Siretü’l Kur’an-27.Ders-“A’lâ Suresi: Bir Görev Âhlakı ve Sorumluluk Dersi”

 

SİRETÜ’L-KUR’AN 27. DERS

AL’A SURESİ:

BİR GÖREV ÂHLAKI VE SORUMLULUK DERSİ”- 09.02.2020

 

Değerli dostlar, hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Es-Selâmu aleykum, sabahu’l-hayr, sabah bi hayr, roj baş, pari rui, good morming, guten morgen, huten morgen, bonjour, bonjorna, dobro utro, cindobre, selamat pagi, ohayoou gozaimasu, zaoen, haberi, dilam şivi dobisa, şalom aloha…  Dünyanın neresinde insanlar nasıl selamlıyorlarsa birbirlerini, bende elimden gelse üç bin dilde, selamlıyorum. Selamlarım.

Bugün “Kur’an’ın Hayat Yolculuğu” dersimizin, 27.sindeyiz. Hamdolsun, şükür olsun, maraton devam ediyor, buraya geldik, inşallah hitamına ereriz, tamamlarız, bitiririz demiyorum, bitmez. Bitti dersek, yetti dersek biter, biteriz. Yani biz biteriz. Onun için, ömür biter ama öğrenmek bitmez, bitmemeli de zaten. Onun için, 27. dersteyiz, maratonumuzum 27. etabındayız. 9 Şubat 2020 günü yine beraberiz ve konumuz; “A’la Suresi: Bir görev ahlakı ve sorumluluk dersi”. Başlığımız bu: Görev ahlakı ve sorumluluk dersi. Görev ahlakı çok önemli.

Ahlaki davranışlarımız, bazen zorunluluk olur.  Zorunluluk olan şey, ahlaki olmaz.

Zira; zorunluysanız, köşeye sıkışmışsanız, onu yapmaktan başka seçeneğiniz yoksa, onu yapmanız, sizin için ahlaki bir tercih değildir. Zira; mecbur olmuşsunuz, köşeye sıkışmışsınız. Ahlaki davranışın tamamının temelinde, tercih yatar. Onun için kötüyü, kötü seçeneğin olması, iyiyi seçmemizde ödülü gerektirir. Eğer, kötüyü seçme yeteneğiniz yoksa, yetiniz yoksa, iradeniz yoksa, iyiye mahkûm olmanız sizi iyi etmez.  80 yaşında bir yaşlının, günah işlememesi veya günah işleyememesi, onun için bir tercih meselesi değil artık. Günah işleyebilecek yaştayken, günaha her türlü açık yaştayken, onu tercih etmiyorsa, o tercihinin ödülünü görür. Dolayısıyla bu anlamda, görev ahlakı, sorumluluk ahlakı zorunluluk ahlakı değildir. Bunlar birbirinin karşıtıdır.

 

  1. SUREDE İKİ EYLEM EMRİ VAR

Evet, iki tane emir var surede, ikisi de eylem emri.

  1. RAB ADINA HAREKET ET! (SEBBİH)

Bakalım; 1.Rab adına hareket et! “Sebbih isme rabbikel a’la; A’la olan, yüce olan, Rab adına hareket et.” Burada yüce, sureye ismini veren, A’la suresinin ismini veren, Allah’ın A’la sıfatına, ismine biraz bir dikkat çekmek isterim.

Allah, niye yüce sıfatını alır? Üstün, yüce neden? Zira, üstünlük tartışması, üstünlük mücadelesi, üstünlük savaşı, insanoğlunun tarihi boyunca, birbirine yaptığı zulümlerin büyük bir bölümünü oluşturur. Sen üstünsün, ben üstünüm. Sen galipsin, ben galibim. Erkek üstün, kadın üstün. Bizim ırk üstün, sizin ırk üstün. O kabile üstün, bu kabile üstün. O ideoloji üstün, bu ideoloji üstün. O kurtuldu, yok biz kurtulduk, yok falancalar kurtuldu vesaire… Bu tartışma bitmez. Bu tartışma, insanoğlunun yaptığı zulümlerin birçoğunun altındaki imzadır. Onun için, Allah üstünlüğü ben alıyorum diyor, kavga etmeyin. Kavga etmeyin. Niye? A’la olan benim. Neyin kavgasını ediyorsunuz? Dolayısıyla, bütün Esma-i Hüsna’nın mesajı, Allah’la ilgili değildir. Bütün Esma-i Hüsna’nın maksadı; insanı daha iyi insan yapmaktır. Yani bizim içindir. Dolayısıyla bunları bilsen, Allah’ın nesi artar, bilmesen nesi eksilir? Biz eksiliriz veya biz artarız.  “Sebbihisme rabbikel a’la” Allah adına hareket et. “Sebbih”; Görmüştük bir önceki derste. Tesbih, bütün dersi tesbih eylemine ayırmıştım. Onun için orada durmuyorum. Yani, hareket et anlamına geldiğini, dilde, Kur’an’da ve lügatta kök anlamıyla açıklamaya çalışmıştım.

 

Rabbin adına hareket etme ne değildir? Nedir’e geleceğim. Ne değildir?

* Haşa, Allah’ın yerine geçme değildir. Yani, Rabbin adına hareket et emrinden, Allah’ın yerine geç, haşa anlayamayız. Allah’ın yerine geçilebilir mi? Yani, Allah ol. Haşa. Bu mu? Bu olmaz, olamaz, bu değildir.

*‘O’na vekil ol, değildir. ‘O’nun vekili olur mu? “Vema entea aleyhim bi vekil: Sen, onların üzerine vekil değilsin.” Yani, Allah’ın vekili değilsin. Allah’ın vekili yok. Allah’ın gölgesi de yok yeryüzünde. “Yönetici, sultan Allah’ın yeryüzünde gölgesidir” demişler. Hatta bazıları bunu, hadis diye yutturmuş. Allah Resulüne iftira etmiş. Allah’ın gölgesi olur mu? 3 boyutlu cisimlerin gölgesi olur. Gölgesi olan, doğumlu ve ölümlüdür. Yani bir yaratılış bir de yok oluş tarihi vardır. Gölgesi olan, mürekkep varlıktır. Yani birçok varlığın bir araya gelmesiyle oluşur. Dolayısıyla gölgesi olan; büyür doğar, büyür, yaşlanır ölür. Yaratılır ve yok olur. Dolayısıyla, “Kullu men aleyha fan” oraya gider. Her şey fanidir. Gölgesi olan fanidir. Allah’ın nasıl gölgesi olur? Yönetici, nasıl Allah’ın gölgesi olur? Yönetici zulüm yaparsa, Allah’ın gölgesi zulüm yapmış olacak öyle mi? Yani aslında bunu söylüyorlar, farkında mısınız? Gölgesine dokunma, Allah’a dokunmuş olursun. Bırak ne yaparsa yapsın. Dolayısıyla, ‘O’na vekil olma değildir, Rab adına hareket et.

– Peki başka nedir? Ne değildir?

– Allah adına kullarının sırtında, sopa kırma değildir. Evet, bugün dindarlık adına yapılan şey bu. Allah adına, kullarının sırtında sopa kırma. Bu değildir. Yani şöyle mesela, nasıl yaparız biz bunu? Ayetlerden, sopalar yaparız. Kızılcık sopası gibi elimize alırız, neren ister neren istemez ayetlerle döveriz. Bu, olur mu? Allah ayetlerini, biz kullarını dövelim diye mi indirdi? Yani kürsülerde vaizlerin görevi, Allah’ın ayetlerini, cemaatin sırtında kırılacak sopa olarak kullanmak mıdır? Budur, bu mudur? Bu değildir. Dolayısıyla, bu da değildir Allah adına hareket etmek.

– Başka ne değildir?

*Allah’ın jandarmalığını yapmak değildir. Daha önce, bir önceki derste de söylemiştim. “Fezekkir”; öğüt ver. “İnnema ente fezekir innema ente müzekkir lesta aleyhim bi müsaytir” Sen öğütçüden başka, öğüt vericiden başka bir şey değilsin, sen jandarma değilsin. Sen, kolluk gücü değilsin. Sen, zorlayıcı bir zorba değilsin. ‘Müsaytir’, zorba demek aynı zamanda. Dolayısıyla bunları yapamazsın. Allah adına jandarmalığa kalkma. Hiç kimsenin jandarması olma. Ne muhteşem ne harika. Ama sahi sorarım: Bu tutuluyor mu? Bu tutuluyor mu?

*Zira; din bir tehdit değildir. Nedir ya? Tekliftir. Tekliftir. Onun için mükellefiz. Yani teklif edilir, kabul eden eder, etmeyen etmez. İnsanın reddetme hakkı yoksa, kabul etmesinin bir anlamı yoktur. Onun için; “immâ şâkiran ve immâ kefûra: İster şükreder ister küfreder.” Evet, dileyen iman etsin, dileyen küfretsin. Nasıl? Dolayısıyla, küfretme yani inkâr etme özgürlüğünün olmadığı yerde, gerçek bir iman etme özgürlüğünden söz edilemez, tekrar ediyorum.

 

Rab adına hareket etme nedir? Evet, ne değildir’i gördük.

– Nedir?

*Yaratılışın yasalarını okuyarak hareket etmedir. Evet, yaratılışın yasalarını okumak, Rab adına hareket etmek budur. “Sebbihisme rabbikel a’la: Rabbin adına ‘A’la’ olan, yüce olan Rabbin adına hareket et.” Yani; Allah’ın yasalarını oku. Kainattaki yasalarını oku, yerdeki, gökteki yasalarını oku. Toplumdaki yasalarını, sosyoloji olarak oku. Hayvanlardaki yasalarını, zooloji olarak oku. Canlılarındaki yasalarını, biyoloji olarak oku. Gökteki yasalarını, astronomi olarak oku. Yerdeki yasalarını, jeoloji olarak oku. Dolayısıyla bilimler üzerinden, Allah’ın yasalarını oku. Çünkü hepsi, Allah’ın yasalarını keşfetmek, inkişaf ettirmek ve onu öğrenmekle yükümlü. O manada Allah’ın yasalarını okumaktır.

– Nedir?

Yaratanın, toplumsal değişime dair yasalarına göre davranmadır. Bu da sosyolojinin konusu. Toplumsal değişim. Toplumların tavırları, davranışlarını inceleyen bilime; sosyoloji diyoruz. Dolayısıyla Kur’an’da, sosyolojinin ilkelerini veren ayetler var. Oraya geleceğim zaten. İşte bakın geldi.

  • Kötüden iyiye değişim: Ra’d 11. Nedir? “İnnallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim: Allah, bir toplumun bireyleri, kendilerini değiştirmeden, o toplumu değiştirmez. O toplumun, gidişatını değiştirmez.” Yani; siz, kendinizi değiştirirseniz, Allah’ta sizin toplumunuzu değiştirir diyor. Bu bir yasa. Toplumsal değişimin yasası. Şikâyet ettiğiniz her ne var ise topluma dönük, dönüp şunu sormanız lazım: Aynaya baktın mı? Herkesi değiştiremezsin, tüm dünyayı değiştiremezsin. Bu mümkün değil. Ama mümkün olan bir şey var. Nedir? Kendini değiştirebilirsin. Bu mümkün mü? Mümkün. O zaman, mümkün olan dururken, mümkün olmayandan başlıyorsan eğer, senin değiştirmeye ve değişmeye gönlün yok arkadaş. Tüm dünyayı değiştirmeye kalkıyor ama değiştiremediğin için de yorulup yere yatıyorsan, aslında senin iş görmeye gönlün yok. Sen, aslında yatmak istiyorsun ama bir bahane arıyorsun. Eğer gerçekten iş yapmaya, bir şey yapmaya, bir şey bırakmaya gönlün olsaydı, mümkün olandan başlardın. Mümkün olan nedir? Kendini değiştirmek. Onun için kendimizi değiştirmiyorsak eğer, Allah toplumumuzu değiştirmez. Bu yasa, bu iyiden kötüye. Affedersiniz kötüden iyiye değişim.

 

  • Bir de tersi var biliyor musunuz Kur’an’da? İyiden kötüye değişim: Enfal suresinin 53.ayeti: “İnsanlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah bir topluma olan nimetini değiştirmez.” Yani; nimetini, bugün kullandığımız Arapçasıyla birebir aynı değil, ama artık Türkçeleşmiş. Bela ile değiştirmez. Nimetini iptila ile değiştirmez. Dolayısıyla bu da elde olanın geri alınmasıyla alakalı bir değişim. Yani bu negatife pozitiften negatife, öbürü de negatiften pozitife doğru değişim. İkisi hakkında da ayet var Kur’an’da.

 

*Her insanın kaderi, kendi çabasına bağlıdır. Öyle değil mi? İsra 13. Dolayısıyla her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık diyor. Yani bu ne demektir? Çaban kadarsın. Kaderin çabandır. Kaderine müdahilsin. Önce tercih yaparsın, ondan sonra tercihin alışkanlığına dönüşür, alışkanlığın karakterine dönüşür, karakterine dönüşen her şey kaderine dönüşür. Ama önce tercih yaparsın. Süreç oradan başlar. Dolayısıyla bu işte, önce izledik ya yani; “Kaderiymiş hocam” diyordu ya o skeçte aynen öyle. Şimdi düşünün, bir ayyaş düşünün, Allah kurtarsın. Gece gündüz kurtulamıyor ve körkütük, hep akşamdan kalma.  “Niye böyle yapıyorsun?” deyince verdiği cevap: “Bu bizim kaderimiz, bu benim kaderimmiş.” Gitmiş adamı vurmuş, içeri girmiş. “Niye vurdun adamı?” diyorsun. “Kaderim, kaderim” diyor. Kader diyor. Gitmiş, emir vermiş, Ömer bin Saad’in arkasına. 4000 tane askeri, bir başka rakam 6000’dir. 6000 veya 4000 askeri takmış, 72 kişilik bir kafile, bunların yarısı da çocuk ve kadın. Onu, susuz bir çölde yani yanında ırmak akıyor ama çöl Kerbela’da gitmiş, öldürmüş, katliam yapmış ve Yezit; “Bu onun kaderiydi” diyor. “Onu Allah öldürdü.” Evet, bu da bakış açısı. Bu da bir bakış açısı ama bu bakış açısı, katili katil olmaktan kurtarmadığı gibi, katili ahlaksız katil yapar. Sorumluluk almıyor. Sorumluluk almıyorsa; sorgulamayacak, sorgulanmıyorsa; tövbe etmeyecek, tövbe etmiyorsa; değişmeyecek, değişmiyorsa; gelişmeyecek. Buyurun silsile halinde. Buyurun. Bir de Allah’a iftira etti mi? Dolayısıyla, her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık biz. Yani oradaki “unuk” Ayette geçen “unuk” bazıları bilir bilmez, böyle affedersiniz ukalalık yapıyorlar. Yani, daha iyisini öğrenince, itiraz etmelisin. Daha çok çalışarak, itiraz etmelisin. İtiraz et, et. Ama laf olsun torba dolsun diye değil. Daha iyisini öğren, daha iyi öğren, ondan sonra itiraz et. Dolayısıyla “unuk”; boğaz demektir. Eski dünyanın insanlarının tamamı, taşıdıkları yükü burayla taşırlardı. Yani özellikle o bölgede su, burayla taşınır. Şurada bir ağaç, böyle taşınır. Yük, burayla taşınır. Anlatabiliyor muyum? Onun için çocuk, burada taşınır vesaire… Ve kadınlar, yüklerini başlarında taşırlar o bölgelerde. Burada taşırlar. Dolayısıyla boğaz, boyun, yük taşıyan demektir. Sorumluluk taşıyan, sorumlulukta odur. Her insanın kaderini kendi… çaba yani çaba, kendi çabasına. İşte bu, yük taşıdığı nokta “unuk” oradan gelir.

*İnsana ancak, çalışmasının karşılığı vardır, insana. Evet, “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ” Necm 39. Bu, ilke ayettir. Bu çok önemli. Biraz önceki de ilke ayetiydi. Her ayet, ilke ayeti değildir. Birçok ayet, o ilke ayetini gösterirler. Onun için, Kur’an’ı anlamak için, önce ilke ayetini bulmak, o ayeti ilke ayetinin ışığında anlamak lazım. Onun ışığına tutmak lazım. Onun için, ilke ayetidir bu. Nedir? Her insan, evet, insana ancak, çalışmasının karşılığı vardır. Bakınız; Müslümana değil, Mümine değil, insana. Şu soruyu artık sormuyorsunuz değil mi? Neden Japonlar, şu an da efendim ekonomik olarak, 2.dünya savaşında yıkılmış, atom bombası yemiş bir ülke, neden böyle geliştiler? Sorusunu sormuyorsunuz değil mi? Sormamanız lazım. Bu ayete inanan bir insanın, bu soruyu sormaması lazım. Neden Almanlar, 2. Dünya savaşında yerle bir olmuş bir Almanya’dan, düşünün Dresden’de bin dereceyi bulmuştu bombalardan atılan bombalardan cadde sıcaklığı. Ne demek bu? Çeliği eriten, neredeyse eriten efendim bir sıcaklık. Peki ne oldu? Nasıl geldiler? Bu ayete inanan, bu soruyu sormaz. Evet, “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ” Çalıştılar ve geldiler. Çalıştılar, dünün orman toplumu. Geçen ay kaybettik. Bir dost, birlikte programlar yaptık. Esen üniversitesinde mesela beraber konferans verdik. Bir sempozyuma katıldık. Birkaç programımız daha oldu. Murat Hofman, eski Alman büyük elçi. Fas’ta büyük elçilik yapmış, Cezayir’de büyük elçilik yapmış. Gerçekten de bir kafa adamı, düşünürdü. Cezayir’de Müslüman olmuş. Müslüman olma hikayesini anlattırdım kendisine. Çok ilginç bir hikâye, Kur’an’la Müslüman olmuş. Cezayir’de ki Müslüman olduğu günler, Cezayir devriminin olduğu günler. Fransa’ya karşı, Cezayir halkının başkaldırdığı yıllar. O günler de Cezayir, Almanya Cezayir büyük elçisi. Efendim. “Öyle işkenceler yapıyorlar ki Fransızlar” diyor “Cezayir’de, fakat bu işkencelere karşı direniş çözülmüyor” diyor. “Gidiyorum mesela bir eve” diyor. “Evin üç oğlu da öldürülmüş” diyor. “İşkence altında ama anne çözülmüyor” diyor. “Nasıl başarıyorsunuz bunu, dedim” diyor. “Gel dedi” diyor. “Kur’an’ı açtı” diyor “ve önüme” diyor. “Bakara suresinin, o sabırla ilgili ayetini koydu” diyor. “İşte, bununla başarıyorum” dedi” diyor. Bu, dolayısıyla ondan sonra, onda bir dönüşüm başlıyor. Ona sordum, Alman toplumu, orman toplumu dedim. Düşünün, German kavminin devamı, onlarda Gotlar’ın devamı, Vizigotlar’ın devamı. German kavimleri, orman kavimleridir. Zaten, gırtlaktan gelen seste belli olur. Orman dili gibidir biraz. Ama bu dili, felsefenin diline, bu toplumu dünyanın son üç yüz yılda en büyük filozofları çıkaran, bir topluma nasıl dönüştürdünüz? Nietzsche’yi çıkaran, Goethe’yi çıkaran, Heidegger’i çıkaran, Kant’ı çıkaran, Hegel’i çıkaran bir topluma nasıl dönüştürdü? “Bana bir formülünüz var mı üstat?” dedim. İki şey dedi.

  1. “Hatalarımızdan, ders almayı bildik.
  2. Kendimizi eleştirdik.”

Ne dersiniz? Evet, formül belli, herkes için geçerli. “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ”” Allah, ona rahmet etsin. Murat Hofman. Yolu açık olsun. 90 küsur yaşında Rabbine yürüdü. Bir Amerika ziyareti var onun gençliğinde, Amerika’yı baştan başa kat etmek için, gitmiş ve Amerika’da bir kaza yaşamış ama vücudunda kırılmadık yer kalmamış, omurga da dahil ve bilmem kaç ay, yoğum bakımda, ölü gibi yatmış. Hiçbir kıpırdanma yok. “Aylar sonra” diyor. “Her tarafım sarılı olduğu halde, gözümü açtığımda, doktor gözümün içine kadar eğildi: Beni, fark ediyor musun?” dedi. “Evet” dedim. “Dostum” dedi, “Anlaşılan Tanrının, sana dahil bir projesi var” dedi. Evet varmış. Harika bir yaklaşım. Varmış, ondan sonra anlıyoruz. Dolayısıyla evet değerli dostlar, devam edelim.

Allah Resulü, bu emri nasıl uyguladı? Önce kendini değiştirdi. Evet ya, Allah Resulü önce kendini değiştirdi. Neydi? Evet, müddessir idi, yatan iyiydi müddessir idi. Ama ne oldu? Evet, nezir oldu, kalkan iyi. “Um fe enzir” kalk ve uyar. Dolayısıyla yatan iyiydi, kendini değiştirdi. Kendini değiştirmenin riski var mı? Çok…!

Birçok insan risk almamak için değişmiyor, biliyor musunuz?

Birçok insan, yük almamak için değişmiyor, değişmeyince gelişmiyor, gelişmeyince yaşamıyor, ölüyor, sadece tüketiyor ve ölüyor.

 

Onun için, önce kendini değiştirdi sevgili Resulümüz. Ne yaptı? İman nedir? Kitap nedir? Bilmezdi. İman nedir? Kitap nedir? Bilir duruma geçti. Ne yaptı? Sorguladı, bakınız önce sorguladı. İlk gelen ayetler, onun o anda ne yaptığının fotoğrafını da veriyor, biliyor musunuz? “İkra! Bismirabbikle lezi halak: Yaratan Rabbin adına oku!” Aslında okumaya çalışıyor, çözümlemeye çalışıyor yani, tahlile çalışıyor. Budur, okumak budur.

Çözümlemek, tahlil etmek, anlamaya çalışmak, anlamak, anlama çalışması, anlama uğraşıdır.

Budur okumak. Anlama uğraşı, anlamak için yırtınmak, anlamak için çırpınmak. İnsanoğlu niye böyle? Niye biri birine zülüm eder? Neden, hakkını alırda vermez? Mekke’de böyle çünkü. İnsanlar, insanların hakkını yiyor. İnsanlar, insanlara zülüm ediyor. Bir avuç insan, topu topu dokuz kişi Mekke’de, dokuz kişi tüm Mekkelileri sömürüyor. Bu sömürü, nasıl oldu? Bu sömürü düzeni, nasıl kuruldu? Nasıl bozulur? İnsan, insana nasıl insanca davranır? Sorular bu. Okuyor yani. Ama bütün nasıllarına cevap vermek için, bir referans lazım, bir referansla okumak lazım. Yani; kuyuya düşmüşsünüz, çıkacaksınız, çıkacakken kuyunun duvarında parmaklarınızın gireceği bir delik lazım, anlatabiliyor muyum? Oraya tutunup çıkacaksınız. O delik işte, bir referans lazım. Kuyudan çıkacaksınız ama bir referans lazım.

Yani okumayı bir referans adına yapmanız lazım, zihniniz sizi yanıltmasın diye.

O referans ne olacak? “Bismi Rabbik: Yaratan Rab adına.”

Dolayısıyla o referansı, işte orada buldu. Kendini değiştirdi. Hiç düşmanı yoktu. Hiç istemezi yoktu. Herkes dostuydu. Hiç sevmeyeni yoktu. Herkes seviyordu. Onun için Hacer-ül Esved’in yerine konulması konusunda adeta savaşın eşiğine gelmiş olan Mekkelileri, “Ah geldi, işte o geldi, işte El Emin geldi” diye sevindiren de buydu. İddiası da yoktu. Şair değildi, kâhin değildi, arraf değildi, eşraftan değildi, yani hiçbir şey değildi. Mekke’de, eşraftan değildi. Din adamları sınıfından değildi, kalemmes değildi. Mekke’nin Şeyh’ul İslam’ı; kalemmes. Kalemmes yardımcısı değildi. Şeyh’ul İslam yardımcısı, Diyanet işleri başkanı yardımcısı, Mekke müşrik toplumun. Dolayısıyla bunların hiçbirisi değildi. Şairde değildi, şiirleri de yoktu. Yazarda değildi, kitabı da yoktu. Peki sessiz, kendi halinde bir insan.

Ne yaptı Kur’an? Onu, bir devrimciye dönüştürdü.

Bir devrimciye dönüştürdü ki insanlık tarihinin, nadir rastladığı devrimcilerden biri.

Evet, işte bu güç, güce talip olmadığı için, güç tapıcılarını çekmemiştir. Evet, bu çok önemli. Allah Resulü güce talip olmadığı için, güç tapıcıları Allah Resulünün yanında hizalanmadılar. Farkında mısınız? Mekke’nin güç tapıcıları, o dokuz güç tapıcısı “Tısate rahtin” diyor ya aslında geçmiş bir kavimden veriyor örneği ama, dokuz çete. Aslında dokuz çete, Mekke’deki çete. Dolayısıyla, o çetelerden bir tanesi de bizde senin yanına gelelim, senin de bir ihtimalin var kazanmaya, kazanırsan üleşiriz demediler. Niye demediler, biliyor musunuz? İlk gelenler kimler oldu? Mekke’nin zayıfları. Mekke’nin zayıfları geldiler. Yani güce oynamadı, servete oynamadı, şöyle düşünseydi ne olurdu? Yahu! Haklı bir davadayız değil mi? Ben, Allah’ın seçtiği bir Nebi’yim ve benimle hakikatleri insanlığa ulaştırmak istiyor Rabbimiz. Dolayısıyla, her şey mubah bu amaç uğruna, amaç mübarek, amaç çok güzel, bu amaç uğruna her şey mubah. Mekkeliler de hoş bir davet getirdiler. Ne yaptılar? Getirdiler dediler ki: “Bir gün sen bizim Tanrımıza, bir gün biz seninkine. Olmaz. O olmaz. Bir hafta sen bizim seninkine, bir gün sen bizimkine. O da olmaz. Bir ay biz seninkine, bir gün sen bizimkine. O da olmaz. “Bir yıl biz senin Tanrına tapalım.” “Yani Allah bir diyelim ama sen bir yılda bir gün; Lat, Menat, Uzza’da hoş çocuklar falan de.”  Ya bu… bu mübarek dava için… Bu dava, lafı var ya dava kahrolası. Bu dava için ya bu yenir, bir gün ne olacak. Ne dersiniz? Demedi! Demedi! Yemedi yani. Yemedi! Çekti ama yemedi! Bu çok önemli. Daha önemli şeyler söyleyeceğim şimdi.

Evet, çok sayıya talip olmadı, iyiye talip oldu. Sayıya talip olmadı, iyiye talip oldu. Sayıya talip olmak. Allah resulü sayıya talip olmadı, sayıya talip olsaydı, sayıyı çoğaltmak için çok bahanesi vardı ama hiçbirini kullanmadı. Sayıya talip olmadı kütlelerin, kitlelerin demiyorum, “kütleleri” cezbedecek şeylerin hiçbirisine başvurmadı. Yani; “Ya şu söylemi şöyle kuralım, kurgulayalım daha çok insan gelir” hiç böyle bir derdi olmadı ki. Gördüğünüz gibi. Ve daha ne oldu? Kendi kitlesini bile üç kez dağıttı. Bu çok önemli. Bu çok önemli. Nerde?

  1. Habeş Hicreti. Bu, kendi kitlesini dağıtmaktır biliyor musunuz? Yani dişin tırnak, tırnaklarıyla kazıyarak, Mekke’nin o çöl ortamında bir avuç, bir avuç mümin kazanacaksın, insan kazanacaksın ve onlar zulüm görmeye başlayınca diyeceksin ki: “Habeşistan’da Aksum krallığında, bir adil hükümdar var. Oraya gidin. Orada rahat edersiniz.” Nasıl bir şey bu? Eyvallah. Oraya gidin, Habeşistan’a gidin. “Peki, sen ne yapacaksın ya Resullullah?” bir avuç insan zaten, etrafında kimse yok. Düşman, düşman denizinde bir adasın zaten, bu adayı boşaltıyorsun. Sen ne yapacaksın? Evet, çok önemli.
  2. Hicret öncesi; Ömer sen gitme Medine’ye. Sen bana lazımsın, güçlü kuvvetli adamsın, sen nereye gidiyorsun? Tamam o gitsin o gitsin o gitsin. Fakir gitsin, yoksul gitsin, efendim düşkünler gitsin, kendini savunamayacaklar gitsin, kadınlar gitsin, çocuklar gitsin de Ömer sen dur. Anlatabiliyor muyum? Abdurrahman sen de dur. Osman sen de dur. Öyle değil mi? Hayır! Hayır! Yok böyle bir şey. Taif’e yanında kimle gitti? Evet ya Zeyid’le gitti. Eski bir köle. Mekkeli değil, kabilesi yok, gücü yok. Ya yanıma şöyle izbandut gibi, şöyle koruma, bodyguard olacak dört tane adam alayım Taif bu, ne yapacağı belli olmaz. Nitekim de öyle oldu. Yok. Öyle bir dert yok. Anlatabiliyor muyum? Onun için, vefat öncesi orduyu hazırlattı. Vefat edeceğini anladı. Ölüm geliyor. Orduyu hazırladı, başına da hiç kimsenin evet demediği birini geçirdi. Çok genç, 20 yaşlarında Usame bin Zeyt. Siyahi biri. Babası Zeyt beyazdı, Usame siyahtı. Evet. Efendim. Ailede varmış, geçmişte varmış. Efendim, Usame’yi geçirdi. Usame’yi komutan ettiği ordunun içinde; Ali asker, Ebubekir asker, Ömer asker, Abdurrahman asker, Talha asker, Zübeyir asker, şu asker, bu asker, asker hepsi asker. Ve “götür orduyu” dedi “götür, çıkar Medine’den çıkar.” Üç yere haber gönderdi. Usame çırpındı, ordu çıkmıyor. Evet. Allah Resul’ünün emrine rağmen ordu çıkmadı. Ama ilginç olan şu; kendisi vefat ettiğinde, ordu Medine’de kalsın istemiyor. Güç yarışına girsinler istemiyor. Birbirine düşsünler istemiyor. Yani derdi o değil. Yani o bir ahlak toplumu, bir ahlak getirmek istedi, bir güçlü devlet kurmak değildi onun amacı. Anlatabiliyor muyum? Güç değildi, hiç olmadı zaten, hiç tanımadı onu. Onun için dağıttı yani. Orada da dağıtmaya çalıştı. Son nefesini verirken dağıtmaya çalıştı, ama söz dinlemediler. Dolayısıyla gördüğünüz gibi Allah Resulü bu emri, “sebbihisme rabbikel a’la” “Rabbin adına hareket et” böyle bir şey işte bu.

 Hiçbir şey saklamıyorum. Çok mu cesurum? Değilim. Korkmuyor muyum? Korkuyorum. Ama Allah’ın sevgisini yitirmekten daha çok korkuyorum. Ama o kadar asimetrik savaştılar ki, o kadar asimetrik hücum ettiler ki, o kadar çirkefçe saldırdılar ki hiçbir şey kalmadı depolarında. Yapmadıkları hiçbir iftira kalmadı. Hiçbir düzen kalmadı kurmadıkları, onun için rahatım. Rahatlığım oradan geliyor. Ne yapacaklar ki? Hepsini denediler onu söyleyeyim. Bildiklerinizin yanında bilmediklerinizi de denediler en tehlikeli olanları. Ve elhamdülillah buradayım, ayaktayım. Onun için de hiçbir şeyi saklamıyorum. Bildiğim hiçbir doğruyu sizden gizlemiyorum gizlersem dilim lal olsun. Gizlemeyeceğim de bildiğim ne varsa sizinle paylaşacağım. Eğer bunun bedeli bir başka bir şeyse o olsun. Onun için, burada da açıkça, netçe söylüyorum bakınız böyle böyle böyle oldu. Bu, bir bilgi paylaşımıdır. Bu bilginin aksini bilen ve sağlam delilleri olan varsa, lütfen edebini bozmadan, terbiyesini bozmadan, ben hiç kimseye hakaret etmedim, hiç kimseye iftira etmedim, hiç kimseye yalan söylemedim, hiç kimseyi küçültmedim, ben ne olup bittiyse onu söyledim. Eğer edebiyle, terbiyesiyle, delilleri olan varsa, bunun aksine, çıksın söylesin, başım gözün üstüne derim. Çünkü, hakikate boynum kıldan incedir.

 

  1. HATIRLAT! (ZEKKİR)

Hatırlat ikinci emir “Zekkir; hatırlat.” “Sebbihisme rabbike-l-a’lâ.” Evet, mübarek bu mu? Neyse. Çıkınca efendim, hesabımı göreyim. Evet. Evet. Zekkir; emri var, A’la suresinde 8.ayet olacak. Hadi buradan bakalım efendim, bulalım madem öyle. “Feżekkir in nefe’atiż żikrâ; Hatırlat, eğer hatırlatman fayda verirse.” Ayet bu. “Feżekkir in nefe’atiz żikrâ.” Hatırlat, hatırlatman fayda verirse. Evet, ayetin anlamına dair birkaç söz: “İn nefe’atiz żikrâ” ne demek? Yani eğer, hatırlatman fayda verirse. İn’i “kad” anlamında alırsak bu mana verilmez, şu mana verilir; kesinlikle hatırlatman fayda verir. Yani “Kad nefe’atiz żikrâ; Elbette, hatırlatman fayda verir.” Bu anlamı da var. Bu anlama da gelebilir. Mümkündür. İn’i “kad” anlamına alırsak bu. Şart edatı olarak alırsak; faydalı olma şartıyla, hatırlat. Hatırlat ama faydalıysa hatırlat. Ben daha çok, buna yakınım.

Kime faydalı olup olmayacağını öğrenmek için, hatırlatmak şart yalnız değil mi? Yani, fayda verecek mi vermeyecek mi? Hatırlatmadan bilemezsiniz ki. Hatırlatacaksınız ki ondan sonra bileseniz. Yani hatırlatmadın ve sana biri sordu veya Rabbin sordu niye hatırlatmadın? Fayda vermezdi ya Rabbi. Ne biliyorsun? Ne biliyorsun? Fayda vermeyeceğini ne biliyorsun? Dolayısıyla, hatırlat. Aynen, Bakara suresinin 6 ve 7.ayetlerini hatırlar mısın? “İnne-lleżîne keferû sevâun ‘aleyhim eenżertehum em lem tunżirhum lâ yuminûn.” Evet. “İnne-lleżîne keferû sevâun ‘aleyhim: Küfürde inat eden, inkarda inat eden o kimseler için müsavidir, eşittir. İster onları uyar ister uyarma onlar için eşittir”. Ama “sevâun ‘aleyhim” “sevâun lekum” değil. Onlar için eşittir, senin için değil. Burada, çok ince bir nokta var. Yani, onlar için eşit. Sen, yine de hatırlatmakla görevlisin. Onun için sen hatırlat, sen uyar, senin için eşit değil, sen uyarmazsan uyarı görevini yapmamış olursun. Sen uyar, onlar eğer uyarını dinlemezlerse, o ayrı, o hesap ayrı. Onun için, burada bu ikisini tefrik etmek lazım. Her hatırlatılan fayda vermez, ama illaki faydalanan çıkar değil mi? Hatta hatta şunu söyleyeyim, her hatırlatılan kimse, hatırlatıldığı zaman, faydalanacak diye bir şart yok ki. Beş yıl sonra, on yıl sonra, yirmi yıl sonra, bazen öyle değil mi jeton köşeli olur; düşmez düşmez düşmez başına bir iş gelir, başına bir acı gelir, bir sıkıntı yaşar, o anda der ki; “Ya beş yıl önce söylenen şu cümle, var ya şimdi anladım.” Olmuyor mu bu? Oluyor. Dolayısıyla, sen hatırlat. Yürek kumbarasına, at bir tane. At bir tane. Zihninde takılsın, kalsın o. O, orada dursun. Göreceksiniz, eğer çıktığı yer sağlamsa, gireceği yerde vardır onun. Onun için bu anlamda, her zaman her vakit olması şart değil.

 On kişiye hatırlatırsın, sekizi anlamaz. On kişiye anlatırsın, sekizi anlamaz. Ama ikisi kulak kesilir. O da sana yeter. Öyle değil mi? Onun için hatta bu sekizi itiraz da edebilir. Ciddi manada ret de edebilir. Ama ikisi anlar ve o sana yeter. Dolayısıyla o iki kişi değmez mi? Onun için, sen de bir zamanlar o ikiden biriydin, unutma. Öyle değil mi? Sen de o onda ikiden bir tanesiydin. O, eğer senin gibi düşünseydi, şimdi sen o hakikati öğrenmeyecektin. Şimdi sen, bu değişimi yaşamayacaktın. Şimdi sen, böyle olmayacaktın, değil mi? O zaman senin durumun neyse, onun durumu da odur. Herkese bak, kendine bak, herkesin durumunu öyle anla.

Bu emrin bir tehdit ve zorlama değil, teklif olduğuna dair işte geldi “Ve lekad yessernâ-lkur-âne liżżikri fehel min muddekir” evet. Kamer suresinin 17.ayetinde, tam 4 kere gelir bu arka arkaya. 4 kere aynı ayet. Ama tekrar değildir yine de. Nedir? O aralardaki ayetler, tekrar olmadığının işaretidir. O aralardaki her ayete, bir atıftır aslında. “Ve lekad yessernâ-lkur-âne liżżikri: Kur’an’ı hatırlamak için kolaylaştırdık.” “Fehel min muddekir; yok mu öğüt alan? Yok mu uyarıya kulak veren?” diye sorar Kur’an.

Kimler öğüt alır? Devam ediyoruz 10 ve 11.ayetler A’la. “Seyeżżekkeru men yaḣşâ” Evet. Yani; ‘haşyet duyan öğüt alacaktır.’ “Ve yetecennebuhâ-l-eşkâ; ama şaki olan, eşkıya olan, hakikat karşısında direnen ise kaçacaktır.” Şimdi, bu birinci ayet önemli. “Seyeżżekkeru men yaḣşâ” A’la suresinin 10.ayeti. Evet Kamer 10-11 affedersiniz, niye kamer öyle. Kamer mi bu? Niye böyle geldi ki?

  • Haşyet ve havf farkı.
  • Sevgi ve korku farkı.
  • Allah ile korkutanlar korkuyu tanrılaştırıp ona taptılar.

Şimdi haşyet ile havf farkını burada birazcık açıklayayım. Havf; korkmaktır. Yılandan korkmak; havftır, fareden korkmak; havftır, hanımlara özellikle söyleyeyim. Efendim. Evet. İşsiz kalma korkusu, bu da beylere efendim, yani kâr edememe, zarar etme, iflas etme korkusu havftır bunlar. Bunlar hep havftır. Haşyet nedir? Haşyet, havf değildir. Haşyet, aslında sevgiden kaynaklanan korkudur. Nedir? Biraz önce ben kendim için kullandımya, sevgisini kaybetme korkusu. Aslında bir ürpertidir bu, haşyet; titreyiştir. Dolayısıyla, sevgisini kaybetme korkusu. Sevgi ve korku farkı işte burada. Anlatabildim mi? Yani seven Allah, korkutan Allah. Yakan Allah, seven Allah. İki Allah, farklı. Bugüne kadar çocuklar, yani yakan Allah’la korkutuldular.

 Aslında Allah ile korkutanlar, korkuyu tanrılaştırdılar biliyor musunuz? Çocuk, Allah’a kulluk etmedi, Allah’a tapmadı. Korkuya taptı, korkuya kul oldu. Aslında, Allah’ı zorba bir baba gibi gördü. Zorba bir kral gibi, zorba bir yönetici gibi gördü. Onun içinde eli sopalı Allah, haşa. Ve ondan korktu, korktuğuna iman etti. Aslında iman etmedi, korkuya iman etti, korkunun kulu oldu. Korkunun kulu olan bir insan, ondan sonra artık sevebilir mi? Öyle bir derdi de yoktur ki. Ve en çok korkutan kimse, korku toplumunun tanrısı o oldu. Buyurun… İslam toplumlarının geldiğimiz nokta itibari ile psiko-sosyal durumu budur. Korku tanrısının hâkim olduğu bir toplumdur, Müslüman toplumlar. Çünkü korkutan bir Allah var. Seveceği bir Allah değil. Dolayısıyla Rabbisiyle sevgi ilişkisi kurmayan insanla, sevgi ilişkisi nasıl kuracak. Eşyayla, nasıl kuracak? Yerle gökle nasıl kuracak? Toprakla suyla nasıl kuracak? Nasıl kuracak? Kuramadı. Korku ilişkisi kurdu. O korku ilişkisini, Allah üzerinden Tanrı ilişkisi korkuya dayalı olunca, baba ve anne ile ilişkiyi de korku üzerinden kurdu. Baba da ne yaptı? Yani sevgiyi kullanamadı, korkuyu kullandı. Çünkü, ilişki sevgi üzerine değil, korku üzerine, oda korkuyu kullandı. Sopalı baba. Sopalı baba, çok ilginç. Avrupa’da faşizmin nasıl ortaya çıktığını iki tür incelediler. Bir sosyologlar incelediler, bu konuda Adorno’nun emeği unutulamaz. Büyük düşünür, 20.yüzyılın büyük isimlerinden Adorno, müthiş sosyolojik tespitler yaptı. Dedi ki; “Otoriter baba, otoriter öğretmen, otoriter toplum Avrupa’da faşizmi ortaya çıkarmıştır.” dedi. Yani Hitleri, Mussolini’yi nasıl ortaya çıkardı bir Avrupa? Bunu anlamaya çalışıyor, adamlar. Sosyolojik olarak bu tespiti yaptılar. Adoro’nun çalışması da var, Horkheimer’la birlikte. Bir de psikologlar, aslında nörologlar çalışma yaptılar. Nöropsikoloji üzerinden. Nöropsikolojik çalışmalarda, insanları faşist yapan beyin bölgesi üzerine yoğunlaştılar. Faşist artıklarının beyinlerini incelediler ve tabiri caizse faşizmin genini buldular, gen değil tabi hücre. Sürüngen beyni, beyin sapına indiler. Beyin sapında, bir bölgeye takılıp kalmışlar. Faşizme kul olan, köle olan katiller, beyin sapında bir bölgeye takılıp kalmışlar. Sürüngen beyni denir, insan beyni üç türdür. İnsan beyni, hayvan beyni, sürüngen beyni. Sürüngen beyni; en alttaki beyindir, 300-350 milyon yıllıktır. Dolayısıyla en eski ve tabi en kurnaz. Çünkü tecrübesi en bol. Zavallı insan beyninin tecrübesi 380 bin yıl. Ama öbürün ki 350 milyon yıl. Onunla nasıl baş etsin? Dolayısıyla, sürüngen beynine odaklandılar ve aslında orada sürü psikolojisini buldular. Anlatabiliyor muyum? Yani, bir tür korku. Tüm tetikleme sebebi; korku. Ötekinden korku. Ötekini yok etmek. Ancak, o zaman rahat ettiriyor seni. Onun için yani zehirli sürüngenlerde, tekâmül sürecinde geliştirilen sokma ve zehirleme savunma cihazları, sistemleri aslında aynı sisteme dayanıyor. Zehirleme yılan, efenim zehirli diğer sürüngenler. Bu sistem aslında aynı şeye dayanıyor. Yani insanın zehirleyecek yılan gibi bir zehri yok. Anlatabiliyor muyum? Efendim, sokamıyor büyü gibi efendim, akrep gibi. Peki ne yapacak? İnsanda zehrini böyle akıtıyor işte. Dolayısıyla, daha epey yol alması lazım. O nedenle haşyet ve havf arasındaki fark bu.

Korkuya kul oldu mu insan yılanlaşır. Sürüngen beynine mahkûm olur. Allah ile korkutanlar korkuyu tanrılaştırdılar ve en çok korkulan kimse korku toplumunun tanrısı oldu.

 

  1. HATIRLA (T)MAK VE UNUTMANIN TABİATINA DAİR

Hatırlatmak ve unutmanın tabiatına dair. “Senukri-uke felâ tensâ: Biz, sana okutacağız ve sen de unutmayacaksın” “İllâ mâşâallâh: Ancak, Allah dilerse müstesna.” Aslında bu, daha önce Ayete’l Kürsi yani Bakara suresinin 255.ayetindeki, o istisna cümlelerine demiştim ki, aslında oradaki şeyi teyit edendir bu. İstisnanın varlığına delalet etmez. Böyle bir istisna olduğuna delalet etmez. Aynı şekildedir buradaki de. “innehu ya’lemu-lcehra vemâ yaḣfâ” Evet. “Hiç şüphe yok ki Allah gizlediğini de açıkladığını da bilir.” Evet.

  1. İNSAN VE NİSYAN

İnsan değer verdiğini unutmaz. Bu çok önemli. Unuttum; değer vermedin. Birine bir şey söylediniz unuttu dimi. Aslında senin sorunun, unutmak değil. Senin sorunun, değer vermemek. Yani, her şeyi böyle unutuyorsan, tamam sorun yok, her şeyi unutuyorsan. Ama yemeyi unutmuyorsun, içmeyi unutmuyorsun, dedikoduyu unutmuyorsun, kendine gelince unutmuyorsun. Fakat bunu unutuyorsan, değer vermiyorsun. Senin, değer problemin var.

Onun için değer yargıları ve hipnotizma bu çok önemli. Hipnotizma; bir yöntem. Tartışılan bir yöntem aynı zamanda. Fakat hipnotize edilen insanları konuşturuyorlar biliyorsunuz, uyutuyorlar konuşturuyorlar. Fakat, bu insanları ahlaki değer yargılarına geldiğinde orada tersini yapmıyor. Yani ayık olduğu, kendinde olduğu zamanki, değer yargılarına aykırı bir şey yaptıramıyorlar. Aykırı bir şey konuşturamıyorlar, çok ilginç… Demek ki değer yargıları, o halde bile işliyor, çalışıyor. Ahlaki değer yargıları, burada da çok önemli.

Bazı unutmalar nimettir. Öyle midir? Evet. Yani insan bazen diyor ki; hele ki unutuyoruz. Eğer acıyı unutmasaydık, ilk yaşandığı günkü gibi olsaydı, dayanamazdık. Onun için gün geçtikçe unutabildiğimiz için acılar hafifliyor. Yoksa acıyı ilk an hissettiğiniz kadar keskin hissetseniz, ne kadar dayanabilir ki insan? Onun için, unutmanın nimet olmadığı bazı yerler var. Epi-genetikteki çekinik; gen işlevi görür, pozitif mutasyona yol açar. Yani ne olur? Şöyle olur. Mutasyonların; 10’da 9’u negatiftir, 1’i pozitiftir. Oradan ilerler, oradan büyür, oradan yücelir, oradan yükselir. Dolayısıyla, bunun gibidir. Unutursunuz unutursunuz geri kalan üzerinden yürür zihin.

Zihin, o zaman nedir? Aslında neye değer veriyorsanız, o kalır. Neye değer vermiyorsanız, o gider. Eğer unutmamak istiyorsanız, bir şeye değer verin. Değerli olanı da unutmayın. Unutmamak istiyorsanız değer verin.

Değer veriyorsanız, oradan yürüsün, zihniniz oradan yol alsın, oradan ileri gitsin, oradan yürüsün, bu çok önemli.

İlkeleri unutmak kadar hiçbir şeyi unutmamak da felakettir. İlkeleri unutmak felakettir. Hiçbir şeyi unutmamak felakettir. Her şeyi hatırlayan zihin, aslında gerekli şeyleri unutabilir. Onun için her şeyi hatırlamamak lazım, ama ilkeleri hiç unutmamak lazım. İlkeleri hep hatırlamak lazım. İlkeler unutulursa, o adamın ilkesi değil demektir. Çünkü, hiçbir insan ilkesini unutmaz. Çünkü ilkeye dönülür. Alzheimerlarda da öyledir bakınız, değer yargılarına geldi mi dururlar. Çok önemli çok önemli bir husus bu. Yani yani bunama da olsun, Alzheimer da olsun ve benzeri bu hafıza ile ilgili problemlerde olsun, yani mesela ulu orta efendim, yani üstündekileri çıkarıp da toplumun içinde çırılçıplak kalmaz, farkında mısınız? Bu çok ilginç. Tuvalet alışkanlığında, farkında mısınız? Onu unutmaz. Kızını tanıyamaz, oğlunu tanıyamaz, annesini tanıyamaz ama o tuvalet alışkanlığı değer yargılarıyla alakalıdır. Bunlar önemlidir gibi geliyor bana. Tabi bu konuda benim uzmanlık alanım değil. Uzmanlar, daha iyi şeyler söylerler.

İlk “oku” emri ile “sana okutacağız” arasındaki ilişki. Hani her zaman söylüyorum ya bu tefsir değildir. Yani, Kur’an ayetleri, bunu söylüyor diye söylemiyorum. Bu tedaidir; çağrışım, çağrışım. Yani ayetlerde öyle bir nokta geliyor ki, onunla bunun arasında bir bağ kuruyor zihnim. Zihnimin kurduğu o bağı sizinle paylaşıyorum sadece. İlk oku emri ile sana okutacağız arasındaki ilişki. İlk emir de tümleçsiz, okumanın konusu her şeyi kapsar. Tümleçsiz diyorum bakınız. Neyi okuyacağım? İlk emir. “İkra/bi-ismi rabbike-lleżî ḣalak” “Yaratan rabbin adına oku.” Oku diyen Allah var, oku denilen var Rasulü; elçi, efenim ama bir şey eksik. Ne? Neyi okuyayım. O yok. Neyi okuyayım? Sorusunun cevabı yoksa eğer, Arap dilinin bir özelliğidir bu her şeyi oku anlamına gelir. Her şeyi. Aynı burada da öyle. Okumanın konusu her şeyi kapsar. Bunun geleneksel nesh teorisiyle hiçbir alakası yoktur. Sana unutturacağız. Nesh ne demekti? Bir ayetin, bir başka ayetle hükmünün iptali. Yani ayetin hükmünü bir başka ayetle iptal ediyorsunuz. Hatta nesh teorisinde öyle evlere şenlik bir şey var ki, hadis ayetin hükmünü iptal ediyor. Hadis, ayeti nesh ediyor. Evet evet. Klasik dinde, klasik usulde; hadis, ayeti nesh eder. Düşünebiliyor musunuz? Zan; yakini nesh ediyor. Nasıl bir yaklaşım olduğunu düşünebiliyor musunuz? Onun için onun nesh teorisiyle alakası yok. Peki Allah Resulünden bir tek cümle gelmiş mi? Bu ayet, şu ayeti nesh eder, hükmünü iptal eder? Yok böyle bir şey. Yok böyle bir şey. Peki, bir ayet diğer ayetin hükmünü iptal edecek ise eğer, o ayet hala Kur’an’da ne gezer? Olmasının bir amacı nedir? Kaldı ki nesh, bu mensuhtur denilen ayet sayısında ittifak var mıdır? 5 diyen var, 1 diyen var, 50 diyen var, 100 diyen var, 120 diyen var, 200 diyen var, 300 diyen var, 400 diyen var, 500 diyen var. Zaten Kur’an’da, 300 küsur tane ahkâm ayeti var. Sen, hepsini çöpe attın. Ya kısa yoldan de de “Kur’an hükmü iptal edilmiştir” de “çuvala koyduk tavana bağladık” de de kurtul yani. Bu nesh de neyin nesi yani? Nesh; hükmü iptal edilmiş, mensuh, nasih de hükmünü iptal eden. E o zaman, içki konusunda mesela ‘içkiliyken namaza yaklaşmayın’ ayetini, yani içkiyi yasaklayan; işte fal okları, içki, şeytan işi pisliktir diyen ayetle nesh edilmiş. Hayır. O ayet hala işe yarıyor, hala geçerli hala geçerli. Yani içkili iken namaza yaklaşmayın ayetinin söylediği şey ayrı. İçki, kumar, fal okları şeytan işi pisliktir diyen, ayetin söylediği ayrı. Hala geçerli. Dolayısıyla, onun söylediği bağlamı ele aldığı durum ayrı/ hayat durumu, öbürünün ele aldığı hayat durumu ayrı. Yani biri, içki içen insana sesleniyor. Yani madem bu haramı işliyorsun, namaza kafan kıyakken yaklaşma. Namaza yaklaşırken onu kes. Anlatabiliyor muyum? Bu, ayrı bir emir. O da ayrı bir emir. Öbürü de. Alma bunu. Yani aklın üstünü örtüyor, akla küfrediyorsun, ama bunu diyor. Dolayısıyla biri birini nesh etmiyor yani. Yok böyle bir şey. Hiçbir ayet için geçerli değil. Evet. Dediğim gibi; biri 50 diyor, biri 5 diyor, biri 500 diyor. Ne diyeceğiz şimdi? Bir de Kur’an’ın bir ayetini, bir zatın yorumuyla hükümsüz bırakmak, nasıl bir şey bu? Kur’an’ın 500 ayetini, yani Allah’ın kullarından bir kul oturacak, oturduğu yerden diyecek ki; “Bunların hükmü kalmamıştır” nasıl bir şey bu? Nasıl bir cüret, nasıl bir cesaret? Evet. Budur işte. Bunun neshle alakası yok. Nesh kaşığıyla verip, sapıyla gözünü çıkarmak ya da yorumla iptal edilen ayetler. Evet. İstisna cümlesi vuku bulduğuna delalet etmez onu demiştim.

 

Kolayı kolaylaştırmak ne demek?

  • İyilik tasarlamadan yapılır, kötülük tasarlamadan yapılmaz. Evet. Kolayı, kolaylaştırmak bu.
  • Fıtrat ve vicdan, küfür perdesiyle örtülmedikçe iyiliği destekler. Fıtrat ve vicdan, kötülük perdesiyle örtülmedikçe iyiliği destekler. Bu önemli dostlar.

Ben Avrupalı birini tanıyorum, ben gayrimüslim bir komşum var, benim bir patronum var ki Türkiye’de de çalıştım Almanya’da da çalıştım. Ama Almanya’daki patronum kuruşunu bırakmazdı, Türkiye’deki patronum ne kadar soyarsam, o kadar kârdır diye düşünürdü. Türkiye’dekinin adı Hasan’dı oradakinin adı Hans’tı. Nasıl bakayım, Allah’ın Mustafa kulu? Bu tip çok soru var. Bu tip sorulara gelecek her soruya cevap bellidir. O fıtratına sadık kalmış, buradaki fıtratına ihanet etmiş. Anlatabiliyor muyum? Yani, Allah fıtratına yazmış zaten. “Fitratallâhi-lletî fetara-nnâse ‘aleyhâ.” Rum suresinin 30.ayeti orada duruyor. Fıtrat nedir? Oradan öğrenmek lazım.

 

III. KURTULUŞ

Evet, oraya geldik.

  1. SİZİ KİMSE KURTARMAYACAK, SİZİ KENDİ TERCİHLERİNİZ KURTARACAK

Evet. Sizi kimse kurtarmayacak, sizi kendi tercihleriniz kurtaracak. “Kad efleha men tezekkâ ve żekera-sme rabbihi fesallâ.” Evet. Tezkiye eden, tezekki eden kurtuldu. Yani arınan kurtuldu.

  • Kim kurtuldu? Nakşiliğin halidi kolundan olan kurtuldu. Öyle mi? O, Allah’la savaşan bunu söyler.
  • Yani Kur’an diyor ki, “Kad efleha men tezekkâ: Arınan kurtuldu.”
  • Öbürü de diyor ki, “Falan şeyhe bağlanan kurtuldu.”
  • Kur’an diyor ki, “Kendi eylemi ile kurtulur kişi.”
  • Öbürü de diyor ki, “Yook falanın şefaatiyle kurtulur.”

Bakın buyurun iki tane ayrı din size. Şimdi oraya geldik. “Ve żekera-sme rabbihi fesallâ.” Evet gelelim.

“Arınan kurtulacak” ne demek? Siz, sizi siz kurtaracaksınız demek. Sizi, kimse kurtaramayacak. Sizi kendi tercihiniz kurtaracak. “Kad efleha men tezekkâ: Arınan, temizlenen kurtuldu.” Sizi, siz kurtaracaksınız. Başkasının şefaati falan değil. Hiç kimse, hiç kimseyi kurtaramayacak. Allah Resulü kızını bile kurtaramayacak, kendi ifadesi ile. “Ya Fatıma işteri nefseki minallah: Allah’ın elinden kendini kendi amellerinle satın al.”, “Vallahi la uğni anke minallahi şey’a: Babam peygamber diye güvenme, vallahi senin için de bir şey yapamam.” Böyledir işte. Dolayısıyla sizi, siz kurtaracaksınız. Sizin tercihleriniz, kurtuluş belgenizdir. Arınmayı tercih edenler, kurtulacak.

Arınma tezkiyenin niteliği nedir?

Nedir mi? Tezekka’ya “zekât” deme ve ayeti medeni sayma garipliğini bir tarafa geçiyorum, tefsirlerde böyle şeyler var. Bunun için zaman öldürmeyeceğim.

Akıl, irade, vicdan, bilinç, örtü küfürlerini atmadır arınma.

  • Akıl, irade, vicdan, bilincin üzerindeki örtüyü atmak, arınmaktır.
  • Aklın üzerini örttünüz, vicdanın üzerini örttünüz, vicdan bağırıyor ama sesini duymuyorsunuz.
  • Aklın üzerini örttünüz, sebep sonuç ilişkisi kurmuyorsunuz. Yani kendi payınızı inkâr ediyorsunuz ve diyorsunuz ki Yezid gibi; “Onu, Allah öldürdü, bu benim kaderim”. Müşriklerde böyle diyorlardı. Aynen böyle diyorlardı inanın ki böyle diyorlardı. Ne diyorlardı? “Lev şâallâhu mâ eşraknâ velâ âbâunâ: Eğer Allah dilemeseydi ne biz ne atalarımız şirk koşmazdık.” Nasıl buldunuz? Evet. Aynen. Aynen. Bakıyorsunuz adam öldürmüş, içeri girmiş niye? Ben, burada göstermiştim ya, iki hanımı buharlaştırmış, sıra üçüncüde kader olarak diyor. Kader olarak. Onu bulup izleyin lütfen bir. İki hanımı buharlaştırmış, öldürmüş. “Öldürdün mü?” diyor programcı. “Ne yaptın amca, öldürdün mü?” Kader, olarak diyor. Hiç üstüne almıyor. Öldürmüş, cinayet işlemiş. Dolayısıyla bu düşünün, aklın üstünü örtüyorsunuz, iradenin üstünü örtüyorsunuz, vicdanın üstünü örtüyorsunuz. Küfürdür bu. Küfür perdesini açmıyorsunuz. İşte bundan arınmak tezkiyedir. Aklın üstündeki perdeyi kaldırıp atıyorsunuz, arınmak bu. Küfürden arınmak. Yani aklın perdesinden, aklınız çalışmaya başlıyor. Eğer, aklın üstüne küfür perdesi örterseniz, ne dersiniz? Akılla kurtulamazsınız. He ya. Biz akılla kurtulamayız, sen akılsız kurtulursun öyle mi? Kur’an’da akla dair, bir tek eleştirel ayet yoktur. Evet, akılla zekayı karıştırmayın. Zekâ hayvanda da bulunur. Ama akıl, insanda bulunur. Sadece insanda. Ahtapot zeki hayvandır, karga zeki hayvandır. Efendim orangutan, şempanze, bonobo zeki hayvandır. Efendim ve başka birtakım daha hayvanlar vardır, hatta basit alet bile kullanırlar. Efendim, kendilerini kamufle ederler, tuzak kurarlar, şaşırtırlar vesaire… Zeki hayvan vardır, akıllı hayvan yoktur. Eğer hayvan da akıllı olsaydı, o da mükellef kılınırdı. Ondan da ahlaki şey beklerdik davranış. Onun için, ahlak ile yükümlü değillerdir. O nedenle, şeytan zeki idi, ama akıllı değildi. Anlatabiliyor muyum? Yani iki ayaklı şeytanları da kastediyorum tabi. Bu anlamda evet, aklın üstündeki perdeyi atarsın, kurtulursun. İşte tezkiye budur arınmak. Vicdanın üstündeki perdeyi kaldırırsın, vicdanın sesini duyarsın. İşte tezkiye bu. Akıl, irade, vicdan, bilincin üzerindeki örtüyü atmak. Önyargı, yalan, hurafe, şirkten arınma. Evet tezkiye. Buyurun. Buyurun size tezkiye.

Tezkiye nedir?

  • Önyargıdan arınmadır. Önyargı ne yapar? Önyargı, aklın kör kuyusu. Eğer siz aklınızı kör kuyulara atmışsanız, artık onu çıkarmadan kullanamazsınız. Önyargı hiçbir şey fayda etmez. Hiçbir bilgi, size girmez. Çünkü kapalısınız. Önyargınız var. Yargılamışsınız. Hatta yargısız infaz yapmışsınız. Dolayısıyla, önyargıdan kurtulma bir tezkiyedir.
  • Yalandan kurtulma bir tezkiyedir. Yalanlarla yaşıyorsunuz. Bir kişinin söylediği en tehlikeli yalan, kendine söylediği yalandır. Kendini inandırdığı yalandır. Kendinizi inandırdığınız yalanın size verdiği zararı, başka hiç kimsenin yalanı size veremez.
  • Onun için hurafe. Hurafeden arınma, tezkiyedir. Arınmadır. Hurafeden arınmamış bir insanı, nasıl Allah’ın diniyle buluşturacaksınız? Nasıl, sahih imanla buluşturacaksınız? Nasıl, sahih dinle buluşturacaksınız? Söyler misiniz? Ayetle buluşturamıyorsun. Bana 500 ayette okusan nafile diyor. Düşün. Bu da ilahiyatta doktora yapmış. Yani, cehaleti tahsil etmiş. Anlatabiliyor muyum? Kirliliği, tahsil etmiş. Hurafeyi, tahsil etmiş. Yalanı, tahsil etmiş. Dolayısıyla hurafeden arınma, bir tezkiyedir.
  • Şirkten arınma, bir tezkiyedir. Şirk. ‘La ilahe illallah’ bunun manifestosudur. Yani; kula kulluğa hayır. ‘La ilahe illallah’ Allah’la ilgili değildir, kulla ilgilidir. Kula kulluğa hayır.
  • Tutkuların yönetmesinden arınma bir tezkiyedir. Tutkular, insanı yönetir mi? Korku, insanı yönetebilir. Şehvet, insanı yönetebilir. Öfke, insanı yönetebilir. Peki bunlar insanı yönetirse, aslında o insan kirlenir. Peki, insan ne yapması lazım? Bunları yönetmesi lazım. İnsan korkuyu yönetirse, insan öfkeyi yönetirse, insan şehveti yönetirse; insan, insan olur. Onlarda nimet olur. Şehvet, nimet olur. Öfke, nimet olur. Size, tedbiri hazırlar. Tedbirli olursunuz. Öyle değil mi? Onun için şehvet nimet olur, size nesli hazırlar. Dolayısıyla ama onlar sizi yönetirse, onlar bizi yönetirse, bela olur, musibet olur. Dolayısıyla gördüğünüz gibi arınma bu.
  • Arınma çöp çek yapma değil. Arınma eline boncuğu verip 300, 500, 1000, 111 efenim 11 efenim 5000, 10000 çektirme değil. Bunun arınmayla hiçbir alakası yok. Hatta bu kirli kalması için, bir uyuşturma ameliyesidir. Uyuşturma ameliyesidir. Kirli kalsın, akılsız kalsın. Uyuşturucuyu zerk edelim şuna, bir daha düşünmesin, görmesin, duymasın, hakkı söylemesin demektir.

 

Kurtuluş takviyesi: Rabbin ismini zikr ve salat

15.ayet. Evet. Ayeti okuyalım. “Ve żekera-sme rabbihi fesallâ: Rabbin ismini zikreden ve salat eden.” Bakınız, namaz kılan demiyor. Çünkü burada ‘ekame’ emri ile gelmedi. Anlatabiliyor muyum? ‘Ekimu’ ile gelmedi, ‘Fesella’ tek başına geldi.  Tek başına geldiğinde, tek başına ki anlam; daima ve daima yardımdır. Evet, görelim.

  • Rabbinin adını yücelten ve kendine destek olan. Kendine yardımcı olan. Kendine destek olan destektir. Rabbinin adını yücelt ve kendine destek ol.
  • Kulu ilahlaştırmayan. Sev, ama put edinme. Sev, ama put edinme. Put edinme deyince, sevme anlamına geliyor. Allah Resulünü, anamız babamızdan çok severiz. Evet. Ben kendim için konuşayım. Aynen öyledir. Bana anamın, babamın vermediğini verdi. Ama Allah Resulünü, put edinmeyiz. Onu ilahlaştırmayız. Onu tanrılaştırmayız. Bu onu öldürmek anlamına geliyor. Peygamber katili olmak, iki türlüdür. Ya vücudunu öldürürsünüz ya misyonunu. Misyonunu öldürmek, vücudunu öldürmekten bin kat daha ağır bir katilliktir. Bu ikincisi; misyonunu öldürmektir.
  • Salat; kendini, insanlığını, kişiliğini, fıtratını, aklını, iradeni, vicdanını destekle. Kendini destekle. Evet, salat bu. İnsanlığını destekle, kişiliğini destekle, aklını destekle, iradeni destekle, vicdanını destekle, salat budur işte, ‘fesella’

 

  1. KUR’AN’İ KURTULUŞ ALGISINDAN KOPUŞ

Bir kopuşta, bu ayetlerde var. Kur’an’i kurtuluş algısı neydi? Kendi emeğinle, kurtuldu değil mi? Evet. Burada ne var?

  • Elin emeğiyle kurtuluştan, elin emeğiyle kurtuluşa. Burada elin emeği, kendi emeğiniz. Oradaki el ise yabancının, başkasının emeğiyle kurtuluş. Evet bu neydi? Kopuştu.
  • İkincisi, salih amelin yerine şefaati, alın terinin yerine avantayı koymak. Salih amelin yerine şefaati koydular, farkında mısınız? Onun içinde iyi iş, iyilik yapmakla ilgilenmiyorlar. İyiliği çoğaltmakla ilgilenmiyorlar. Yani iyilik yapan insanlarla ilgilenmiyorlar. Dünyanın iyileriyle ilgilenmiyorlar. Dünyanın iyilerini sevemiyorlar, bakın. Kendisinden olmayan iyiliği, zerre kadar sevmez. Kendisinden olmayan iyiyi, sevmez. İlle iyi olması yetmez, kendisinden olacak o. Bu var ya bu iyiyi sevmek değil. Anlatabiliyor muyum? Bu iyiyi istismar etmektir. Kendisinden olmayan iyiyi, sevmez. Onun için salih amelin yerine, şefaati koydu. Şefaat ne? Torpil efendim, adam kayırma. Müşriklerin inancı bu. Evet. “Men zellezi yeşfeu indehu illa biiznih.” Oradaki “illa biiznih” istisna var anlamına gelmiyor. Öncekini teğyit ediyor, tenkit ediyor. Evet. Yani, “Kimmiş gösterin bakayım, o şefaat edecek olan?” Evet kimmiş? Dolayısıyla bakınız, Nuh oğluna şefaat edemedi. İbrahim, babasına şefaat edemedi. Lut, karısına şefaat edemedi. Allah Resulü, amcasına şefaat edemedi. Kimmiş bakayım, söyler misiniz? O torpil geçecek olan kimmiş bakayım.?
  • Alın terinin yerine avantayı koymak. Budur işte. Bugünkü durumumuz. Bugün, manzaraya bakar mısınız? Alın terinin yerine, avantayı koydunuz mu kim alın teri döker? Allının teri ile geçinen herkes, mazlum durumuna geçer, düşer değil mi? Çünkü, avantacılık özenilecek bir hale gelir. O zamanda alın terinin değeri düşer, avantanın değeri yükselir. Değeri yükselmez aslında, fiyatı yükselir. Evet.
  • Müttaki yerine evliya kültü. Müttakinin yerine evliya kültünü koyar. Müttaki kimdi? Sorumluluk bilinciyle hareket eden. Evliya dediği kim? Yani, “Allah’ın dostu” diyor. Bunu Allah mı diyor? Yok. Kim diyor? Kendisi. O zaman kendisi, Allah olmuş olmuyor mu? Birini evliya edenin kendisi, Allahlık iddia ediyor demektir. Şimdi, Allah birine bu benim dostum diyecek ki, onun Allah’ın dostu diyelim. Peki Allah dememiş, sen birini Allah dostu ilan ediyorsun. O zaman sen, “Ben Allah’ım” demiş oluyorsun, farkında mısın? Sen, ne yaptığının farkında mısın? Belki de farkındasın arkadaş. Belki de bunu yapanlar bilerek yapıyorlar, bilmiyorum yani. Onun için müttakiyi evliya kültü yerine koyuyor.
  • Arkadaş yerine, yarı tanrı lider kültü. Evet, arkadaşınız diyordu ya Kur’an. “Sahibikum.” Allah Resulü için; “Sahibikum.” Onun için, arkadaşımız Muhammed deyinde bir görün bakalım, bunların yanında. Bir görün, nasıl kıyamet kopuyor. Allah Resulünü çok sevdiklerinden mi? Allah Resulünü çok sevseler eğer, Allah Resulüne putlaştırmazlar, şeyhlerini de Allah Resulünün üstüne koymazlardı. Anlatabiliyor muyum? Yok yok öyle bir dertleri yok.

Allah Resulü ile ilgili bir dertleri yok. Olsaydı, Allah resulünün hayatını uğruna harcadığı Kur’an’a saygılı olurlardı!  Allah Resulünün, ‘onu’ bize tebliğ etmek için, ömrünü vakfettiği Kur’an’a vakf olurlardı eğer Allah resulüne azıcık saygıları olsaydı.

Böyle bir dertleri yok. Onun için, yarı tanrı lider kültü almış, onun yerini.

  • Kendi çabamız yerine kurtarıcı bekleme kültü. Çabamız yok, kurtarıcı bekliyoruz.

 

Kurtarıcılardan kurtulmak

Alın bir başlık daha size. Kurtuluş mitolojileri: Mesihler, mehdiler. Görmüyor musunuz? Maşallah… Mesih, mehdi dolu ortalık. Elinizi uzatsanız, üç beşine birden değiyor Mesih.

  • Mesih kim? Şu anda İsa göğe çekilmiş, İsa çarmıha gerilmiş, çarmıhta ölmüş, kabre üç gün girmiş, tam efendim o işte Zodyak’ta belirtildiği gibi, burçta belirtildiği gibi, yıl başındaki 21- 22- 23 yatmış. 24’ünde ki ‘yortu’ günüdür, yani mevlidi İsa günüdür Katoliklerde. Kiliseye gittiğinizde 24’ünde, İsa’nın mevlidi okunur o gün. Anlatabiliyor muyum? Mevlidi İsa gününde, göğe yükselmiş. Nerde? Göğün bir katında, o günden bugüne kadar, 2000 yıldan beri göğün bir katında yaşıyormuş. Çok ilginç. Yazık değil mi, günah değil mi o güzel insana? Anlatabiliyor muyum? Eksi 70 derecede. Allah’tan korkmazlar, yazık günah değil mi? Ne yer ne içer efendim. Niye göğe çekiliyor hem? Anlatabiliyor muyum? Peki böyle bir böyle bir şey vardı da Allah Resulünden niye esirgediniz bunu? Anlatabiliyor muyum? Yani alemlere rahmet olandan, niye esirgediniz, niye İsa? Niye, geriye gittiniz? Niye, 500 küsur yıl geriye gittiniz? E bunu son peygambere verseydiniz ya. Niye ona vermediniz? Nerden çıkardınız bunu? Nerden uydurdunuz da daha doğrusu Hristiyanlardan ithal edip, Buhari’nin içine koydunuz. Onu da Allah Resulünün diline koydunuz, utanmadan! Nasıl yaptınız bunu? Ve şimdi geri bekliyorsunuz ha. Mesih dönecek. Nereye inecek? Çam’a değil Şam’a. Yani Hristiyanlarla aranızda bir küçük farklılık var, onlar Çam’a diyor, siz Şam’a diyorsunuz öyle mi? Çam ve Şam farkı öyle mi? Allah size akıl fikir versin. Yani Kur’an diyecek ki “Biz, hiç kimseye ölümsüzlük vermedik.” Ama siz, ayete yalan diyeceksiniz öyle mi? Siz böyle diyeceksiniz. Ve Kur’an diyecek ki “inni muteveffike ve rafiu keileyye: Seni öldüreceğiz (“teveffa” ölmek, öldürmek)senin canını alacağız ve katımıza yücelteceğiz.” “Verafiuke.” Yani “refea” fili “raf” fili aslında, her insanın ruhu için kullanılıyor, Kur’an’da. O zaman, her insanı gökteki o kata alın. Niye yalnız bırakıyorsunuz? Dolayısıyla, nerden el atsanız dökülüyor, nerden ele alsanız dökülüyor. Yani sünnetullah açısından el atın, dökülüyor. Kur’an açısından, ele alın dökülüyor. Hakikat açısından ele alın, dökülüyor. Doğruluk açısından ele alın, dökülüyor. Aklı selim açısından ele alın, dökülüyor. Bilimsellik açısından ele alın, dökülüyor. Her açıdan dökülüyor. Böyle bir inanç yok zaten, bu bir hurafe. Ama gidin bunu nasıl savunuyorlar, nasıl savunuyorlar? Bunu, bir iman etmişler, bunu bir itikat etmişler. Ve düşünün Kur’an unutmuş bu iman şartını, onlar eklemişler ilave etmişler. Evet Mesihlik bu.
  • Mehdilik? Aslında mehdilikte köken itibari ile, Mecusilikten Yahudiliğe geçmiş, daha doğrusu; Mecusilik ve Babilden Yahudiliğe geçmiş, Yahudilikten Hristiyanlığa geçmiş, Hristiyanlıktan da Müslümanlara geçmiş bir hurafe, mehdilik. Yani Şia, mehdiye akide olarak inanır. Nedir? On ikinci imamın sanıdır, namıdır mehdi. On ikinci imam gerçekte yaşamış mı? Var mı bir, on ikinci İmam? Şia’nın içinden akıl ve insaf ehli bir adam çıktı 20. yy. da. Adam gibi bir adam. Necef Şia’sının içinden ve böyle biri dünyaya hiç gelmemiş diye 400 küsür sayfalık harika bir eser yazdı, kendi kaynaklarından; ‘Ahmet el Kâtip’. Gidin, kitabı okuyun. Evet, çıkmış şükür. Bir tane çıkarmışlar. Ha… ne yaptılar öldürmediler mi hala? Diyeceksiniz. Bulamıyorlar, öldürsünler adam İngiltere’ye kaçtı. Evet. Bizim hikayemiz böyle. Şii’siyle böyle Sünni’siyle böyle. Ha ben bu arada Şii’ymişim benim haberim yok, bundan biliyor musun? Bana Şii diyenlere, “Bundan Mustafa İslamoğlu’nun haberi var mı?” diye sorun. Anlatabiliyor muyum? Evet. Görüyorsunuz.
  • Müceddid hadisleri. İyi niyetle uyduruldum diye bağırıyor. Hani yüzyılda bir müceddid geleceğini söyleyen, yenileyici geleceğini söyleyen. Yenileyici için yüzyıl mı bekleyelim? Niye bekleyelim? Her an yenileyici lazım. Çünkü muharrifler, her an çalışıyor. Tahrif varsa tecditte olmalı. Dolayısıyla bunun için, niye Resulullahı böyle bir laf uydurup da ağzına koyuyorsunuz? Yani Allah Resulüne, niye hakaret ediyorsunuz? Uydurduğunuz yalanları, Resulullahın ağzından söyletiyorsunuz? Bu, reva mıdır yani? İnsan sevdiği bir insan yapar mı, peygamberine yapar mı bunu? Evet. Hiçbir alakası yok tabi müceddid hadislerinin. Niye? Çünkü bu listeyi hazırlamışlar, o listeleri onaylattıracaklar. İstim arkadan geliyor, delil arkadan geliyor. Yok, hepimiz hepiniz bulunduğunuz yerde hurafe görünen yerde müceddidsiniz dostlar. Hepiniz tazeleyicisiniz. Hepiniz, imanlarınızı yenilemekle mükellefsiniz, hepimiz. Evet.
  • Ruhban sınıfları ve kurtulmuşluk düşüncesi. Bakınız ruhban sınıfı. İslam’da ruhban sınıfı yok değil mi? “La rahfani yete fitdin.” Evet dört dörtlük bir hadis, alın size. Dinde ruhbanlık yoktur. Aynı zamanda Kur’an’ı yüzde yüz doğrulayan, harika bir hadis bu. Evet dinde ruhbanlık yoktur. Buyurun. Kur’an’a vurduğunuzda, Kur’an’da ruhbanlığı reddeder. Ne der? “Biz, ruhbanlığı onlara yazmadık, onlar kendileri icat ettiler, ama gereğini onlarda yerine getirmediler.” Öyle değil mi? Ruhbanlık hakkında, Kur’an’ın söylediği de bu. Ama peki şu anda, Müslümanlarda ruhbanlık yoktur, diyebilir misiniz siz? Diyemezsiniz. Hristiyanlıktan daha fazla ruhbanlık vardır, şu anda Müslüman toplumlarının içinde. Evet buyurun.
  • Dini kurumlar. Sırtına papazların elbisesi yani din kisvesi giydirilen, din adamları denilen sınıflar. Din adına, Allah adına, peygamber adına tasarruf yaptığını söyleyenler. Allah adına, işte kâinatta bir yerlere müdahale ettiğini söyleyenler. Adam yazmış; ‘El İbris’ Kitabın ismini de vereyim. “Kutbun izni olmadan, yeryüzünde değil, kâinatta herhangi bir taşın oynaması, bir kedi bir fare bile yakalayamaz.” diyor. Şimdi sen, hangi Allah’a inanıyorsun? Bunu da bilmem ne hazretlerinin kitabı diye okumaları yok mu. Olmayan saçımı yolasım gelir.
  • Kurtulmuştuk vadi ve sürü oluşturma. Kurtulmuştuk vadi böyle bir şey. Sürü oluşturuluyor. Kurtulmuştuk vadediyorsun, beleş kurtuluş isteyenlerde sana kul oluyorlar. Böyle bir döngü var. İslam dünyasında, İslam tarihi dediğimiz, Müslüman tarihi dediğimiz tarihte, böyle bir döngü var. Bu döngü hiç kırılmıyor. Zincir hiç kırılmıyor. Onun için de ne kadar uyanık var, arkasına toplamak için, yani ona ne diyorlardı ben demeyeyim. Keriz mi diyorlardı? Efendim yani arkasına toplamak için, çıkıyor çarşıya ya birde dönüyor ki iki bin kişisi var arkadaş. “Ben Allah’ım” desin, iki bin kulu var ya. Yav Allah yerde yürür mü? Senin gibi olur mu ya? Senin, anan belli baban belli. Nüfus kâğıdın bile var ya, Allah’ın nüfus kâğıdı olur mu? Demiyor. Demez. İnanın böyle. Evet. Kurtulmuştuk vaadi ve tarikat, cemaat, mahalle, kale kollar kurma. Aynısı. Bugün kurtulmuştuk vaat ederek yapılan kale kollara baksanıza, kalelere baksanıza. O, onu kabul etmez, o onu. Şii Sünni’yi Müslüman etmez, Müslüman Şii’yi. Şii onu cennetten kovar, o Sünni, Sünni’de Şii’yi cennetten kovar. Efendim ondan alta geçince şey değil. Eş ari maturidiyi, maturidi eş ariyi, eş ari mutezileyi mutezile zaten hitleri olmuşlar. Mutezilenin hitleri olmuş, kökünü kazımışlar zaten. Yeryüzünden bitirmişler. Dolayısıyla, onun lafını bile edemiyoruz. Evet, ondan sonra aşağıya gelin. Şimdi, siz zannediyor musunuz ki, Şafiilikle Hanefilik arasındaki farklar, efendim Caferilikle Şafiilik arasındaki farklardan az? Siz, zannediyor musunuz böyle bir şeyi? Hayır! Boşuna zannediyorsunuz, bilmediğiniz için öyle zannediyorsunuz. Bilmediğiniz için. Birinin haram dediğine biri helal, birinin helal dediğine biri haram der. Yav nasıl oluyor? Haram ve helali Allah koyardı. Yani haram ve helal koyduğu zaman, yani “papaz ve hahamları rabler edinmeyin” diyen ayet, haram ve helali imam koyduğu zaman, aferin mi diyecek? Yapmayın. Yapmayın.
  • Kör edilen gözler ve bitli bakla pazarları. Bitli baklanın, kör alıcısı olur. Ne güzel söylemiş atalar. Öyle değil mi? Bitli baklanız varsa, kör alıcı ararsınız. Hatta hatta alıcı çıksın diye, gören gözleri kör edersiniz. Mil çekersiniz. E bitli bakla satacaksınız ya. Mazeretiniz de var. “El harbu budatun.” Harpte savaştır. Harpte hiledir. Savaşta hiledir. Dolayısıyla bitli baklanızı satın da gözler kör olursa olsun, sorun yok. Onun için kaleler icat ediyorlar kaleler. Duvarları yükseltiyorlar.

Kaleler icat edenler, iki şey yaparlar: Korku, gaz. O kaleyi tutacaksanız, bir korku pompalayacaksınız, iki gaz pompalayacaksınız. Yani hamaset. Necasetten taharet, hamasetten taharet demiştim ya. Evet. Hamaset. Dolayısıyla, hamaset köpürteceksiniz o kaleyi ayakta tutmak için. Ben diyorum ki tüm kaleler yıkılsın. Tüm kaleler yıkılsın. Çünkü, rekabette hayır vardır. Öyle değil mi? Pazara çıkarsınız, esnaflar, sanayiciler, tüccarlar siz söyleyin Allah aşkına. Bir alanda tek firma olduğu zaman hem kalitesizlik belasıyla karşı karşıyasınız hem de pahalılık belasıyla karşı karşısınız. Öyle değil mi? Rakibi yok. Onun için de daha kalitelendirmiyor ve makul fiyata satmıyor. Niye? Tek. Onun için, “Hayırda yarışınız” diyen Kur’an, bunu söylüyor. “Festebikul hayrat: Hayırlarda yarışın.” Yarışın, pazara çıkarın. Eğer malınız iyiyse, fikir pazarında satılsın. Öyle değil mi? İsteyen, istediğini alsın. Ama malınız bitli, çünkü pazara çıkaramıyorsunuz. Kalelerin olmazsa olmazı korku ve hamaset dedik.

KOLEKTİF SEÇİLMİŞLİK MİTİ

  • Yahudiliklerin seçilmiş kavim inancı ve goyim inancı vardı. Goyim, ne demek biliyor musunuz? Centileyle var ya bugün efendim Latin dilinde kullanılan, centiyle Latin dillerinin hepsinde var. Centiyle goyimden tercüme edilmiş aslında. Goyim; İbranice. Hem öteki anlamına gelir hem kafir, gavur anlamına gelir hem de batmış, yani kurtulmuşun zıttı cehennemlik, anlamına gelir. Dolayısıyla yani Yahudi olan ve olmayan. Olmayan goyimdir, goyimdir. O, ötekidir. O, adam değildir. O, ikinci sınıftır.
  • Kur’an’daki vurgu kibri değil sorumluluğu. Kur’an’da da diyor hocam. Şöyle bir ayet var, Bakara suresinde var değil mi: “Biz, sizi alemlerin içinden seçtik” Yahudilere. Ama Cuma suresindeki ayetle birlikte okuyun. Evet, yani onlara kitabı ne yaptı? Yükledi kitabın sorunluğunu. Fakat ne yaptılar? Onun sorumluluğunu sırtlanmaktan kaçındılar. O zaman Kur’an’ın vurgusu, bir kibir vurgusu değil, kibre sebep olacak bir üstünlük vurgusu değil, sorumluğun ağırlığı vurgusu. Ey Yahudiler! Size, vahyin sorumluğunu Allah vermişti, ne yaptınız? Bunun hesabını soruyor aslında. Evet.
  • Müslümanların seçilmişlik üstünlük miti. Şimdi Yahudilerin üstünlük miti var. Ne diyorlardı: “Biz, Allah’ın oğullarıyız”. “Nahnu ebnaullahi ve ehibbahu.” Evet, seçilmiş kavim. Seçilmiş kavim miti. Peki Müslümanlarda yok mu Allah aşkına. Bizi seçti Allah. Yani Yahudilerde varda Müslümanlarda yok mu? Seçilmiş toplum, seçilmiş kavim miti. Alın buyurun. Kendinizden başkasının, hepsini cehennemlik biliyorsanız eğer, alın siz Yahudilerin aynısını yapıyorsunuz. Aynısını yapıyorsunuz.
  • Kureyş’in üstünlüğü kültü. “İmamlar Kureyş’tendir” sahte hadisi, nasıl imal edildi? Nasıl Buhari’ye girdi? Bunun üzerinden tarihte kaç kişi öldürüldü, kaç ordu savaştı biliyor musunuz siz? Falanca Kureyş’ten değildir. Dolayısıyla o imam olamaz, o yönetici olamaz, vurun boynunu. Onun için Osmanlı, sahte bir şecere ayarlamak zorunda kaldı. Adman’ın ismi Osman yapıldı, Osman’da hazreti Osman’dan geldi. Anlatabiliyor muyum? Sahte şecere uydurmuşlar, Hz. Osman’a kadar. Osmanlı sultanları için. Buyurun. Tabi, yalan söylemek zorunda bırakıyorsunuz insanları. Evet.
  • Arab’ın üstünlüğü kültü. Allah Resulünün veda hutbesi, hutbeleri daha doğrusu, üç hutbedir o, elimizde. Burada ne diyor? “Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab olana üstünlüğü yoktur. Arab’ın aceme, acem olmayanın Arab’a.” Acem; Arap olmayan demektir. “Üstünlüğü yoktur.” İbn-i Kuteybe isimli bir adam var. ‘Hadis Müdafaası’ diye de bir kitabı var. Çok ilginç. ‘Hadis Müdafaa.’ Yani, hadisçilerin şövalyesi bu herif. 275 ölüm tarihi, yanlış hatırlamıyorsam. Efendim. Bu Fars’tır ha kendisi de ibn-i Kuteybe Ed Dineveri. Farstır, yani İranlıdır. İranlı bir adam, Fars ‘Hadis Müdafaası’ diye bir kitap yazıyor, hadisçilerin holiganlığına soyunuyor, ama bir kitabı daha var bunun biliyor musunuz? Şu anda elde yok. Arab’ın aceme üstünlüğü. Nasıl buldunuz? Evet. Demek ki böyle oluyor yani. Demek ki böyle oluyor. Biri hadisçiliğe bulaştı mı, iyileri tensiz ediyorum. Hatip hoca gibileri tenzih ediyorum. Efendim. Biri hadisçiliğe, ideolojik hadisçiliğe bulaştı mı, yalan onun için tabiat haline, kaderi oluyor yalan. Yalan; kaderi oluyor, iftira kaderi oluyor. Evet.
  • Sünni sahabe ve Şii imamlar seçilmişlik miti. Allahûekber. Evet bu da var. Sahabenin “kulluhum udul” prensibi. Sünniliğin prensiplerindendir bu. Sünniliği Sünnilik yapan ilk prensiplerden biridir. Hepsi adildir. Hepsi adil midir? Kur’an’ı yalanlıyorsun sen. Kur’an diyor ki “Size bir fasık, haber getirdiğinde” o fasık dediğin, senin tanımına göre sahabedir. Şimdi de ne diyor: Kur’an diyor “fasık”, sen diyorsun “adil.” Hadi buyur. Hadi buyur. Nasıl oluyor bu? Neyse, daha çok şey vereceğim. Bunun kendisi adil değildir. Şii imamet düşüncesi. Masum imamlar düşüncesi. Bu, doğru mudur? Bu da aynı şeydir. Alın buyurun. Kolektif seçilmişlik miti. İmamlar seçilmiştir. Sonuna kadar imamlar seçilmiştir. Bu doğru mudur? Böyle bir seçilmişlik var mıdır? Olur mu? Evet, yoktur tabi ki. Mitolojidir.
  • 73 fırka hadisleri. Evet ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Evet. “Setefterihu ümmeti” evet işte ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak evet “felesun ve sebune şubeten kulluhum filnar illa vahideten” biri hariç hepsi cehennemde. Şimdi bu hadisi Şia kendine uydurmuş, biz cennetliğiz gerisi cehennemlik. Sünni kendisine uydurmuş, biz cennetliğiz gerisi cehennemlik. Mutezile kendine uydurmuş, biz cennetliğiz gerisi cehennemlik. Hariciler, kendilerine uydurmuş biz cennetliğiz, gerisi cehennemlik. Hadi… Kimden yana olalım biz? Eyvallah. Kimseden yana olmayalım efendim. Haktan yana olalım. Bizimkiler hariç hepsi cehennemlik aforozculuğu bu. Tarikatlar ve cemaatlerin seçilmişlik gazı bu işte.
  • Bencillikten bin beter bizcillikler. Bizi bencillikten bin beter olarak söylüyor. “Nehnu”yu “ene” suretinde söylüyor ama “nehnu” öyle bir bencillik yerine geçiyor ki bizcillik biz için cinayet işliyor. Biz için yalan söylüyor, biz için her türlü naneyi yiyor. Ama meşrulaştırma nesnesi biz, biz. Kurtulmuş biz. Evet.

 

  1. YAKIN/ALÇAK YAŞAM-UZAK/YÜKSEK YAŞAM

“Bel tü’sirune hayated dünya vel ahiratü hayrun ve ebga”. Sadece okuyarak geçiyorum. Bilakis dünya hayatı çok etkilidir “vel ahiratun hayru veebgah” ahiret ise daha hayırlı ve daha bakidir.

  1. SİZ “EL-HAYATU’D DÜNYA”YI TERCİH EDİYORSUNUZ

Evet, evet. Yani alçak hayatı, aşağı hayatı, yani kolay, hemen, acil, geçici hayatı ya da alçak, düşük, ucuz, adi, bayağı hayatı tercih ediyorsunuz. Fakat Allah size yüce bir hayatı, yüksek bir hayatı… Ahiret; öldükten sonrası anlamına gelmiyor. Kur’an’da ahiret gördüğümüz her yere, öldükten sonrasını yapıştırıyoruz. Onun için, Duha suresindeki de o. Evet. Anlatabiliyor muyum? Yani geleceğin, geçmişinden daha hayırlı olacak. Dolayısıyla, gelecek anlamına geliyor. Bu, dünyadaki geleceği de içine kapsıyor. Evet. “Yarın, bugünün ahiretidir” Diyeyim de anlaşılmış olsun inşallah.

  • Ahiret imanın konusudur, fakat ahiretçilik yapmak istismarcılıktır. Ahirete imam etmekle ahiretçilik yapmayı birbirinden ayıralım lütfen.
  • Ahiret görülen her yere, ölüm sonrasını yapıştırmak yanlış.
  • Dünyada Karun gibi yaşayıp, gariban ve yoksullara ahiret satan, din bezirganlarına bakar mısınız? Kendisi dünyada her türlü nimete konmak için kırk takla atıyor, ama garibanlara vereceği sadece şey ‘ahirette’ demiş. Görüyorsunuz değil mi bunları? Bunlar, ahirete iman etmiyorlar. Onlar, aslında ahireti satıyorlar, tezgahlıyorlar. Evet.
  • Dünya yerine ahiret-yakın/alçak yaşam yerine yüksek ve yüce bir yaşamı istiyor Kur’an. Bir ömür müritlerinin sırtına, sülük gibi yapışan sömürücü tipler bir yanda, alın teri, zihin teri döküp, kitlenin linçi pahasına hakikati haykıranlar öte yanda.

 

  1. KUR’AN YENİ BİR ŞEY SÖYLEMEZ, ESKİMEZ İLKELERE İŞARET EDER

“İnne haza lefissuhufil ula suhufi ibrahime ve musa”. İşte bu. “Bu, eski sahifelerde de yazılı olandır” diyor. Mesela, İbrahim ve Musa’nın sayfaları gibi. Ne çıkıyor buradan dostlar?

  1. KUR’AN’İ İLKELER ÖNCEKİ KİTAPLARDA VAR

Evet. Bunu diyor. “Ve innehu lefizuburil evvelin”. Bakınız, Şuara suresinin 196. ayeti de aynısını söylüyor. “Önceki kitaplarda bu vardı.” Dolayısıyla Kur’an’i hakikatler, ilkeler önceki kitaplarda da var.

  1. İMAMI AZAM’A GÖRE ARAPÇA KUR’AN’IN ASLİ DEĞİL FER’İ/TALİ NİTELİĞİDİR

İşte bu meseleye İmamı Azam’ın getirdiği deliller, bu ayetlerdir. Ne diyor İmam Azam? “Eğer, önceki kitaplarda Kur’an’ın ilkeleri varsa, Tevrat’ın dili Arapça değil. Bu kesin. Nedir Tevrat’ın dili? İbranice. İncil’in dili Arapça değil. Bu kesin. Aramice. Hz. İbrahim’in sayfalarının dili Arapça değil, Süryanice. Dolayısıyla, diğer peygamberlerin hepsinin dili de kendi kavminin dili. Kur’an’la sabit bu. O zaman bir Arapça değil, iki kendi kavminin dili. O zaman bu hakikatler, önceki nebilere gönderilen vahiylerde de varsa, o zaman aslında hakikatlerin evrensel olan şeyi; lafsı değil, manası. Anlatabiliyor muyum? Bunu söylemiş oluyor. İşte buradan yola çıkarak İmamı Azam, ana dilde ibadette cevaz verdi, içtihat yaptı bu konuda. Onun içtihadı vardır ve çok ilginç, ana dilde ibadet yapma içtihadına İmamı Azam’ın, sonradan içtihadından döndü, görüşünden döndü, iftirası var ki alakası yok. Ebu Hanife için ölüm fetvası verenler, öldükten sonra bunu uydurdular. Bu sahtekarlık türünün örneği çoktur. İki aşamalı taklit:

  1. Abbasî Sünniliği kendine biat etmeyeni linç ederek gömer.
  2. Linç başarılı olmazsa “görüşünden döndü” yalanını basar.

Ebu Hanife’nin görüşünden döndüğüne dair, ikna edici hiçbir delil yoktur. Bunun için kaynaklarda veriyorum Cessas, bunun için efendim ibn-i Abidin, bunun için efendim Kasan-i Erbeda-i’sinde ve diğer… Eyvallah. Diğer Hanefi asli kaynaklarının hepsinde, bu işlenmiş. Evet.

 

EKLER

Eklere geldik. Şükürler olsun. Evet. Kurtuluş. “Kabirden kalkanları sinek yapıp, kutuya koydu” diyor. Yaa… Çok üzgünüm. Yaa sizi şöyle kutuya koyup, sizi şöyle kibrit kutusuna doldurup sinek gibi, hesap yok, evrakları falan tamamlatıp kitap yok, sorgu yok, sual yok, mizan yok, yani hiç öyle takılmayacaksınız, evrakları götürüyorum, sizin adınıza imzalatıyorum ve efendim hepsine, hepinize birer torpil belgesi alıyorum, tamam geçiş serbest oluyor. Turnikeler açılıyor efendim, sizi kutunun içinde cennete saçıyorum böyle. Vah… bunu yapamadım sizler için, kusura bakmayın. Yeteneksizlik. Görüyorsunuz değil mi? Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Kibrit kutusunda sizi taşıyamıyorum ve diyorum ki size, bunu kim söylüyorsa; Allah’a iftira ediyor, İslam’a iftira ediyor, hakikate iftira ediyor, kendine iftira ediyor, peygambere iftira ediyor ve hepsinden öte hepimizin zekasına iftira ediyor. Evet.

 Uydurulmuş Din

Bu da siyasi kurtulmuştuk. Evet. Buda, berat belgesini verdi. Oy verene ruz-i mahşerde berat vadediyor. Evet. Bir tane daha şeyimiz var. Efendim. Mahrum kalmasın bu arkadaş. Garanti var bu kadar yani. Bırakırlar. Çünkü “maliki yevmiddin” diye Fatiha’da okuyorsunuz değil mi? Din gününün kralı Allah’tır, hesap gününün yani. Ahiretin kralı Allah’tır, orda başkasına söz yok, söz düşmez. Siz boşuna okuyorsunuz. O öyle değil aslında, o böyle. Bak, ahirette ne krallar var görüyorsunuz, değil mi? Biri kibrit kutusuna dolduruyor, biri cüppesinin içine doldurup böyle çırpıyor, cennete döküyor. Buda Nakşiliğin halidi kolundan ‘geç ’diyor, bu kadar. Bide Nakşiliğin diyelim ben Nakşi’yim. Halidi kolundan mısın? Değilim. O da kaldı. Görüyorsunuz.

 Görsel Tavsiyem

Evet. Güzel bir yapım bu; “A Conspiracy of Faith- İnancın tuzağı.” Ben olsam bunu, inanca suikast diye çevirirdim. Evet, inanca suikast. Harika bir film. İzleyin.

“Anadolu İrfanı”

Bir toplumu yoldan çıkarmak istiyorsanız, ona hakketmediği payeler veriniz. Bu da spotumuz. Dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz diye şikâyet eden arkadaş, Anadolu irfanının mümtaz evladı, dedesinin mezar taşına böyle sahip çıkmış. Yani hepsini keşke verselerdi. Bu bir duvarın içinde. Yani gecekonduyu mezara taşımış, mezarın taşını da kıyamamış onu da duvar taşı yapmış. Anadolu irfanıdır bu işte. Anlatabiliyor muyum? Budur Anadolu irfanı. Böyle deyip geçmeyin.

Kötü Haber

Son durum. Antartika kıtası, tarihinin en yüksek sıcaklığını bu ayın ilk günlerinde kaydetti. 18,3 derece. Eski rekor, 2015’e ait 17,5. Ondan eski rekor, 1971 yılına ait 14,1. Hepinize, hepimize tekrar uyarıyorum. Allah’ın ayeti olan, Kur’an’ı olan tabiat bize, bize işaret veriyor. Haberiniz olsun. Yarın bir gün gelecek, artık geri dönülmez yola gireceğiz ve hiçbir şey fayda etmeyecek. Ben, sırf bunları hemen hemen her derste iklim felaketi ile ilgili, gürleyip gelen iklim felaketi ile ilgili, bir uyarı koyuyorum ki yarın hesap gününde: “Allah’ım bize, bunları söylemediler” demeyesiniz diye. Anlatabiliyor muyum? Buyur. Onun için sırf sorumluluğumdan dolayı huzurunuza getiriyorum bunları. Bize bir şey olmaz havasındaysanız, tamam söyleyeceğim hiçbir şey yok. Ama, bizde bu dünya misafirhanesinde misafiriz. Bu dünya bize de emanet diyorsanız emanete ihanet etmeyelim lütfen. Herkesin yapacağı bir şey vardır ben ne yapabilirim ki? demeyim.

Günün Twiti

Psikiyatri dersindeyiz, biri hocaya; “Hocam, kendini mehdi sanan var mı yatan hastalarda?” diye sorunca, hoca; “Oğlum, şu an serviste 10 peygamber, 2 Allah yatıyor. Mehdi ne ki bunların yanın da” diyor. Evet, bir doktorun paylaşımı bu.

Günün Duruşu

Evet bu, acı ama bu. Bakınız grand tuvalet, Maşallah kostümler yerinde fakat küçük bir şey eksik; baş.

 Yaşanmışlık

Bana gelen Mehdinin kısa hikayesi vardı ama zaman çok geçti. Bana çok Mehdi geldi aslında efendim, ama dört tanesini unutmuyorum, hele bir tanesini hiç unutmuyorum. Bir tanesi geldi ve dedi ki: “Hocam, size Mehdi olarak geldim. Allah, size bir vazife verdi, onu da tebliğ etmek için geldim.” “Buyurun” dedim. Öyle çok çok ciddi çok ciddi görseniz, dünyanın en ciddi halini takınmıştı. “Buyurun” dedim. “Nedir o?” “Benim Mehdiliğimi ilan etme görevini, Allah size verdi hocam” Düşünebiliyor musunuz? Bunu, bir Kayseriliye söylüyor. Tamam yedirirsin de bana niye geldin yani şimdi? Dedim ki: “Ya Allah’ın kulu” Tabi latife yaptım efendim. “Ya ben Kayseriliyim” dedim. “Bunu bir Kayseriliye söylüyorsun. Eğer birinin Mehdiliğini ilan edeceksem, kendi Mehdiliğimi ilan ederim.” Yani şey yapıyorum ki acaba tebessüm edecek, gevşete bilecek miyim? Vallahi zerre oynamadı, istifini hiç bozmadı. Hiç oralarda değil sanki ötelerden bir yerlerden bir yerlerden bakıyor gibi. Dedim ki: “Bak kardeş” efendim, tabi ki bir şeyler sordum. Allah’ınızın aşkına hiçbir şey bilmiyor. Fatiha’yı okuttum, okutmaya çalıştım, okumadı. Zaten söylüyor, “Ben Ümmiyim diyor, ama Mehdiyim diyor. “Zaten Mehdi, ümmilerden çıkacak” dedi. Zaten, ne söyleseniz lafı var yani dizmiş. Dedim ki: “Bak seni tanıdığım psikiyatri bir dostum var. Parasını ben vereceğim ona göndereyim” dedim. Allah sizi inandırsın böyle kalktı, şöyle bir baktı döndü kapıyı böyle çarptı, çıktı gitti. Benim de Mehdi hikayelerimden biri bu. Evet.

Şeyhlik ve Evliyalık taslayan şarlatanlar öngöremedi ama Bill Gates öngördü. …Video… “En çok endişelendiğimiz savaş, nükleer savaş değil. Nükleer savaştı” diyor. “Ama bizi bekleyen buna benzer bir şey değil” diyor. “İşte buna benzer bir şey “diyor “gelecekteki felaketimiz. 10 yılda 10 milyon kişiyi öldürecek olan şey bir virüstür” diyor. Füzeler olmaz, ama mikroplar bunu yapar. Evet, buyurun onca evliya yetiştirdik, onca keramet sahibi yetiştirdik, bir tanesi ya Corona’da geliyor demedi. Ama Hz. Bill Gates Rahmetullahi aleyh, Kuddüse sirrahul aziz, bu konuşmayı beş buçuk yıl önce yapıyor. Eyvallah. Evet, ne oldu şimdi? Evet.

Benim Kahramanım

Jonas Edward Salk. 1914-1995 doğum ve ölüm tarihleri. Çocuk felci aşısının mucidi. Patentini almadı ve dedi ki, “Güneşin, patentini alabilir misiniz?”. Bir algoritma yapmışlar, “Çocuk felci aşısı bulunmasaydı, bugüne kadar kaç kişi ölürdü?” diye, yaklaşık iki yüz milyon çocuğun öleceğini hesaplamışlar. İki yüz milyon yavrunun, yaşamasının sebebi bu zat ve patentini almıyor. Anlatabiliyor muyum? “Güneşin, patentini alabilir misiniz?” diyerek. Evet, bugün benim kahraman ilan ediyorum.

 

Hepinize hayırlı günler diliyorum. Aklınıza ve kalbinize afiyet olsun, hikmet olsun. Bir daha ki derste buluşmak üzere Allah’a emanet olun.

 

Yorum Yaz