Kur’an’ı yüzünden değil, yüreğinden okumak

Ramazan geliyor. Yine her mahallede mukabele okumaları başlayacak.

Cıvıl cıvıl bir Kur’an iklimi saracak her yanı. Şeytanlar bağlanacak. Şeytanlar ki, sürüsü bir para; görüneni, görünmeyeni… İnsan suretlisi, kravatlısı, papyonlusu… Medyalısı, gazetelisi… Sivili, resmisi, resmi hizmete mahsus olanıyla her tür şeytan?

Halkımız, Kur’an’ı yeni öğrenmeye “yüzünden okumak” veya “yüzüne okumak” adını verir. Hoş ve isabetli bir ad.. Yüzünden veya yüzüne okumak tavsifi, öncelikle “ezberden okuma”yı ayırmak için kullanılır. Öyle ya, ezberden okuyan, yüzüne okuyandan daha makbuldür. Tabi ki, yüzüne okumak da, hiç okumamakla kıyaslandığında, bir gelişmedir. Aslında hiç okumamanın da gerisinde bulunanlar var. Onlar Kur’an’ın “canına okuyanlar”. En rezil olanları da “Kur’an’a meydan okuyanlar”. Allah onların şerrinden emin eylesin.

Kullananların çoğu farkına varmasa da, aslında “yüzüne okumak” tabiri, anlamadan okumanın en basit şeklini ifade eder.

Peki, anlamadan ve satırdan okuyanın ki “yüzüne okumak” ise, ezbere okuyanın ki nedir? Onunki “yüzeysel” okumadır. Derinliğine okuma değil. Zira Kur’an vahyinin ilk emri olan “oku”, doğrudan anmayı içerir. Size biri “Oku, ama anlamasan da olur” dese, yüzüne “Sen iyi misin?” dercesine şaşkın şaşkın bakmaz mısınız?

Peki, böyle bir şeyi Allah der mi? Kur’an’ı “apaçık bir Arapça ile” indirdiğini söyleyen Allah! Ki Arapça ile indirilmesi, anlaşılması için insanların konuştuğu bir dille indirilmesi vurgusunu taşır. Kur’an’ı iki de bir “mübîn” sıfatıyla (hem açık ve anlaşılır, hem de açıklayıcı) tavsif eden Allah, “Kur’an üzerinde hiç derin derin düşünmüyorlar mı?” buyuran Allah, Kur’an’ı “Tefekkür eden bir topluma” ithaf eden Allah, sık sık “ne kadar da azınız düşünüyor” diye tabir caizse sitem eden Allah, “aklını kullanmayanı pisliğe terk edeceğini” buyuran Allah…

Yüzüne okuma tabiri bana hep Türkçemizdeki “yüzüne gülme” tabirini hatırlatır. Sizin için iyi şeyler düşünmeyen biri, en azından sizinle samimiyeti bulunmayan biri, size tebessüm ediyorsa, bunu “yüzüme gülüyor” diye ifade edersiniz. “Yüzden” olanlar, yürekten olmayanlardır. “Sathî” yerine uydurulan “yüzeysel” kelimesi de bu vurguyu taşır: Derinden olmayan, sanki kazımaya kalksanız yerinde yeller esecekmiş gibi olan…

Kur’an’ı yüzünden okumak da, Kur’an’ın yüzüne gülmek gibi bir şey. Kur’an’la samimiyetini ilerletmek isteyen müminler, “mukabele” okuma işini, yüzüne okumayla sınırlı tutamazlar. Düşünün ki, hanımefendiler her Ramazan mukabele okuyorlar. Kimileri bu işi 10 yıldan beri, kimileri, 20, 30, hatta 40 yıldan beri yapıyor. Bunca senedir Kur’an’ın “yüzüne okuyan” bu hanımlar bir türlü derinden okumaya teşebbüs etmiyor. Yani, hep yüzüne güldükleri Kur’an’ın bir de içine, yüreğine gülmüyorlar. Hep yüzünden tanıştıkları Kur’an ile samimiyeti bir türlü ilerletemiyorlar. Yürekten tanışmayı denemiyorlar.

Kur’an’ı anlama çabası, onu “içinden okuma”, dahası, “yüreğinden okuma” çabasıdır. Allah kelimelerin kalbine manaları indirmiştir. Kelimelerin kalbine indirilen manalar mümin insanın da kalbine inmelidir. Bunun için, Kur’an’ın yüzünden okumak yetmez. Ciğerinden okumak şarttır. Kur’an’ın yüzüne gülene, Kur’an da yüzüne güler. Kur’an’ın yüreğine gülene, Kur’an’da yüreğinden güler.

Ağzını açan anlaşılmayı ister. Gülün açması, bülbülün ötmesi, kuzuların melemesi bile bir mesaj taşır. Yani “anlamanın” konusudur bütün bunlar. Kâinattaki her sesin bir manası vardır. Peki, İlahi sesin manası olmasın mı? Allah abesle iştigal etmekten münezzehtir. Kaldı ki vahiy bir “tilavet kitabı” değil, bir “hayat kitabı”dır. Bu yüzden hayata inmiştir. Onu değiştirmek için, kendi ifadesiyle muhataplarını “karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için” inmiştir.

Kur’an’ın aydınlığı, onu anlayan bir akla ve kalbe düşer. Düşünsenize bir, “Ben anlamıyorum ama yaşıyorum” demek nasıl bir garabettir? Sahabe-i kiram, on ayet alırlar, onu iyice anlar, özümser ve yaşarlar, sonra bir on daha alırlarmış. Biz birbirimize sahabenin Kur’an karşısındaki bu ciddi duruşunu anlatacağımıza, falancanın bir gecede Kur’an’ı kaç kez hatmettiği türünden menkıbeleri anlatıyoruz. Dolayısıyla, Kur’an tasavvurumuz da “anlamaya ve yaşamaya” odaklı bir tasavvur olmaktan daha çok “otomatik tekrara” dayalı bir tasavvur olup çıkıyor.

Sonuç mu? Sonuç ortada: Kur’an, dünyanın en çok okunan fakat en az anlaşılan ve yaşanan kitabı olup çıkıyor.

Ramazan mukabelelerini, bir Kur’an’ı hayata taşımak için vesile bilelim. Binlerce, on binlerce evden yükselen Kur’an tilaveti, önce anlamayı hedefleyen bir Kur’an kıratına dönüşsün, sonra da hayata. Binlerce, on binlerce evden yalnızca Kur’an sedaları değil, bununla birlikte Kur’ani bir hayat yükselsin. İşte asıl o zaman Ramazan gelir. Gelir ve hiç gitmez. Gelir ve Kur’an’ın diriltici soluğunu alır getirir. Getirir de, bedenini ölü kalbini taşıyan bir tabut gibi gezdiren canlı cenazeleri diriltir.

Yorum Yaz