İman Allah’ı hakkıyla takdir etmektir

Ya Rab! Sana kul olmak büyük lütuf!

Kimileri kula kul olur, kimileri kulları kendisine kul eder.

Kulları kendisine kul edenler genelde daha başka kullara kul olmaktan kurtulamazlar. Kimisi daha beter olur, eşyaya kul olur. Bir Allah’a kulluk etmez, gider kendi icat ettiği bin sahte tanrıya kulluk eder. Kendi elleriyle değerini beş paralık eder.

Allah’ın emanet ettiği ruhunu gider sahte tanrılara satar ya da kiralar. Tutar ruhun satış bedeliyle Allah’a tafra satar, çevreye hava atar, bu ihaneti küstahlığına referans olarak gösterir. Ruhunu satan kendini satmıştır. Kendini satan karşılığında ne alır? Ne alırsa kâr eder?

Ya Rab! Seni bilmek ne büyük kerem!

Seni bilmeyenler neyi bilir? Senin kadr-ü kıymetini bilmeyenler neyin kadr-ü kıymetini bilir? Seni bilmeyenler kendini nasıl bilir? Kendini bilmeyenin kendini kaybetmekten başka yolu yoktur. Kendini kaybeden neyi bulur? Diyelim ki buldu, bulduğu kimin olur?

Kendinin olmaz, çünkü “kendi” yok artık, kendi kayıp. Kendini kaybedenin kazandığı hiçbir şey olamaz. Kazanmaktan söz etmek için önce bir “kazananın” olması şart.

Seni bilmeyen haddini bilmez. Haddini bilmeyen Allah karşısındaki yetersizliğini, küçüklüğünü, acziyetini bilmez. Sadece haddini değil, kıymetini de bilmez. Eşya karşısındaki kıymetini, dünya karşısındaki değerini, makam, mal, servet karşısındaki şerefini bilir.

Ya Rab! Seni anlamak ne büyük saadet!

Seni anlamak hayatın anlam ve amacını anlamaktır. Seni anlamak ölümün hayatın öbür yüzü olduğunu anlamaktır. Seni anlamak cennet ve cehennemin “ilahi adaletin” tecellisi olduğunu anlamaktır.

Seni anlamak, var oluşun Rahmetin eseri olduğunu anlamaktır. Seni anlamak, kulluğun en büyük şeref ve itibar olduğunu anlamaktır. Seni anlayanın tek iftiharı vardır: Sana kul olmak.

Seni anlayanın tek izzet kaynağı vardır: Senin kendisine Rab olman. Seni anlayanın bitmez tükenmez bir imkânı vardır: İman.

Seni anlayanın nükleer bir güç merkezi vardır: Kalp. Seni anlayanın bitimsiz bir serveti vardır: Kanaat.

Saadet bir ırmak olsaydı, hiç şüphe yok ki o ırmak senden çağlardı. Mutluluk bir yağmur olsaydı, kuşkusuz o senden yağardı. Seni anlamayanlar yeri de anlamazlar, göğü de. Havayı da anlamazlar, suyu da. Güneşi de anlamazlar ayı da. Yazı da anlamazlar, kışı da. Gözyaşını da anlamazlar, tebessümü de.

Ya Rab! Sana sığınmak ne büyük emniyet!

Senden kaçmak mı? Kime? Nereye? Nasıl? Bu mümkün mü? Senden kaçanlar sonunda yakalanıp huzuruna getirilmeyecek mi? Seni asla atlamayacaklarını unuttular mı? Şu alemde Senin olmadığın bir yer mi var?

Senden kaçmak imkânsız. O halde akıl kârı olan Sana kaçmaktır. Sana; yani kuluna bir annenin öz yavrusuna olan şefkatinden sonsuzca daha şefkatli olan Rabb’e. Rahmeti kendisine ilke edinene. Merhameti gazabını geçene. Affı her şeyi kuşatana.

Senden kaçanlar da sonunda Sana gelirler, Sana kaçanlar da. Ne var ki, Senden kaçanlar “kaçak bir şaki” olarak gelirler, Sana kaçanlar “seven bir kul” olarak. Seni sevmek, sevgiye hakkını vermektir. Seni sevmek, kalbin ibadetidir. Seni sevmek, en soylu şükürdür.

Senden kaçan kaçaklar, kaçıp kurtulacaklarını sanmakla hayatlarının yanlışını yaparlar. Aslında onlar kendilerinden kaçtıklarının farkında bile değiller; kendilerinden, hayattan, hakikatten, ölmekten ve olmaktan…

Onlar bunun mümkün olacağını düşünmekle daha baştan kaybettiler. Seni sonsuz bir imkân olarak değerlendiremedikleri için kaybettiler. Sen varsın, fakat onlar Sen yokmuş gibi davrandıkları için kaybettiler. En büyük problemleri mi? Onu ey Allah’ım, sen söyledin kitabında:

“Allah’a hakkıyla takdir edemediler.” (En’am, 91)

Yorum Yaz