Gelecek yüzyılın yükselen değeri ahlak olacaktır

Devrimlerin birçok değerini olduğu gibi takvimini de (dolayısıyla zaman tasavvurunu) devirdiği biz “cumhuriyet kuşakları”, miladi 20. yüzyılın, insanlığın en uzun yüzyıllarından biri olduğuna bizzat tanıklık ettik.

20. yüzyıl ideolojilerin yüzyılıydı. İnsanlığa mutluluk ve esenlik vaat ederek çıktılar, kan, gözyaşı ve mutsuzluktan başka bir şey getirmediler. Yaktılar, yıktılar ve en sonunda kendileri de yıkıldılar.

Alternatif diye sunulan ve fakat tüm meziyeti “daha az kötü olmak” olan ideolojiler de içinde, Batı kaynaklı ana ideolojilerin istilasına uğramış çevre ülkelerde dölleme yoluyla peydahlanan geri ve az gelişmiş ideoloji müsveddeleri de yıkılacaklar, yıkılmaya mahkumdurlar.

Alfred Sauvy’nin kitabının adını hatırlayalım: Avrupa Batacak (L’Europe Submergee). Bu fikir bana ait değil, bir batılıya ait. Doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır, fakat tartışılmayacak bir gerçek var: 20. yüzyıl Avrupa sayesinde insanlığın en kanlı yüzyılı olarak tarihe geçti ve bu gerçeği kimse saklayamaz.

İnsanlık tarihinde, sadece 30 yıla iki dünya savaşını ve 60 milyon ölüyü sığdırabilme becerisini gösteren bir başka uygarlık hatırlamıyorum. İlerlemenin ve gelişmenin bedeli buysa, ilerleyen ve gelişen insanlık, erdem, ahlak, adalet ve özgürlük gibi üstün değerler değil; cinayet, vahşet, bencillik, taassup, zulüm ve baskı gibi reziletlerdir.

30 Ocak 1933 tarihinde Adolphe Hitler iktidara geldiğinde “Biz 1000 yıllık geleceği yaşıyoruz” demişti. (“28 Şubat 1000 yıl sürecek” lafı, Hitler’in bu lafına ne kadar da benziyor!) Çok değil sadece 10 yıl sonra 30 Ocak 1943 tarihinde Stalingrad Antlaşması’nda ise Führer yalnızca iki sıfırda yanıldığını hayal kırıklığı içinde anlayacaktır.

Bilimsel-teknolojik gelişme?

İnsan kendisini ana rahmi gibi merhametle bağrına basan dünyanın geleceğini katil bir cenin gibi öz elleriyle yok ediyorsa, bu “gelişme”nin ne menem bir gelişme olduğu sorgulanmalı değil mi?

Bu gelişmeye rağmen İLO raporlarına göre hala dünyada yetersiz beslenme ve açlıktan yılda yaklaşık 100 milyon insan ölüyor. Asıl kıyamet; Hindistan, Hollanda kadar gübre kullanmaya; her Çinli, Amerikalı kadar tüketmeye başlayınca kopacak. Hobbes, “insan insanın kurdudur” gerekçesiyle devleti savunuyor ve devletin güçlenmesini istiyordu. Ona göre, devlet güçlenirse “kurt kanunu” uyarınca insanlar birbirini yemekten vazgeçerlerdi. Şu garabete bakın ki, “devleşen” devlet, kurt kanunundan bin beter bir “dev kanunuyla” tüm kurtların yanında kuzu kalacağı kadar azmanlaştı. 20. yüzyıl, işte bu rolü oynayan ‘ulus devletlerin’ altın yüzyılıydı.

Dünya jandarmalığı rolünü yüzyılın ilk yarısı kapanırken Birleşik Krallık (İngiltere)’dan devralan Birleşik Devletler (Amerika), ince ayar emperyalizmiyle yüzyıl biterken dünya imparatorluğunu ilan etti. Şimdilerde ABD tüm tanrısızlar için bir yarı-tanrı, Beyaz Saray ise tüm mabetsizler için küresel bir Parthenon. Bu putlarevinin Zeus’unun Monika macerası, geri kalan dünyanın başına musallat edilen Beyaz Saray kapıkullarının sadece ağızlarını sulandırıyor.

Ahlak mı?

En son nerede görülmüştü!

Fıtrat egemen olacaktır

Yukarıdaki soru, cevabı basit bir soru. Çünkü ahlakın görüldüğü yer islamın görüldüğü yerdir. Dikkat et ey okuyucu; “İslam’ın” diye yazmadım, “islamın” yazdım. Bununla, dinler tarihinin konusu olan ve 1400 yıllık bir tarihe sahip olan İslam’ı değil, Adem’in, Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın ve İsa’nın (selam tümüne) mensup olduğu, insanlık tarihinin tüm iyilerinin doğal üyesi olduğu “fıtrat yolu olan islamı” kastettim.

Evet, ahlakın görüldüğü yer islamın görüldüğü yerdir; batıda ya da doğuda, Çin’de ya da Maçin’de, fark etmez.

“Ben Müslümanım” diyenleri gelecek yüzyılın hakimi yapacak bir numaralı silah da işte budur: Ahlakın ve erdemin mümessili olmak. Çünkü dünyada ne azalırsa, onun değeri o oranda artar. Şu anda dünyadaki en değerli şey ahlak ve erdemdir. Çünkü Modern Batı Uygarlığı, bencilliğin, çıkarcılığın, ikiyüzlülüğün, had bilmezliğin, ahlaksızlığın “yükselen değerler” olarak takdim edildiği küresel bir sapmaya dönüştü.

Tüm Avrupa’da, mevcut demografik verilere göre 2020 yılında nüfusun % 65-70’ini yaşlıların teşkil edeceği tahmin edilmekte. Buna % 10-15 de çocukları ekleyin, söyler misiniz, bir toplumun % 80’ini oluşturan çocuklar ve yaşlıları ilgiden, şefkatten, sevgiden, fedakarlıktan ve vefadan daha çok ne mutlu edebilir?

İşte o zaman fark edecek sosyal güvenlik uzmanları, ahlaksız ve erdemsiz bir toplumda “sosyal güvenliği” sağlamanın, mutluluktan ağlayan bankamatik icat etmek kadar imkansız olduğunu.

21. yüzyılı “milenyum hurafesi” diyebileceğimiz bir duygusallıkla karşılayanlar, gelecek tasarımlarına Allah’ı da dahil ediyorlar mı?

Allah’sız bir gelecek tasarımı, başta ahlaksız ve anlamsız bir gelecek tasarımıdır. Hayat tüm anlamını Allah’tan alır. Elbette, gelecek binyılda da insanoğlu ölümü öldüremeyecek, yine ağlayanlar ve gülenler, inkar edenler ve iman edenler, Firavunlar ve Musalar, zalimler ve mazlumlar olacak. Fakat hayatına Allah’la anlam katanlar, değil sevinçlerini, acılarını ve sancılarını dahi anlamlı kılacaklardır.

Acıları ve sancıları anlamlı kılan bir inanç sistemi, gelecek yüzyılı inşa için uygulamaya konulacak bir medeniyet projesinin en büyük güvencesidir. Bu da İslam ve İslam’dır (“fıtrat ve Kur’an’dır” biçiminde de okuyabilirsiniz.)

Duruşunuzu kontrol edin. Mevcut küresel sapmanın tek alternatifi olan bir inanç sistemine mensup olmanın gururunu yaşama hakkına ne kadar sahip olduğunuza siz karar verin. Yeryüzünün ikindisini yaşadığı bir zaman diliminde, “ve’l-asr” ile andınızı ve adınızı tazeleyin:

“Asra yemin olsun ki, insanlık hüsrandadır. Ancak iman ede(rek aklının güvenliğini garanti altına alan -çünkü akıl kendini güvende hissetmediği zaman çalışmaz-), güzel ve yararlı davranış ortaya koyan, hakikati tavsiye eden ve (bedelini ödemek gerektiğinde) hakikat üzerinde direnişe çağıranlar müstesna.”

( 3 Ocak 2000 )

Yorum Yaz