru Nanak: bu adam hacca gitti, bu adam Müslümandı, bu adam Bağdat’a geldi, bu adam İslam diyarlarına Şam’a geldi. Bu adam Kâbe’yi ziyaret etti ve gitti, döndü. Bu adam Şeyh idi, bir tarikat Şeyh’iydi. Ve bu adam din kurucusu oldu. Sihlik, şu anda Hindistan’da -Hindulardan daha fazla- Müslümanlara düşman olan bir din haline geldi. Düşünün nerden çıktı nereye geldi. İslam’dan kopmuş: üçü Sünnilik mezhebinden, üçü de Şiilik mezhebinden kopmuş, altı tane din vardır şu anda dünyada, Altı tane!.. İşte Babilik bunlardandır, Bahâîlik bunlardandır, Yezidilik bunlardandır, Sihlik bunlardandır vesaire…

Kuzey Kore liderinin türbesi: Bu da böyle… Kabir İmparatorluğu gördünüz mü siz hiç? Dünyanın en büyük mezarlığı, Necef Mezarlığıdır. Bu daha çok küçük bir kısmı efendim. Ve bu mezara gömülmek için İran’dan ve Şii dünyadan insanlar bir servet öderler. Evet, evet evlere ödenmeyen servet burada bir kabir sahibi olmak için ödenir, ilginçtir. Peki bunun Türkiye’ de ki mukabilleri yok mu veya bu diğer görüntülerin, diğer mezarların, türbelerin? Yok canım, bizde olur mu öyle şey. Olmadığı için ben bulamadım mesela(!). Veyahut da o kadar çoktu ki içinden seçemedim(!)…

 

Ölüleri öldürmemek.

Problem bu!.. Asıl problem: ölülerin ölmesine izin vermemek, ölüleri bir türlü gönderememek… Düşünsenize ölüyü kucaklayan bir adam düşünün… Ölmüş… Tamam bir gün kucaklar iki gün daha onda enerji devam eder; biliyorsunuz: sakalları uzar, tırnakları uzar, saçları uzar vesaire… Ondan sonra yavaş yavaş koku gelmeye başlar, çürüme başlar, en uçlardan çürüme başlar. Bedenin en uçlarından, tırnak uçlarından, parmak uçlarından çürüme başlar. Çürüme gün geçtikçe saat geçtikçe artar. Düşünün üçüncü, beşinci, yirminci, iki ay üç ay, dört ay, on ay sonra ne olacak? Bunu kucaklayan adam ne olur? Düşünülemez değil mi. Düşünemezsiniz. Mümkün değil. En sevdiği dünyada birbirini en çok seven iki insan düşünün en çok sevdiğinin kucağına ölüsünü verin kaç saat taşıyabilir?.. Kaç saat tahammül edebilir?.. Buyurun, yok işte!.. Öldüğü zaman, o neyse insandaki o şey, artık insan olmaktan çıkıyor bir ceset oluyor. Bitiyor. Yani işte bizim şark toplumları da ölülerini böyle kucaklıyorlar. Ölünün cesedini kucaklasa farkına varır ama ölünün imajını kucaklıyor, imajını. Onun için de “…huve emâte ve ahyâ” ayetine savaş açıyor. “…O öldürende o dirilten de o.” Ayet bunu diyor. “Huve emâte ve ahyâ” yani “ölümü yaratan da o hayatı yaratan da o.” demek, doğru çeviri bu. Ölümü yaratan da o hayatı yaratan da o. Peki ölümü yaratana razı mıyız güzel insanlar?.. Ölümü yaratana razı mıyız? Yaratışına razı mıyız? Hayatı yaratmasına razı mıyız bu ayrı mesele. Razıyız. Peki ölümü yaratana razı mıyız? Yarattığı ölüme razı mıyız? Hadi buyurun. Bir girelim meseleye. Allah’a kafa tutmak değil mi bu. Yani ölümü yaratan, yarattığı ölümün kurallarını belirlemiş; sünnetullah koymuş, kanunları oluşturmuş, yasaları kurmuş ama Allah’a kafa tutuyoruz ne yapıyoruz? “Sen istediğin kadar ‘Öldüren de benim’ de ‘ölümü yaratan da benim’ de. Sen öldürsen de biz inadına öldürmeyeceğiz.” Allah’a bunu diyor. “Ey Allah, sen ‘ölümü yaratan benim’ diyorsun değil mi, ben de al bunu buraya çiziyorum ben de yarattığın ölümle savaşacağım.” Buyurun… Ölmüş… Ölmüş zaten… Yani sağlık aramak, ölümle savaşmak değil. Aksine, hayata sahip çıkmak. Hayat emanetine, sadakat göstermek. Sağlık aramak budur anlatabiliyor muyum?.. Ama ölmüş zaten ne yapmayı düşünüyorsun? Mezarda mı, olsun? Mezarda mı? mezara girmiş mi, olsun. Biz ona piramit, mozole, lahit, türbe yapacak, yaşatacağız. Tanrı kral, hero, saint, aziz, evliya, dede-baba diyecek yaşatacağız. Yaşatmak ne kelime, kabirden dünyayı-alemi yönettireceğiz. Bu çok önemli. Evet. Alemi alemde tasarruf eder diyor. Açın menakıp kitaplarını, evliyalar ansiklopedisini -evliya-lar bir de ları var bakın evliya zaten çoğuldur, velinin çoğulu ‘larlar’ yani velilerler- işte o ansiklopediyi açın orada yazan… o, gerçekten de hakikate küfür olan menkıbelerden okuyun şöyle. “Aleme tasarruf ederdi” diyor Kitabu-l İbriz’de cümle aynen şöyle: “Kutbun izni olmaksızın alemde, kainatta değil bir şey; bir kedi bir fareyi bile yakalayamaz.” Nasıl?.. Hadi buyurun!.. Kutub nerede? Öldü, mezarı da burada. Eee kutub ölmüş. Yani kedi-fare yakalayacak, şu-bu alem, aleme nizamat  verecek. İyi de hayatını düzenleyememiş, yaşayamamış. Gelen ölümü savuşturamamış başından. Peki nasıl aleme nizamat verecek? Verecek işte. Verecek dediksek verecek…

Kabirci toplumlar: yürüyen ölüler ülkesi

Mezardan yönetilen insanlar, tarikatlar, sürüler ve ülkeler. “Anakronik toplumlar”ın ne şimdisi ne geleceği var. Anakronik toplum ne demek, Anakronizm ne demek? Zamanı şaşırmışlık, zaman dışılık, zamansızlık. Evet, Doğu Müslüman Şark toplumları, maalesef anakronik toplumlar. Zamansız; zamanı yok. Dedesinin yediğiyle adamın karnı, torunun karnı doyar mı dostlar?.. Doyar mı!.. Dedesinin yediği ile torunun karnı doyar mı?..

Buyurun, “ölülerin kölesi, tarihin nesnesi olan toplumlar.” Şimdi, tarih başına bela olmuş geçmişleri yönetiyor. Geleceği olur mu böyle bir toplumun?.. Böyle bir toplumun geleceği olur mu?.. Böyle bir toplum geleceğini planlayabilir mi?.. Böyle bir toplum keşif yapar mı, bilim yapar mı, ilim yapar mı; böyle bir toplum varlığın yasaları ile ilgilenir mi, fenle ilgilenir mi, matematikle ilgilenir mi, fizikle, biyolojiyle, kimya ile ilgilenir mi?.. Peki ilgilenmezse ne olur? İlgilenenlerin ürettiklerinin tüketicisi olur. Buyurun, sebep sonuç ilişkisi; Allah’ın yasası. Başka ne bekliyorsunuz ki?..

 

Kur’an’da iki alem var, ya karşı dinde ne var?

“El hayâtu’d-dünya” “ve-l hayâtu-l ahirah”. İki kavram olarak geçer Kur’an’da bunlar. Dünya hayatı, ahiret hayatı. Peki azap nedir? Kur’an’da yine iki tür azap var. “el azâbu-d dünya” “vel azâbu-l ahirah”. Dünya ve ahiret azabı. Peki öbür dinde ne var?

Kabir hayatı, kabir azabı. Evet kabir hayatı diye bir hayat. Niye yani gerek duymuşlar? Yani Allah böyle bir hayat var demiyor. Peki, birileri niye böyle bir hayatı dinin içine koyma ihtiyacı hissediyorlar?.. Kabir alemi, misal alemi, berzah alemi, ruhlar alemi… Say gitsin yani alem uyduruyor. Rüyaya da “misal alemi” diyor mesela o da bir alem diyor. Dolayısıyla rüyaya bir alem diyecek ki rüyamda gördüm diye senin üzerinde tahakküm yürütsün. Peki sana ne düşüyor?.. -O “rüyamda gördüm, kızını bana vereceksin” doğuda çok olmuş bir olay bu. Evet, aynen, bakınız olayların bizzat yaşandığı yerleri biliyorum.- “Rüyamda gördüm” diyor adam kendisi 55 yaşında 14 yaşında kızını… “Peygamberimiz geldi” diyor “senin kızını benimle nikahladı” diyor. Haydi şimdi adam ne desin birader ne desin!.. Şimdi bir şey dese Peygamberimizin emrine şey olacak. Şimdi “Bu rüyayı görmedin sen sahtekar” dese daha büyük bir şey olacak. O aklına bile gelmez bir de. Bunu söyleyecek adam bile yoktur onu söyleyeyim. Yani şunu söyleyeyim işin garibi eğer evladına, hanımına, ailesine bir küfretse adamı çeker vurur mu alnının çatından? Vurur. Ama aynı adam “Senin kızını rüyamda peygamberimiz bana nikahladı.” diyen adama “Efendim boynumuz kıldan incedir, Peygamberimiz başım-gözüm üstünedir.” diyor. Ve bunlar yaşanıyor… Bunu bizzat yaşayan üç ayrı tanıktan dinledim. Düşünebiliyor musunuz?.. Dolayısıyla bu… Bu da bir alem mesela, misal alemi. Kabir alemi, misal alemi.

Kabri zombiler şehri olarak kurgulayıp dine mal etmek de neyin nesi? Kabirde yaşıyorlar diyor. Getirmedim midenizi bulandırmamak için. Hani şu cukkalı var ya diyor ki “Peygamberler..” diyor “…kabirlerinde…” diyor “…hanımlarıyla lezzetlenirler.” diyor. Takmışlar oraya, takmışlar. Başka dertleri yok. Şimdi, kabirde bir hayat planlıyor. Kabrin içinde bir hayat planlıyor o hayatın içinde de cinsellik bir numarada. O hayatta da yine dünyada fantezileri neyse o hayatta da kabre de o fanteziler taşıyor. Hadi onu geçelim.

Kabir sorularını da çalmışlar, iyi mi? Ben bunu bir tarikatın sitesinden aldım. Kabir suali: mülakat sisteminin kaynağı. Evet, evet şu mülakat sistemi var ya şimdi. Bunun kaynağı kabir sualidir. Şimdi, Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? Kıblen neredir? Kitabın nedir? İtikatta mezhebin nedir? Bakın itikatta mezhep. İtikatta mezhep mi olur be şaşkın!?.. İtikatsa mezhep mi olur; mezhepse itikat mı olur? Mezhep: mezhep imamının yorumudur. Yorumdan itikat mi olur? İtikat yorum mu olur? Ehl-i sünnet ve’l-cemaat nedir? Bakın devam ediyor. İtikatta imamın kimdir? Amelde mezhebin nedir? Mezhep imamın kimdir? Yani mezhep imamın kimdir cevabına eğer Ebu Hanif -Hanife değil Hanife diye bir kızı yok, Hanife’nin babası değil, Hanifliğin babası, Hanifliğin tevhidin babasıydı onun adı- Ebu Hanif desen Ebu Hanif’i kaldırsan mümkün olsa da inanın bunu sopa ile kovalar. Ama gelin görün ki Ebu Hanif adına bir kitap yazılmış Fıkhu’l Ekber diye. Sahte bir eser, baştan sona onun adına bir iftira, düzme koşma iftiradır. Kitabın içinde Ebu Hanif’in ölümünden 200 yıl sonra ortaya çıkmış meseleler var. 200 yıl sonra. 200 yıl sonra ilk defa gündeme gelmiş tartışılmış kelamda ama o kitaba koymuşlar. Nuh bin Ebi Meryem diye bir talebesi var. Onun o kitabın nüvesini de o sahtekar yapmış. Bu adam kendi kriterlerine göre hadisçi kriterlerine göre de hadis uyduran bir adamdı. Yani uydurma fabrikasıydı. Bu adama bir kitap yazdırıyorlar onu da Ebu Hanif’e nispet ediyorlar. O da ayrı bir mesele. Hani Nakşiliğin Halidi kolunu niye yazmadınız?.. O koldan olan kabir efendimden geçecekmiş de sualsiz hesapsız. Buna siz olsanız “Uydurulmuş Din” değil de ne derdiniz?.. Bana niye kızıyor kızanlar güzel kardeşlerim, uydurulmuş din deyince. Yani biz kediye kedi deriz. Kedinin adı kedidir, öyle değil mi? Onun için küçük aslan demenin alemi yok.

 

Kabir azabı: Yahudilikten ithal.

İbranicede mezarlığa “dirilerin evi” denir; dendiğini biliyor muydunuz? “bet ahayim”, bet: beyt Sami dillerin hemen hepsinde var olan bir kelime. işte “ahayım” dirilerin evi. İbranicesini de yazdım buraya bakın. Bugün mezarlık kültünün Kur’an’la alakası yoktur, Yahudilikten ithaldir. İlk Halife Ebu Bekir’den örnek bir davranış vereceğim. Belki bazılarınız ilk defa duyacak daha önce duyanlar da muhtemelen benden duymuştur. Hazreti Ebu Bekir’in vefat ettiği gün. Artık vefat edeceği anlaşılmış ölüm hastalığı denir ona ve hazırlıklar yapılıyor, hazırlıklardan biri de kefen niyetine bir beze saracaklar. Güzel tertemiz taze bir bez getirmişler… -Öyle yani bilmem ne mensucattan dokunmuş kefen bezi falan yok yani.- Bir bez getirmişler. O ne demiş? Birinci Halife Ebubekir. “Efendim sizin bedeninize saracağız bunu, sizi bununla defnedeceğiz.” “Ona dirilerin ihtiyacı var.” demiş, “beni taptaze bir beze mi saracaksınız? Atacağınız sizin dirilerin kullanmayacağı bir bez bulun, ona sarın.” Nasıl buldunuz?.. Nasıl buldunuz?.. Gösterin bana bir tane! Hani mangalda kül bırakmayanlar, tarikat zincirinin en tepesine Ebubekir’i koyanlar içinde bir tane böyle bulun. Vah vah vah değil mi!.. Kabir azabını Nebi’ye bir Yahudi kadın öğretmiş biliyor musunuz? Hadis kaynaklarında ilk okuduğumda gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, şaşırmıştım. Hadis derlemelerinde şu hadis geçiyor hemen çoğunda var. Nebi’nin kabir azabından haberi yoktur. Yahudi bir dilenci kocakarı Rasulullah’ın evinden sadaka ister. Evine gelir bir yaşlı hanımefendi, Yahudi dilenci hanımefendi gelir… -kocakarı bir Anadolu deyimi olduğu için kullandım. Buraya da cuk oturdu yoksa çok hoşuma gittiği için değil gerçekten de yani dilime itici geliyor.- Bu Yahudi bir dilenci kocakarı Rasulullah’ın evinden sadaka ister. Aişe sadaka verir ve dilenci “Allah seni kabir azabından korusun” der. Sadakayı aldıktan sonra. Ayşe hemen Rasulullah’a döner ya Rasulullah kabir azabı da nedir? Böyle bir şey mi vardır? İşte bunu, bu gerisini bazı hadis kitapları ayrıntı olarak nakletmişler. Kütüb-i Sitte dışında buluyoruz bu ayrıntıları. Nedir o ayrıntılar? Aişe dönüp Nebi’ye “Kabir azabı diye bir şey var mıdır?” diye sorar. Nebi, öyle bir şeyin olmadığını, söyler. Birkaç gün geçtikten sonra Nebi, Aişe’ye bu kez kabir azabı vardır, der. Önce yalan söyler -haşa- ondan sonra sözünü yer, tam tersini söyler. Peygamberi düşürdükleri duruma bakın… Ve sonuç: Allah Rasulü’ne din öğretmeni Yahudi bir dilenci kocakarı olur. İyi mi?.. İyi mi? Yani aslında şunu sormuyorlar bu hadis eleştirmenleri Cerh ve Ta’dilciler: Bunu yazan derleyen bu hadisçi veya bu hadisçiye bunu yazdıran ileten adam hinoğlu hinin biri olabilir mi? İslam’dan intikam almaya çalışan bir kin yumağı olabilir mi? Bu hiç yoktur bakınız, bu sorgulama hiç yoktur. Kasıtlı olabilir mi? Kasıtlı… Düşünebiliyor musunuz? Allah’ın tekliğini söyleyecek. Allah’ın tekliğine misal verecek. Yani Allah bir ya Vahid ya Ehad ya biricik ya tek ya eşsiz ya benzersiz ya buna bir misal verecek.  Ne bulursunuz da verirsiniz siz ya? Adamın bulduğu misale bakar mısın? Allah tektir teki sever. Sizden biriniz büyük abdest yaptığında 3 taşla 5 taşla 7 taşla… Hasbinallah!.. Tutun beni yıkılmayayım! Yahu senin Allah’ına küfrediyorlar, haberin yok mu?.. Senin dinin ile dalga geçiyorlar, haberin yok mu? Bunu Kütüb-i Sitte’nin en sahihlerinin içine nasıl alırsın? Buhari’nin içine nasıl koyarsın?

En büyük yalanlar cenaze namazında söylenir. Ölüyü “nasıl bilirdiniz” der paragöz kıldırmen. Sorduğu soru sahte bir sorudur, cevabı da zorunlu olarak sahtedir: “İyi biliriz” “Hakkınızı helal eder misiniz?” diye bile sormaz. Eder misiniz diye bile sormaz, ediniz. Metazori, edeceksin! Erkeksen etme, etme de bir göreyim. Sorar. Cevap da zorunlu olarak sahtedir: “Helal olsun!” Kul hakkı yiyerek semirse de mi helal olsun, ölen kardeşinin yeğenlerine kalan mirası boğazına geçirince de mi helal olsun, arazisinin yanındaki araziyi tırtıklayarak, tırmıklayarak kendi arazisine katınca da mı helal olsun, hakkı olmayan tüyü bitmemiş yetimin hakkını yese de mi helal olsun, 84 milyonun hakkını yese de mi helal olsun, kamu malına çökse de mi helal olsun? Sahi, bu soruyu soran da bir yiyici, değil mi?

 

Neden kabir azabı

Ölüleri istismar edip, dirilere tahakküm etmek için. Dünya insanın, ahiret Allah’ın, peki din adamları esnafı “alemsiz” mi kalsın ya(!)? Yani Allah’ın alemi var ya. Din adamları esnafı “alemsiz” mi kalsın? Bir de kabir alemi olsun değil mi? O aleme de bunlar hükmetsinler(!). “Kabir azabı” bir itikadi soygun silahıdır dostlar. Eller yukarı, kimseler kıpırdamasın! Kabir sektörü ve para çoğaltma tutkusu… Telkin, soygun, yanmaz kefen… Kim satacak yanmaz kefeni, kabir alemi olmazsa eğer? Kabir azabı uydurulmazsa eğer kim alacak yanmaz kefeni?.. Evet görüyorsunuz değil mi. Ehl-i Kitap kaynaklı ölünün 7. 40. 52. gecesi hikayelerini geçtik. Bizdeki karşılığı: Parayla Kur’an seslendirme sektörü. Seslendirme diyorum çünkü okuma o değil. Okuma başka bir şey.

 

Deli deli sorular

Geliyor aklıma şimdi, “kabir” deyince. Atom bombasının buhar ettiği 300.000 kişiyi biliyorsunuz değil mi? Hiroşima ve Nagazaki’de, 1945 yılında; Enola Gay geldi, iki tane yükünü bıraktı iki şehre. 150’şer bin insan; çoluk-çocuk, genç-ihtiyar gitti. Buhar oldu yani kemikleri falan duruyor sanmayın, atom bombası böyle bir şey. Buharlaştırır moleküllerine değil atomlarına ayırır. Anlatabiliyor muyum? Böyle bir şey. Yok kabri de yok. Yırttılar kabir azabı yok. Hadi buyur, ne olacak şimdi bunların kabri, azabı, kabir hayatı!.. Kabir hayatsız 300.000 kişi… Kabir hayatsız olur mu! Yani ödül de varsa olmaz, ceza de varsa olmaz, kabir hayatı yok. Titanik’te ölen binleri deniz canlıları yedi, hiçbir mezarları olmadı, onların da kabri yok, kabir hayatı ne olacak şimdi!.. Ve yüzbinlerce batan gemide ölenlerin kabri yok. Cesedi yakılıp kül olan milyonlarca -ne milyonlarca milyarlarca- Hindudan bahsediyoruz Hinduluğun geçmişi 3500 yıl Vedaların tarihine bakalım ilk Veda M.Ö 1500. Dolayısıyla 3500 yıl. Budist 2500 yıl Budizmin tarihi. Peki bunlar yakılıyor ve kül oluyor. Kabri hayatı yok, ne olacak? Ganj’a savruluyor… Ben gözlerimle gördüm. Evet ne olacak!.. Cesedi akbabalara sunulan bir din var. Ölülerin cesedini; en yüksek bir çukura götürür, dağın tepesinde o çukura koyarlar, cesedi açarlar ve akbabalar ve vahşi hayvanlar gelip yesin diye. Bu bir inanç. Mecusilik inancında ölüm budur. Peki kabir hayatı ne oldu şimdi?.. Ne olacak şimdi?.. İnsanlık tarihinin başından beri vahşi hayvanların yediklerinin kabri yok. Ya zavallıyı kurt yemiş. Kurdun karnı. Kabir hayatı nerede şimdi? Her yıl yanarak yok olan, külü dahi olmayan yüzbinler ne olacak? Kabir hayatı yok. Firavun boğuldu, o firavun cesedi diye size satılan şeye inanmayın o bir köylünün cesedi. Cesedi yok etti deniz. Bir gün kabir azabı çekmeden gitti, ne olacak? Kabir hayatı yok. Daha beteri milyonlarca mazlumun katili Hitler yırttı mı? Ne cesedi, ne külü, ne mezarı var Hitler’in. Kabir hayatından yırttı. Kabir azabından yırttı. Bu kadarcık bir soruya dayanamayan bir din olur mu? Bu soruları ben soruyorum da başkaları niye sormuyor arkadaşlar?.. Niye sormuyor?.. Bir de şunu -inanamıyorum- anlayamıyorum. Kabir azabına bu kadar niye düşkünsünüz? Bir insan yar bana bir azap diye taşa toprağa düşer mi ya? Yani azaba niye bu kadar meftunsunuz? Niye bu kadar düşkünsünüz? Ya aslında gelip bana teşekkür etmeniz lazım. “Hay Allah razı olsun senden Allah’ın Mustafa Kulu, bugüne kadar uykularımı kaybediyordum, yokmuş meğerse. Bir daha yanmaz kefene paramı verecek olursam Allah belamı versin.” der insan, değil mi ya. Peki bunu diyecek yere niye bizi hedef gösterirsiniz, niye linç edersiniz, niye sapık diye suçlarsınız? Niye? Azaba niye bu kadar düşkünsünüz? Her yıl yanarak yok olan, külü dahi olmayan yüzbinler ne olacak?.. Evet, işte bu…

 

Utanmadınız mı?

“Kabir hayatı ve azabı” üzerine yüzlerce kitaplık yalan dolan yazmaya utanmadınız mı?.. Yüzyıllardan beri bunca insanı korkutmaya, sömürmeye, soymaya utanmadınız mı?.. Daha kaç insanı dinden ve imandan etmeyi bekliyorsunuz? Torunlarınızın sorularına vereceğiniz yalan cevapları hazırladınız mı? Ey Diyanet, bu tiyatroya bir son vermek için cesaretin, dirayetin, diyanetin var mı?.. Yok. Yapabilir mi? Yapamaz. Niye yapamaz? Çünkü ekmeğini yiyor.

 

Kabir azabı sektörünün korkutma silahı

“Yatsı namazından sonra Mülk Suresi’ni okuyan kabir azabından korunur.” alın size Allah Rasulü’nün dinine konulmuş bir yalan. İstanbul’da ünlü bir şeyh ahiretten bildiriyor. Ahiretten bildirmez mi?  “Bizim medresede okuyanın ana-babasının kabir azabı çekmediğini gördüm.” diyor. Görmüş efendim, görmüş (!) değil mi? Kabre nasıl girdin de gördün! Yani diriyi dikizliyorsunuz da ölüyü nasıl dikizliyorsunuz! Değil mi? Dini yalandan imanı iftiradan olunca böyle oluyor işte. Ya atma Recep, diyen de yok ya. Din kardeşiyiz, diyen de yok ya. Ama atıyor görüyorsunuz. Einstein, cesedinin putlaştırılması endişesiyle yakılmayı vasiyet etmiş, iyi mi? Evet böyle olmuş.

 

Ölülere köşk yaptıranlar dirileri evsiz bıraktılar

Maalesef öyle! Adamın boyu 1.60… -kusura bakmasın 1.60 boyunda olanlar Allah öyle yaratmış ne yapalım. Evet beni de yaratabilirdi. Ama adamın boyu 1.60 gerçekten- kabri 1600 metrekare. Ne yapacaksın? Ne yapacaksın? Ne işe yarar? Dirilerin ihtiyacı var diriler el kadar yer bulamıyorlar, değil mi?

Kahire’de 3 milyon insan ölülerle birlikte mezarları mesken tuttu. Bu Kahire’deki ölüler şehridir dostlar. Bunların hepsi mezardır, ev değil. Ev mi zannediyorsunuz? Hayır. Bunların hepsi mezardır. Ayrıntıya bakalım mı? Buyurun, manzara budur. 3 milyondan fazla insan Kahire’ye gidenler görenler var mı burayı? Evet ben orada okuduğum için efendim her gün yanından gelir geçerdim buranın. Evet buyurun.

 

Bir yatırımı kâra dönüştürme zihniyeti:

Kabirdeki ölüden yardım isteme şaşkınlığı.

Kabileci müşriklerin mezardan yardım alması örneği. Ruhçuluk (Animizm) dini ve kabrin, ruhun evi olduğu inancı. Türbelerden medet ummak, insan aklına ve emeğine saygısızlık. Bir örnek: Kahire halkının Şafii’nin mezarını taşlaması olayı. İlginçtir duydunuz mu bunu? Üstat merhum Muhammed Gazali nakletmiştir bunu: İngilizler biliyorsunuz Mısır’ı işgal ettiler. Ne zaman? 1880’de. Mısır’ı işgal edildiğinde, Kahire’yi işgal ettiklerinde; Şafii’nin mezarı var. -köprünün altına düşüyor şu anda benim yolumun üzerinde yine orada efendim.- Kahire halkı gelmiş “bizi İngiliz işgalinden korumadı” diye Şafii’nin mezarını taşlamışlar. Olur ya, ne bekliyordunuz?.. Bu haksızlık. Bu Şafii’ye de haksızlık. Ölüler işgalden korumazlar, koruyamazlar. Yani “ben ol dersem olur” diyen Geylani Bağdat’ı işgalden korudu mu? Koruyabildi mi? Koruyamadı.

 

II  — BİR AYET ve BİN İBRET

“İnneke lâ tusmi’u-lmevtâ” “Sen ölülere işittiremezsin.” Neml Suresi 80.

 

İslam’a meydan okuyan şeyhler.

“Kabrim Beytu-llah’tır, ben ‘ol’ dersem o şey hemen olur” diyen bir şeyh var; mesela, Geylani. Türbesinin giriş kapısında “Kabetu’l-Uşşak” (Aşıkların Kabesi) yazan şeyh. “Kimin bir ihtiyacı olursa kabrime gelip, istesin; hemen veririm.” diyen bir şeyh Şarani -Tabakatta yazıyor-. “Mezarlara Rabıta Yapmanın Edebi”ne, dair kitap bile yazıldı bu ülkede! Ne diyeyim ben!..

 

Kur’an: “dirinin arkasından konuşmayın”

Uydurulmuş din: “ölülerin arkasından konuşmayın”  diyor.

Ne diyorsunuz? Bu ilginç değil mi size de ilginç gelmiyor mu? Dirilere iftira, gıybet, haysiyet cellatlığı serbest. Ölülerini kutsayanlar dirilerine neden vahşiler gibi saldırırlar? Neden bu coğrafyada: kör ölür badem gözlü olur. Neden diriler, ölülere kurban edilir? Neden diriyken taşlananlara ölünce tapılır? Bu işte bir yanlışlık yok mu? Şeytan bunun neresinde?.. Evet…

 

III  —  1400 YIL ÖNCE TEKÂSÜR KRİZİNE

DİKKAT ÇEKMEK

MUCİZE BU DEĞİLSE NE?..

 

1400 yıl önce Tekâsür krizine dikkat çekmek mucize bu değilse nedir, dostlar?.. Yani böyle bir surenin Kur’an’da var olması mucize değilse nedir? Çokluk tutkusu, çoğaltma tutkusu, diye bir başlık açacak Kur’an ve bugün bize ayna tutacak. Bu mucize değilse nedir Allah aşkına söyler misiniz? Evet. 1400 yıl önceden çekilmiş bir imdat freni bu ya da çığlığı. Evet, imdat freni… Trenlerde imdat freni olur biliyorsunuz değil mi? Eğer trenin içinde bir olay yaşanır veya önde bir şey görünür veya biri kendini kaldırıp, trenin altına atarsa o imdat freninin kolunu çekersiniz. Bizim imdat frenimiz var mı?.. Biz insanlığın!.. Şu anda trenin freni patladı. Ve orsa alabanda ölüme doğru gidiyor. İnsanoğlunun imdat frenini kim çekecek? Soru bu…

Kur’an’da ilke ayeti çok sınırlıdır; bu ayet ve sure onlardan biridir. Evet, bu bir ilke ayetidir. “El-hâkumu-ttekâśur.” “Çokluk tutkusu sizi helak etti.”

İlke açık ve nettir:

Bireysel, toplumsal, ulusal, küresel, ekonomik, politik… Her boyutta;

insanoğlunun çoğaltma tutkusu helake götürür

 

Evet. Yığma tutkusu helake götürür. Buna, “sadakallahül’azim” diyor musunuz dostlar?.. Allah doğru söyledi diyor musunuz? Allah sizden razı olsun. Ama bunu yapın! Yapalım! Yapalım!..

Sahip olmaya değil, şahit olmaya geldik.

Bu, ayet olduğu için ilke olmadı; ilke olduğu için ayet oldu. Zira “ayet” parmaktır. Ayet hiç olmasaydı da yine ilkeydi. Zira insan böyle bir varlıktır. Evet, insan böyle bir varlıktır.

 

Eğer insanlık bu çığlığa kulak verseydi

Müslümanlar, yanlış olarak adına “fetih” dedikleri toprak ve ganimet çoğaltmazlardı dostlar. Çünkü onun adı fetih değil. Fetih nedir biliyor musunuz?.. Fetih Suresi’ne ad, neden verildiyse odur. Fetih Suresi, bir zaferin arkasından inmedi. Ne Bedir’in arkasından ne Mekke’nin arkasından… Fetih Suresi, bir anlaşmanın arkasından indi; hem de sureta, görünüşte aleyhte olan bir anlaşmanın, Hudeybiye anlaşmasının. Bunun yerine hayrı, iyiliği çoğaltır, kumbaralarında insan ve gönül biriktirirlerdi. Evet, kumbarada insan biriktirmek… Nasıl bir şey?.. Milyonlarca insanın öldüğü birçok savaş yaşanmaz çocuklar yetim eşler dul kalmazdı. Farklılıklar rekabete, rekabet düşmanlığa, düşmanlık şeytanlaştırmaya dönüşmezdi. Deccallaştırmaya  dönüşmezdi. Aksine farklılıklar: Allah’ın ayeti, sünneti, nimeti, muradı ve zenginlik olarak görülürdü.

 

Sıradan insanı iki şey canavar eder:

çoğunluğa referans ve otoriteye referans.

Yani çoğunluğu rehber edinirsen belanı bulursun.  Önceki derste işledim. Çokluk Kur’an’da hep yerilir. Otoriteyi referans edinirsen, gücü… Allah belanı verir. Örneğin:

Örnek 1:  Nazi Adolf Eichman ve Kötülüğün Sıradanlığı, meselesi. Çok ilginç bir mesele olarak gelir. Hannah Arendt harika bir eseri var. Birçok eseri var da özellikle bu meseleyi incelediği “Kötülüğün Sıradanlığı”, gerçekten de kötülüğün sıradanlığı. Nasıl bir şey bu? Adolf Eichman: bir Nazi ölüm makinasıdır. Nazilerden sonra 1945’ten sonra kaçıyor, saklanıyor bir ülkede. Ondan sonra ele geçiriliyor, İsrail’e getiriliyor, yargılanıyor Eichman. Eichman’ı mahkemede izleyen insanlar şaşırıyorlar kuzu gibi bir adam ya!.. Kuzu gibi bir adam… Gerçekten de şu adamı göstersen insanlara bu adam toplu bir katliam… -mesela; gaz odalarına insan doldurup yakar mı, çocukları doldurup yakar mı?..- değil onu, sinek öldürmez, der insan. Bu kadar nazik naif efendi, halim, selim bir adam, nasıl ölüm makinası olur? Hannah Arendt diyor ki: “Kötülüğün sıradanlığı budur işte. Zira eğer gücü referans alıyorsa kendisine emir veren amirlerin sadece emrini gerçekleştirmez niyetini bile gerçekleştirir” diyor. Niyetini bile gerçekleştirir…

Örnek 2: 1965-66’da Endonezya’da bir katliam yaşandı. Bunu bilenler, iyi bilirler. O Sukarno Suharto meselesinde bir milyon insan öldürüldü bu katliamda Endonezya’da. Adına “komünist katliamı” denildi. Bu katliamda, bin kişiyi öldüren seri katil bir Enver var. Ben izledim. The Act of Killing. “Öldürme eylemi” diye bir belgesel var. Enver konuşturuluyor orada. Adam öyle anlatıyor ki… anlatabiliyor muyum?.. Yani bin kişiyi bin kişiden fazla insanı öldürmüş, anlatırken gezisini anlatır gibi anlatıyor, çocuklara çorba pişiriyormuş gibi anlatıyor. Düşünebiliyor musunuz!.. Bir insan nasıl bu kadar kötü olabilir?.. Çok ilginç. Tavsiye ediyorum.

 

Dünya geçmişte 5 kez küresel canlı yok oluşu yaşadı.

Evet, beş kez dünya yok oldu canlılar. Biliyor musunuz? Sıfıra kadar değil tabi.

Canlı zincirinden böcekler düşerse er-geç insanın başına ne gelir?.. insana gelir sıra. Evet, dünya geçmişte beş kez yok oldu canlılar. Peki, altıncı bir yok-oluşa doğru gittiğimizin farkında mısınız? Bunu kaçınız biliyor? Yani şu anda tartıştığımız, konuştuğumuz hatta kavga ettiğimiz meselelerin, mesele olmadığını, asıl üzerine düşünmemiz gereken meselenin bu olduğunu -çünkü yeryüzünü bize dayayıp döşeyen bu misafirhaneyi bize emanet eden- Allah’ın hakkı olduğunu kaç kişi hatırlar?.. Allah hakkı, diye bir hak, hak listemize girer mi?.. Yaşayan 20 milyona yakın canlı türü, tüm canlıların %1’i eder. 20 milyona yakın şu anda canlı türü varmış. Biyologlar böyle diyor. Bunlar yeryüzündeki gelmiş geçmiş canlıların sadece %1ymiş. %99u yok olmuş. Geçmiş yok oluşlarda insanın dahli yoktu, yaklaşan 6. yok oluşta sorumlu insan olacak. 25 yılda Almanya milli parklarındaki böceklerin %25’inin yok olduğu bilimsel olarak tespit edilmiş durumda.

Japonya’da topraktaki solucan azalması çok daha vahim: %83. Solucan toprağın canıdır biliyor musunuz? Toprağın soluduğu candır. Toprak soluğunu bu canlar sayesinde alır. Evet %83 nasıl bir orandır dostlar… Benzer azalma Fransa, Çin, Brezilya gibi ülkelerdeki araştırmalarda da görüldü. Bilim insanları doğaya müdahale ve kimyasal gübreyi sorumlu tutuyor.

Böcekler azalınca ne azalıyor? Ağaçlarda tozlaşma ve döllenme azalıyor. Kuş ve kurbağa gibi böcekçil türler azalıyor. Çünkü zincir kırılıyor zincir. Zincirin bir halkası koparsa zincirin tüm halkaları zayıflıyor. Topraklar, vahşi ekonomik sistemin “daha çok, en çok” yarışına kurban ediliyor. Son veriler okyanustaki balık stoklarının %85 azaldığını gösteriyor. Okyanuslardakilerden bahsediyorum; Marmara denizinden değil, Ege’den değil, Akdeniz’den değil okyanuslardan bahsediyorum. %85 rakamı nasıl bir rakamdır?..

Şu anda bilim adamları neyi tartışıyorlar biliyor musunuz? 50 sene sonra torunlarımız elma diye bir şey yiyecekler mi? Ama bize 50 sene evvel veya dedeme 50 sene evvel siz dönüpte “Ey hacı dede, hacı baba biliyor musun bir gün gelecek okyanuslar kirlenecek” deseydiniz “Dalga mı geçiyorsun evladım sen benimle.” derdi değil mi? Hatta, hatta “Şu su var ya şu su, parayla satılacak yarım litresine, bir ekmek parası vereceksiniz.” deseler “Güldürme beni” derdi değil mi? Neler neler söylesek, neler neler derdi. Ama oldu bakın! Marmara ölecek ve kan kusacak, müsilaj kusacak dense inanır mıydı? Şu Marmara’da balık kalmayacak desen inanır mıydı? İnanmazdı. Bırak dedeyi benim kayınpederim Marmara’da dalyanlarda, efendim o şeyde bildiğimiz Haremde, Harem’den Kız Kulesine gelince o arada bir sürü dalyan varmış. Teker teker ben gezdirdim… o da şurada vardı, şurada vardı; şurada balık tutardık, şurada lüfer tutardık, şurada şunu tutardık, burada bunu tutardık… hadi buyurun… Hadi buyurun! Evet, Sebep: “daha çok, en çok” zihniyetinin eseri olan aşırı avlanma ve “Tekâsür” krizi.

Bir soru: 50 yıl sonra torunlarımız elma yiyecek mi? Denizler her saniye 6 atom bombası atmış gibi ısınıyormuş. Ne diyorsunuz? Deniz canlıları karaya göre iki kat hızlı yok oluyormuş.  İnsanlık tarihinde eşi görülmemiş bir biyoçeşitlilik kıyameti yaşanıyormuş. Güçlü fırtınaların sayısı eskisine göre iki kat arttı. İklimin farkında mısınız iklimin anormalliğinin?.. Orman yangınları ne idi, yazı unuttunuz mu yazı?.. Yazı unuttunuz mu? Türkiye, Yunanistan, İtalya ve devamı İspanyaya kadar.

Evet, “Tekasür krizi” ölümcül sıcak hava dalgalarını beraberinde getiriyor. Yazı bahar gibi geçen kuzey bölgelerinde sıcaklık rekorları kırılıyor. Çok ilginç Avrupa’da bir yılda sıcaktan ölen insan sayısı 70 bin! Ne diyorsunuz gerçekten hayret verici…

Geçen yaz Türkiye başta, Akdeniz ülkeleri eşsiz orman yangınlarına sahne oldu. 2020’de Avustralya’da çıkan yangınlarda 1 milyarı aşkın memeli hayvan öldü. 1 milyarı aşkın!.. Şaka gibi ya.

Sıcaklıktaki 3-4 derecelik artık deniz seviyesinde 1-2 metre yükseliş demek, buzulların erimesinden dolayı. Bu da kıyılarda ve adalarda yaşayan 1 milyar insanın hayatı tehlikede demek!..

Deniz ülkeleri yok olacak. Nereye gitsinler söyler misiniz? Mesela, Bangladeş, gittik gördük. Yok! Denizden bu kadar… Taş yok… Taş yok; yolu ne ile yapıyorlar biliyor musunuz? Toprağı: önce tuğla yapıyorlar, tuğlayı pişiriyorlar, pişirdikleri tuğlayı kırıyorlar, onunla yol yapıyorlar. Allah’ın taşı nimet miymiş ya!.. Ben orada gördüm.

Dolayısıyla her bir derecelik artış -tahıl hasadında- %10 düşüşe tekabül ediyor. Yani her 1 derecelik artış, havadaki sıcaklık artışı tahıl hasadında %10luk düşüş.

Hayatın olağan akışının sekteye uğraması kitle göçlerini tetikliyor. Faşizan yönetimlere gün doğuyor ve güçlünün borusu ötüyor. Zengin daha zengin fakir daha fakir oluyor. Otoriter yönetimler fırsattan istifade insanları kutuplaştırıyor. Gelir dağılımı uçurumu artıyor: Maun suresi 1400 yıl sonra güncelleniyor. Türkiye’de en zengin %10, gelirin %54’ünü (ç)alıyor. Nasıl okursanız.  Her harama fetva bulan hocalar, Bu tuğyana var mı bir sözünüz?..

 

Bu böyle gidemez, sistemi değiştirmek zorundayız. Ve bu değişim de bizde başlayacak. Bende, sende başlayacak, evimizde başlayacak, arabamızla başlayacak; tüketimle başlayacak, tüketim çılgınlığına “Dur” demekle başlayacak. Haz ve tutkuların yerine hayır ve zaruri ihtiyaçları koymak zorundayız dostlar. Allah’ınızın aşkına… Ben, arabamı değiştirmek zorunda kaldım. Yeni araba alacağım zaman tek bir şart koydum 1400 cc’yi geçmeyecek. Ben bu kadar yapabildim. Ben bu kadar yapabildim. Bu benim sorumluluğumun sınırına giriyordu, yapabileceğim buydu, başka bir şey yapamam ne yapayım?.. Yani param olsaydı elektrikli alacaktım. Param yoktu 1400 cc. Yani bir örnek vermek için verdim. Allah’ınızın aşkına buradan bile bize bir sorumluluk düşer mi düşer.

Üreten, emeğe ve doğaya değer veren, barışçı, mutlu ve huzurlu bir dünya mümkün dostlar. Huzurlu bir dünya mümkün. Daha iyi bir dünya mümkün. Dünya kötü değil, dünyayı kötü eden, bizleriz. Evet…

 

Peki, çözüm ne?

Çokluk tutkusundan kurtulmak. Bakınız ayetler bunun için lazım. İlkeler bunun için lazım. Büyük olsun, daha çok olsun, en büyük olsun hastalığından kurtulmak lazım. Onunki benim olsun, benimki daha çok olsun, hep benim olsun ahlaksızlığından kurtulmak lazım. Sayıya ve güce tapıp, adını “Allah” koyma alçaklığından, çakallığından kurtulmak lazım. Yerli-milli sömürgenlerin hep dışarıyı gösteren kurnazlığından da kurtulmak lazım. Sen ne yaptın?.. Sen ne yaptın?.. Kendileri Karun gibi yaşayıp, topluma Harun pozu verenlerden de kurtulmak lazım.

Gelin; hep birlikte, ilkeye kulak verelim,

Tekâsür krizi”nden çıkıp, tedavi sürecine girelim.

Büyüme tutkusunun panzehiri, adalet ve iyiliktir.

Yoksa kıyametin adı bellidir:

Çoğaltma tutkusu, sizi helake sürükleyecek.

“El-hâkumu-ttekâsur” “Çoğaltma tutkusu sizi helak etti.”

 

Evet, ders buraya kadar. Dersi sunduğum için yorulmuyorum. Derste sunduğum hakikatlerin altında ezildiğim için yoruluyorum. Kendimi, bunda bir pay sahibi görüyorum. Onun için tüketim çılgınlığını ne kadar kusabilirsek o kadar dünyaya yardımcı olabiliriz. Dünyanın üzerimizde hakkı var.

 

Ders takipçilerinden geri dönüş

 

Evet… Ders takipçilerinden geri dönüş diye bir bölüm koyduk. Bu dersle beraber bundan sonraki derslerde olacak inşallah. Geri dönüşler çok oluyor. Geri dönüşlerinizi okuyoruz dostlar. Yani tabi buradan, salonda olanlardan geri dönüşler var, salonda olmayıp dünyanın her tarafında izleyenler var. Gerçekten de ciddi bir biçimde takip ediliyor. Bu derslere alınan bu tepkinin sebebi, derslerin etkisinden kaynaklanıyor. Onu bilin! Onu bilin! Dolayısıyla, bu tepkilerden geri dönüşlerden en azında 5 tanesini seçelim dedik. Sizin önünüze getirelim. Yani okunmuyormuş gibi anlaşılmasın. Bu kadarını yapabildik.

 

Biz özgürlüğümüzü Allahtan aldık dersindeki bir bölüme şöyle bir tepki vermiş bir izleyicimiz: Mesut Alkan kardeşim. Sizi 1996 yılından beri tanıyorum aslında. Demişlerdi ki İrancı, Şii vesaire. İyi mi ben Şii’ymişim. Adam mehdinin geleceğini bekliyor; ben Şii oluyorum. Adamın boynunda cevşen var; ben Şii oluyorum. Nasıl buluyorsunuz bunları?.. Çok ilginç değil mi?.. Evet ters dönüyor değil mi? “Dedim doğru diyorlar herhalde çünkü diyenler mümin güvenilir olmalı, ya doğrudur o zaman. Gel zaman git zaman o diyenlerin altından başka şeyler çıktı. “Esmâü’l-Hüsnâ Dersleri”nize baktım. Diğer derslerinize de baktım. Dedikleri gibi değilmişsiniz.” Bu da beni yaralıyor güzel kardeşim. Onların ağzına niye baktın tamam da… Niye baktın?.. Şunu söyleyeyim: Dinleri yalandır, imanları iftira. Doğruluğu ispatlanıncaya kadar kural budur yalan söylerler. Yalan söylediklerine peşinen inanın. Niye? Yalanı, din haline getirip, peygamberin ağzına koyan bu insanlar, sana-bana yalan söylemez mi?!. Nedir ki o?.. Evet, “Bir irfan geleneğine bağlı biri olarak…” -Evet, tasavvuf ehliyim diyor bu arkadaşımız. Dürüstlüğüne bakar mısınız? Ben, kişilerin tercihlerinin ne olduğu ile ilgilenmiyorum; ben, sadece vahye göre, vahyin mizanında, terazisinde tartıyorum. Siz ister alır ister almazsınız. Onun için her zaman söylemiştim değil mi?.. Nesimi’nin derisi, diri diri yüzüldü, Hallaç taşlanarak, linç edildi öldürüldü. Ve benzeri birçok olay… Bunlar, tasavvuf ehli insanlardı. Bunların fikirleri ile benim fikrim tam zıt. Fakat bunların, kılına dokunulması cinayettir. Fetvalı cinayettir! Bu ayrı bir şey değil mi? Benim gibi düşünmek zorunda değil, insan hakkının savunulması için. İnsana haksızlık yapıldığı zaman benim tam tersim inanıyor tam tersim düşünüyor olmasının hiçbir önemi yok. Ona yapılan zulmü “teli’n” ederim. Eyvallah. Devam edeyim.- “Bir irfan geleneğine bağlı biri olarak bazı konularda bazen ipin ucunu kaçırdığınızı düşünsem de…” İpin ucunu bazen kaçıyormuşum. Hakikatten bunu ben de düşünüyorum. Haklı arkadaş. Her zaman tutarlı olamıyoruz. İnsanız. Bende dersi söyledikten sonra şu cümleyi kullanmasaydım diyorum. Ya şunu da koymasaydım diyorum. Siz demiyor musunuz? Hiç hata yapmıyor musunuz? Hata yapmayanı bir göreyim elini öpeceğim. Onun için teşekkür ediyorum kardeşime. “Kurumsallaşıp leşleşen tarikat unsurları buna neden.” Bunu da demiş işte. “Bunun sebebini de anlıyorum.” demiş. “Arada bize değen taşlara da eyvallah demiş. Zira gerekli bir insansınız ve Allahtan sizin için afiyet ve sıhhat dilerim. Sizden çok şey öğrendim. İnsafsızca eleştiren ve en babası kitap taşıyan eşek modundakilerden asla öğrenemeyecek şeyler öğrendim sizden teşekkür ederim.” Ben de size teşekkür ederim güzel kardeşim.

 

“İnsanların Çoğu” hep yerilir Kuran’da, başlığına bir geri dönüş olmuş Osman Köse kardeşimden. “İslam’ı; evrenle, aminoasitle, hormonal etmenlerle, tek hücreden kompleks bir yapıya dönüşüm ile anlatmak, denenmemişi demektir. İnsanoğlu, yeni şeyleri sevmez hocam…” demiş. Haklısın güzel kardeşim.

 

Boncuğun ipini kırın! başlığına geri dönüş olmuş. Seval Bilgiç hanfendi. Seval Hanım diyorum ama belki de bey mi demem lazım bilmiyorum öyle şey var mı? İsimlerden de şey eder oldum yani. Ümit çıkıyor önüme, Ümit Bey mi Ümit Hanım mı diyeyim, bazen de şaşıyorum yani. “Boncuğun ipini kırdım hocam. Bütün boncuklarımı seccademden kaldırdım, zikirmatiklerimi sizin videolarınızla tanıştıktan sonra çöpe attım. Allah sizden razı olsun.” Sizden de güzel kardeşim.

Eleştiri, özgürlük ortamı ister!, başlığına bir dönüş olmuş. Selçuk Gür. Tabi bunlar, seçkiler, yüzlerce dönüş var çünkü. “Özgürlük ortamını cesurlar, zalimin yüzüne bakıp sen zalimsin diyebilenler açar.” demiş, Selçuk Gür kardeşim. Teşekkür ediyorum. Evet…

 

Siretü’l Kur’an 37. derse geri dönüş olmuş. Ondan seçmişler. Bahar Kamacı kardeşimiz. “Üç ayların orucu, namazı var mı biz ne yapmalıyız? Arada kalıyoruz yapsak mı bize ait mi yoksa başka milletlerin mi?” Aman güzel kardeşim. Aman uzak dur o işlerden. Üç ayların değil ömrün namazı var tamam mı güzel kardeşim. Ömrün orucu var. Sen iyi ahlakın peşinde git. Sen, kötü olandan uzak ol. Sen; aklın, iradenin, vicdanın esir olmadığı iyilik peşinden koş, güzellik peşinden koş. Allah’ın memnun olduğu kulların memnun olduğu insanların yüzünün güldüğü insanların alınca, verince, paylaşınca sana minnettar kaldığın şeylerin peşinden koş güzel kardeşim. Eyvallah. 12 aylar diyelim biz buna. Değil mi?

 

EKLER

 

Türbe ziyaret etmek, doktora gitmek gibidir, diyor bu kaportacı kardeşimiz. Ne güzel heyecanlı konuşuyor değil mi? Maşallah, Grand tuvalet. “Türbe ziyaret etmek doktora gitmek gibi”ymiş, öyle diyor arkadaşımız. Soru şu: Şimdi, yok… bu arkadaşımız hastalanınca, doktorun mezarına mı gidiyor doktora mı gidiyor? Eyvallah.

 

ANADOLU  İRFANI

 

Bakınız, noktalattım şehri. Niye noktalattım? Ya bir de şehir milliyetçiliği çıkmış. Allah aşkına bu kadarıyla baş edemiyoruz bir de şehir milliyetçiliğiyle nasıl uğraşalım! Şimdi, o şehirde bir şey yapıldı mı o şehrin adını gördü mü ya he oldu diyecek yerde hemen bakıyorsunuz şehir milliyetçiliği yapmaya başlıyor. Yok güzel kardeşim. Her yerde iyi insan da olur kötü insan da olur. Sözümüz kötüye zaten. Sana bir şey yok. Evet onun için noktalattık.

 

“Yolda kalan vatandaşların sığındığı otogar ve tesislerdeki esnafın fiyatları %25 ila %50 arttırdığına dair birçok mesaj aldım. Söylenecek söz yok.” Şaşırmadım, hiiç şaşırmadım! Niye böyle olur? Yine benzer bir şey olmuştu. Deprem olmuştu değil mi? Doğu vilayetlerimizden birinde. Depremin hemen ertesinde ev kiraları iki katına çıkmıştı. Aslında deprem olduğu zaman kiraların ucuzlaması lazım. Ahlak bunu gerektirir, akıl bunu gerektirir. Zekâ değil ama. Zekâ ayrı işler. Akıl bunu gerektirir ama…

 

Bakınız, bu da Avrupa ‘enayiliği’nden (!). Kıskanacaklar tabi bizi (!). Belçika’da galiba İşid, havalimanında birçok sayıda insanı öldürmüştü. Kentteki taksi şoförleri 2 hafta süreyle havalimanına gidip gelenlerden para almamıştı. İşte açgözlü Hristiyan Avrupa’da oldu ama İstanbul’da olmadı aynısı. İstanbul’da da yaşandı, Ankara’da da gar katliamı yaşandı, olmadı! Ne yapmalı bilmem ki… Şimdi bunu söyleyince bi de şu var: “Bak, gâvuru övdü gavuru.” Gâvuru övmedim, gâvurdaki Müslümanlığı övdüm, sendeki gâvurluğu yerdim. Var mı bir diyeceğin?.. Evet…

 

Tavsiye görsel.

 

Bunları tavsiye ediyorum. “Yarından Sonra” evet, Güzel bir film. İkisini de izledim. “River Blue” bu da mavi su, mavi nehir. Evet, dünyamızın başına ne geliyor bu da bir belgesel. Gerçekten tavsiye ediyorum.

Küresel ısınma ve soykırım

Şu manzaraya bakar mısınız!.. Afrika’da çok ciddi katliam gibi memeli ölümü var dostlar. Beyaz fillerin sayısı artık sayılıyor. Bu tür yok oluyor. Bir türün yok olması bir ayetin yok olmasıdır. Evet… Yılda 3 bin tür yok oluyor biliyor musunuz?

 

Ayın twiti

Allah’ın sessiz kulları ve insanın vicdansızlığı… Ne diyeyim ben şimdi?.. Ölümün sesi olur mu demeyin. Yazın yük taşıyıp, dövülüp, bağlanıp, kışın beslememek için sokağa atılıyorlar. Yükünü taşımıyorsa bir kap yemek yok! Yükünü taşımıyorsa bir kap yemek yok!.. Evet, ne diyeyim?! Eşek bunlar ve dışarı bırakılmış… Bu topraklarda oluyor ve biz bu toprakları paylaşıyoruz be kardeşim. İçimiz acıyor vallahi içimiz acıyor.

 

Arabasıyla bile isteye köpeğin üstünden geçti. Evet, İstanbul Başakşehir’de bir şahıs, arabasını bilinçli olarak yol kenarında oynayan köpeklerin üzerine sürdü. Aracın altında kalan bir köpek feci şekilde can verdi. Şahsın gözaltına alındıktan sonra serbest bırakıldığı belirtildi. Ne diyorsunuz dostlar? Ben anlam veremiyorum. Ben bir anlam veremiyorum. Siz ne diyorsunuz? Buyurun görüntüleri izleyin lütfen. Görüntüleri izleyin lütfen.  Bunun türü bu şeyin türü nedir? Ölenin türü köpek. Öldüren şeyin türü nedir? Ben bir anlam veremiyorum. Ve biliyor musunuz bu çok dindar bir ülkeden, bu ülkeye yerleşmiş, sonradan vatandaş olmuş biri çıktı!.. Çok dindar bir ülkeden… Ne diyeyim şimdi… Hangi dinin dindarısınız siz!.. Sizin dininiz, sizin imanınız size ne büyük fenalık emrediyor. Bakara 93. Evet.

 

Bu da ilginç. Hani bir köpek vardı. Boji miydi ismi? İstanbul’da böyle belediye otobüslerinde geziyordu şöyle şirin bir şey… Efendim bakınız, bu dayı ne yapıyor biliyor musun? O köpeğe pislik çalmak için torbada pislik getirmiş, eliyle otobüs koltuğunun üstüne pislik bırakıyor. Köpeğe iftira operasyonu. Nasıl buldunuz? Yav sizin elinizden; insan kurtulmadı, kadın kurtulmadı, erkek kurtulmadı, Allah-peygamber kurtulmadı, din-iman kurtulmadı da köpeğe de mi yapılır ya. Köpeğe de mi iftira edilir? Allaha ettiniz, peygambere ettiniz, Kurana ettiniz, dine-imana ettiniz, bize ettiniz… ettiniz de köpeğe de mi iftara edilir ya. Hadi buyur…

 

Benim kahramanlarım

 

Son… Evet, vakti de tam sığdırdık bu sefer, Eyvallah.

Sebastiao Salgado ve eşi Leila. 2001 ve 2019. Bu alanın kapladığı yer ne kadar biliyor musunuz? Güney Afrika kadar. Güney Afrika ülkesinin sınırları kadar. Bir yeri şu haldeyken şu hale getiren yiğit bir çift. Buna maşallah denir. Değil mi? Evet hepimiz elimizin değdiği yeri… hani demiştim ya insanlar ikiye ayrılır: Ebter insanlar Kevser insanlar. Kevser insanlar: Akan bir çeşme gibidir, akan bir su gibidir; gittiği yeri yeşerterek gider. Ebter insanlarsa: gittiği yeri kurutur, iyiliği kuruturlar, aklı kuruturlar, vicdanı kuruturlar, insafı kuruturlar, insanı kuruturlar, umudu kuruturlar, özgürlüğü kuruturlar, merhameti kuruturlar…

Evet… Rabbim bizleri “Kevser İnsan” etsin. Hepinizi Allaha emanet ediyor, iki hafta sonra inşallah tekrar yeni bir derste buluşmak üzere. Hoşça kalın…

 

Yorum Yaz