Surat asan ve sırtını dönüp uzaklaşan kim?

Tefsir ilminin problemleri, aynı zamanda tefsir ilminin imkanlarıdır.

Tefsirin imkanı, vahyin de imkanıdır. Vahyin imkanları tüketilemez. Bu gerçeği farklı bir ifadeyle dile getirecek olursak, tefsirde külli anlamda bir “son söz” iddiası, “hoş” ama “boş” bir iddiadır. “Falan üstadın tefsiri mükemmel ve son tefsirdir” sözünü ancak cahiller söyler.

Klasik tefsir alimleri tarafından bir tefsir problemi olarak kabul edilen ve üzerine gidilen bir çok mesele hal edilmiş, bazıları da modern tefsir alimleri tarafından bir tefsir problemi olarak görülmemiştir. Tersi de geçerli. Bazen klasik tefsirin hiçbir problem görmediği bazı yorumlar, modern tefsir tarafından sorunlu görülmüştür. Bu ikincisinin altında yatan temel neden, “rivayetin otoritesi” dediğimiz problemdir. Bu otorite, bazen dirayetin önünde aşılmaz bir set örebilmiştir.

Bunun tipik örneklerinden biri, Abese suresinin “O surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanı başına âmâ geldi diye…” mealindeki ilk iki ayetidir. Soru şudur: Âmâ yanına geldi diye surat asan ve sırtını dönüp uzaklaşan: 1) Hz. Peygamber midir, 2) Müşrik kodaman mıdır?

Bu iki ayetin öznesi, klasik tefsir tarafından bir problem olarak görülmemiştir. Bunda Malik’in ve “hasen-garib” kaydıyla Tirmizî’nin naklettiği rivayetlerin etkisi büyüktür.

Muvatta’da Hişam b. Urve’den babası yoluyla nakledilen rivayet şöyle: “Abese ve tevellâ âmâ İbn Ümmi Mektum hakkında indi. O Nebi’ye gelerek “Ya Muhammed! Beni, sana yakın olabileceğim bir yere yerleştirmeni istiyorum (istednînî) dedi. O esnada Nebi’nin yanında müşrik reislerden biri vardı. Nebi o (âmâ)dan dönüp diğerine yönelerek “Ey falanın babası! Bu sana söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?” dedi. O (müşrik) “(Putlar) adına akıtılan kan aşkına hayır!” dedi. İşte bu sure bunun üzerine nazil oldu.” (Tefsir, 8) Tirmizî’deki rivayette yukarıdakinden farklı olarak “istednînî” yerine “erşidnî” geçer (Tef. Sur. Abese, 1). Tirmizî’nin senedi eleştirilmiştir. Taberi aynı rivayeti Hz. Enes’e istinaden Ebu Ya’la’dan tahriç eder.

Bu rivayetler Abese 1-2 hakkındaki yorumların kaderini tayin etmiştir. Buna bağlı olarak 3-4. ayetlerin sunduğu alternatif anlam imkanı da değerlendirilmemiştir.  Oysaki 3-4. ayetler, i’rab açısından alternatif bir okumaya hayli müsaittir. Bu okumaya bağlı olarak 1-2. ayetlerin öznesi, dolayısı ile anlamı da değişir.

Klasik okuma, iki hatta üç tümleç alan yudrîke geçişli fiilini ya biri zamir (ke/sen) diğeri mahzuf iki tümleçle izah etmiş, ya da arkasından gelen “lealle” edatının “ef’âl-i kulub”tan olduğunu, üstelik talep ve temenni bildiren bir istifham olduğunu söyleyen Ebu Ali Farisi’ye dayanarak, bu durumda “yudrîke” fiilinin üç veya iki değil, tek tümleç isteyen fiile dönüştüğünü, sonrasının da müstakil bir cümle olduğunu savunmuşlardır (İbn Aşur). Buna göre 3-4. ayetlerin manası şöyle olur: “(Ey Peygamber!) Sen nereden bilebilirsin ki? Belki de o (âmâ) arınacak veya alacağı öğüt kendisine bir yarar sağlayacaktı?” Bu takdirde ilk iki ayet de şu manaya gelir: “o (Peygamber) surat astı ve yüz çevirdi, yanına âmâ geldi diye”.

Fakat bu metnin sunduğu tek imkan değildir. Metin bir başka imkan daha sunar. Hatta bu asli olmak bakımından diğerinden daha önceliklidir. O da ender de olsa bazı müfessir ve dilcilerin dikkat çektiği mezkur iki ayeti, iki mef’ulüyle birlikte tek bir cümle gibi okumaktır. Bu durumda mana şöyle olur: “(Ey Peygamber!) Sana ne bildirdi o (müşriğin) arınacağına dair bir ihtimal bulunduğunu veya alacağı öğütün kendisine yarar sağlayacağını?” Eğer bu anlamı tercih edersek, ilk iki ayetin açılımı da şöyle olur: “O (müşrik) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı; yanı başına âmâ geldi diye”.

Metin iki manaya da açıktır. İki tarafın da dilsel delilleri vardır. Fakat ilk ayetteki “’abese” ve “tevellâ” kelimeleri ile ilgili istikrai bir okuma, bu ikincisini teyit eder. Bu iki kavramın ikisini birden, biz sadece Müddessir suresinin küstah bir müşrik kodamanı tarif eden 18-24. ayetlerinde buluyoruz: “O düşündü, ölçüp biçti; canı çıkası, nasıl da ölçüp biçti! Bir daha canı çıkası, nasıl da ölçüp biçti! Sonra (etrafını) süzdü; ardından SURAT ASTI ve rengi attı. En sonunda SIRTINI DÖNDÜ ve kibir abidesi kesildi; nihayet dedi ki: “Bu sadece geçmişten miras kalan bir büyüdür” Burası “abese”nin kullanıldığı ikinci yerdir. “Tevella” ise, geçtiği hemen her yerde inatçı kafirler için kullanılır.

Abese’nin ilk pasajı için bu alternatif (esasında asli) anlam tercih edilmelidir. Bu tercihin nedeni, Allah’ın Hz. Peygamber’i uyarmadığını ispat olmamalıdır. Zira bu alternatif anlamda da uyarı sabittir (3-10). Kaldı ki bu, surenin ana fikridir ve berceste ayeti olan 23. ayetinde dile gelir: “(Hiçbir insan) O’nun emirlerini asla kusursuz yerine getirememiştir.”

Musa Carullah’ın yaptığı gibi, bu tercih sırf duygusal (hürmet gereği) bir nedenle de yapılmamalıdır (ki bu tüm müfessirlerimizi hürmetsizlikle suçlamak gibi zımni bir suçlamayı da içerir). Vahyin iç ve dış bağlamına, metnin diline, bütüncül bir okumaya uygun olduğu için, yani delalet bahsinin ve tefsir ilminin genel kurallarıyla uyumlu olduğu için tercih edilmelidir.

Tefsirin imkanı, vahyin de imkanıdır. Vahyin imkanları tüketilemez. Bu gerçeği farklı bir ifadeyle dile getirecek olursak, tefsirde külli anlamda bir “son söz” iddiası, “hoş” ama “boş” bir iddiadır. “Falan üstadın tefsiri mükemmel ve son tefsirdir” sözünü ancak cahiller söyler.

Klasik tefsir alimleri tarafından bir tefsir problemi olarak kabul edilen ve üzerine gidilen bir çok mesele hal edilmiş, bazıları da modern tefsir alimleri tarafından bir tefsir problemi olarak görülmemiştir. Tersi de geçerli. Bazen klasik tefsirin hiçbir problem görmediği bazı yorumlar, modern tefsir tarafından sorunlu görülmüştür. Bu ikincisinin altında yatan temel neden, “rivayetin otoritesi” dediğimiz problemdir. Bu otorite, bazen dirayetin önünde aşılmaz bir set örebilmiştir.

Bunun tipik örneklerinden biri, Abese suresinin “O surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanı başına âmâ geldi diye…” mealindeki ilk iki ayetidir. Soru şudur: Âmâ yanına geldi diye surat asan ve sırtını dönüp uzaklaşan: 1) Hz. Peygamber midir, 2) Müşrik kodaman mıdır?

Bu iki ayetin öznesi, klasik tefsir tarafından bir problem olarak görülmemiştir. Bunda Malik’in ve “hasen-garib” kaydıyla Tirmizî’nin naklettiği rivayetlerin etkisi büyüktür.

Muvatta’da Hişam b. Urve’den babası yoluyla nakledilen rivayet şöyle: “Abese ve tevellâ âmâ İbn Ümmi Mektum hakkında indi. O Nebi’ye gelerek “Ya Muhammed! Beni, sana yakın olabileceğim bir yere yerleştirmeni istiyorum (istednînî) dedi. O esnada Nebi’nin yanında müşrik reislerden biri vardı. Nebi o (âmâ)dan dönüp diğerine yönelerek “Ey falanın babası! Bu sana söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?” dedi. O (müşrik) “(Putlar) adına akıtılan kan aşkına hayır!” dedi. İşte bu sure bunun üzerine nazil oldu.” (Tefsir, 8) Tirmizî’deki rivayette yukarıdakinden farklı olarak “istednînî” yerine “erşidnî” geçer (Tef. Sur. Abese, 1). Tirmizî’nin senedi eleştirilmiştir. Taberi aynı rivayeti Hz. Enes’e istinaden Ebu Ya’la’dan tahriç eder.

Bu rivayetler Abese 1-2 hakkındaki yorumların kaderini tayin etmiştir. Buna bağlı olarak 3-4. ayetlerin sunduğu alternatif anlam imkanı da değerlendirilmemiştir.  Oysaki 3-4. ayetler, i’rab açısından alternatif bir okumaya hayli müsaittir. Bu okumaya bağlı olarak 1-2. ayetlerin öznesi, dolayısı ile anlamı da değişir.

Klasik okuma, iki hatta üç tümleç alan yudrîke geçişli fiilini ya biri zamir (ke/sen) diğeri mahzuf iki tümleçle izah etmiş, ya da arkasından gelen “lealle” edatının “ef’âl-i kulub”tan olduğunu, üstelik talep ve temenni bildiren bir istifham olduğunu söyleyen Ebu Ali Farisi’ye dayanarak, bu durumda “yudrîke” fiilinin üç veya iki değil, tek tümleç isteyen fiile dönüştüğünü, sonrasının da müstakil bir cümle olduğunu savunmuşlardır (İbn Aşur). Buna göre 3-4. ayetlerin manası şöyle olur: “(Ey Peygamber!) Sen nereden bilebilirsin ki? Belki de o (âmâ) arınacak veya alacağı öğüt kendisine bir yarar sağlayacaktı?” Bu takdirde ilk iki ayet de şu manaya gelir: “o (Peygamber) surat astı ve yüz çevirdi, yanına âmâ geldi diye”.

Fakat bu metnin sunduğu tek imkan değildir. Metin bir başka imkan daha sunar. Hatta bu asli olmak bakımından diğerinden daha önceliklidir. O da ender de olsa bazı müfessir ve dilcilerin dikkat çektiği mezkur iki ayeti, iki mef’ulüyle birlikte tek bir cümle gibi okumaktır. Bu durumda mana şöyle olur: “(Ey Peygamber!) Sana ne bildirdi o (müşriğin) arınacağına dair bir ihtimal bulunduğunu veya alacağı öğütün kendisine yarar sağlayacağını?” Eğer bu anlamı tercih edersek, ilk iki ayetin açılımı da şöyle olur: “O (müşrik) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı; yanı başına âmâ geldi diye”.

Metin iki manaya da açıktır. İki tarafın da dilsel delilleri vardır. Fakat ilk ayetteki “’abese” ve “tevellâ” kelimeleri ile ilgili istikrai bir okuma, bu ikincisini teyit eder. Bu iki kavramın ikisini birden, biz sadece Müddessir suresinin küstah bir müşrik kodamanı tarif eden 18-24. ayetlerinde buluyoruz: “O düşündü, ölçüp biçti; canı çıkası, nasıl da ölçüp biçti! Bir daha canı çıkası, nasıl da ölçüp biçti! Sonra (etrafını) süzdü; ardından SURAT ASTI ve rengi attı. En sonunda SIRTINI DÖNDÜ ve kibir abidesi kesildi; nihayet dedi ki: “Bu sadece geçmişten miras kalan bir büyüdür” Burası “abese”nin kullanıldığı ikinci yerdir. “Tevella” ise, geçtiği hemen her yerde inatçı kafirler için kullanılır.

Abese’nin ilk pasajı için bu alternatif (esasında asli) anlam tercih edilmelidir. Bu tercihin nedeni, Allah’ın Hz. Peygamber’i uyarmadığını ispat olmamalıdır. Zira bu alternatif anlamda da uyarı sabittir (3-10). Kaldı ki bu, surenin ana fikridir ve berceste ayeti olan 23. ayetinde dile gelir: “(Hiçbir insan) O’nun emirlerini asla kusursuz yerine getirememiştir.”

Musa Carullah’ın yaptığı gibi, bu tercih sırf duygusal (hürmet gereği) bir nedenle de yapılmamalıdır (ki bu tüm müfessirlerimizi hürmetsizlikle suçlamak gibi zımni bir suçlamayı da içerir). Vahyin iç ve dış bağlamına, metnin diline, bütüncül bir okumaya uygun olduğu için, yani delalet bahsinin ve tefsir ilminin genel kurallarıyla uyumlu olduğu için tercih edilmelidir.

 

Yorum Yaz