Bir garibanı, bir de güçlüyü yargılayanı yargılarlar

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK), 1’e karşı 6 oyla (Bu 6’dan 5’ini Ahmet Bey tayin etmiş) savcı Ferhat Sarıkaya’yı meslekten ihraç etmesi kimseyi şaşırtmasın. Şaşırmış gibi yapanlar, bu ülkede oynanan oyunu ya sahici sanacak kadar safalak olanlar, ya da bu oyundan elde edilen hasılata ortak olanlardır.

Savcı’nın meslekten ihracı, tıpkı YAŞ’ın ihraçları gibi “yargı eliyle yargısız infaz”dır. Fakat bu infazı yapan üyeler, emir-komuta zincirine bağlı asker kişiler değil, yargı mensubu sivil kişilerdir. Sorumlu olmayan Cumhurbaşkanı tarafından atanmışlardır.

Bu cezanın anlamı şudur: “Sana tapmayan ölsün!” Evet, bir savcıyı meslekten ihraç etmek, onu sadece memuriyet yapmaktan men etmek değil, serbest avukatlık yapmaktan da men etmektir. Bunun anlamı açık: Seni açlıktan ölüme mahkum ettik! Seni asarak, kurşunlayarak, keserek değil, ibret-i alem için yavaş yavaş, aç bırakarak, dilendirerek, sadaka toplamaya mahkum ederek ölüme mahkum ettik!

Tıpkı YAŞ’zedelere yapıldığı gibi. Onlar da ölüme mahkum edilmişlerdi. Kapının önüne yargısız infazla konulmuşlar ve “Açlıktan ölün!” denilmişti. Başka bir memuriyet almaları, YAŞ kararıyla baştan engellenmiş. Belediye gibi kurumlarda dahi karınlarını, çoluk çocuklarını doyurmalarına engel olunmuş. Hatta Muttalib Binbaşı örneğinde olduğu gibi, onları çalıştıran özel işyeri sahipleri tehdit edilmiş ve sonunda çıldırıp intihara sürüklenenler olmuştu.

Savcı Ferhat Sarıkaya, belli ki namusuyla çalışan bir Anadolu evladı. 15 yıl savcılık yapmış, ancak daha yeni bir araba sahibi olabilmiş. O da 15 yaşında bir araba, üstelik borç harçla. Vanlı avukatlar arabasının borcunu aralarında denkleştirmeye çalışıyorlarmış.

Peki, “Seni açlıktan ölüme mahkum ettik!” denilen savcının suçu ne?

İddianame yazmak. Yani işini yapmak… İddianame yazmak savcıların işidir. Savcıyla aynı meslekten olan atanmış kişilerin oluşturduğu HSYK, işini yaptı diye, bir meslektaşını açlığa mahkum edebilmiştir. Bu dehşetengiz olayın yaşandığı ülke Cumhuriyet oluyor, demokrasi oluyor, kuvvetler ayrımı ilkesine dayanıyor, “bağımsız yargı”ya sahip oluyor?

İnanıp inanmamak size kalmış. Bu durumun bir kara mizah mı, komedi mi, dram mı, trajedi mi olduğuna karar vermek de?

HSYK tarihinde bir ilkmiş. Aslında, bunu şöyle düzeltmek lazım: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, yüksek komuta kademesine mensup bir generali iddianamesine dahil edebilecek kadar yürekli bir savcı ilk kez çıkmıştır. İlk olan budur, yüksek yargının kendi meslektaşına ettiği büyük kötülük değil.

Bu, şu demeye geliyor:

1. HSYK’nın da içinde bulunduğu yüksek yargının görevi, “yargıyı denetlemek” ve “adalet dağıtmak” değildir. Zerre kadar böyle bir kaygıları olsaydı, böylesine vicdan yaralayıcı bir karar çıkmazdı, çıkamazdı. Ya nedir? Yargıyı baskı altında tutup, “askeri vesayet rejimini` sürdürmektir. Bunun için konulmuş bir emniyet supabıdır yüksek yargı kurumları. Garibanı yargılarlar, bir de güçlüyü yargılayanı yargılarlar.

2. Bu ülkede yargı siyasetçiyi yargılar, hatta asar. Menderes örneğinde olduğu gibi. Kendisini yargılar, hatta Sarıkaya örneğinde olduğu gibi açlıktan ölüme mahkum eder. Fakat yüksek rütbeli subayları yargılayamaz. Emekli Askeri Hakim Ümit Kardaş, Şemdinli iddianamesinde adı geçen Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın fiilen bu ülkede yargılanamayacağını, böyle bir mekanizmanın olmadığını bakın nasıl açıklıyor: “Yaşar Büyükanıt’tan kıdemli kimse yok. Sadece Genelkurmay Başkanı var. Ama o da Büyükanıt’ın sicil amiri. Mahkemeye giremiyor. (Yargılamaya) gerek görülseydi de teknik olarak mahkeme kurulamayacaktı yani. Genelkurmay Başkanı da aynı şekilde, yargılanamaz.” (Yeni Şafak).

Yeterince açık değil mi: Bu ülke, komuta kademesindeki subayını suç işlese dahi yargılayamamakta. Bunu unutmuş. Hayır hayır, bunu istemiyor. Bu ülkenin hakimleri Allah’ı (haşa) yargılamaya cüret edebiliyor, Allah’ın emirlerini yargılamaya cüret edebiliyor, ama generalini yargıla-ya-mı-yor. Gidin yatın be!

3. Bu ülkede, işini yapan savcıları “paşa paşa” meslekten ihraç eden kurumlar olduğu sürece, yargı göstermeliktir, mahkemeler göstermeliktir. Seçimler göstermeliktir, sandıklar göstermeliktir, siyaset göstermeliktir. Tanınmış haklar ve özgürlükler göstermeliktir. Cumhuriyet ve demokrasi göstermeliktir. Hepsinden öte, devlet göstermeliktir. Hepsi de “…mış gibi”dir. Yiyene helal olsun!

Bu köşeyi okuyanların hepsinin ne demek istediğimi anlayacaklarından emin olsaydım, bir filmin adından ilhamla, bu yazının başlığını şöyle koyardım:

“Tanrılar çıldırmış olmalı!”

Allah’ım! Sen aklımıza mukayyet ol!

Yorum Yaz