Helal vesikası bağlamında imkanlar ve zaaflar

Helal gıda konusunda daha önce de yazdım. Bu konuda resmi dini kurumlar da, sivil kişi ve kurumlar da geç kalmışlardır.

Belki Müslüman iş örgütlerinin ilk ilgilenmeleri gereken konu buydu. Fukaha ve ulemanın da öyle. Ama onlar da, bütün diğer kurum ve kuruluşlar gibi “netameli” olduğunu düşündükleri alanlardan uzak kalmayı yeğlediler. Topu kaleye atarak hasmın dikkatini çekmektense, topu taca atmak daha risksiz bir yol olarak göründü.

Anlı şanlı Müslüman iş örgütlerimiz, kan bağışı yapmak için protokol yapıp bunu da medya yoluyla reklam yapmak dururken, neden bu ülkenin Müslümanlarının farz-ı aynı olan (ki bir farz-ı kifaye, o beldede kimse tarafından yapılmıyorsa, onu yapmak her mümin üzerine farz-ı ayn olur) bir meselesine eğilsinler ki? Müslüman için öncelik helal bir kana sahip olmaktır. Boğazdan geçen haram lokmadan hasıl olan kirlilik, ne yazık ki kan vererek temizlenmiyor. Boğaz meselesi her Müslümanın doğrudan ilgilenmesi gereken bir meseledir.

Boğazdan gelenlerin etkisinin sadece bedenle sınırlı olduğunu sanmak, insanı hayvanla eşitlemek olur. Nasıl ki mikrop, virüs, bakteri vb. gibi mikro zararlılar bedeni hasta ediyorsa, yediklerimiz ve içtiklerimiz içinde bulunan haramlar da insanı diğer canlılardan ayıran alamet-i farika olan ruhu hasta eder.

Haram lokma ve haram yudum, ruhumuz üzerinde korkunç tahribatlar yapar. Haram koyan tek merci olan Allah, “emr” alemine ait bir emir olan ruhu her türlü zararlı etkilerden ve manevi hastalıklardan korumak için kırmızı çizgiler koymuştur. Ölümlü ve fani bünyemize arız olan illetler çok çok bizi madden öldürür. Ama ölümsüz ve kalıcı ruhumuza arız olan illetler ise bizi manen öldürür. Bu ölümlerin en beteridir.

Hilal TV’nin tüketici programı olan “Tüketimedya”nın yapımcı ve sunucuları geçenlerde hayırlı bir teşebbüs için kolları sıvadıkları müjdesiyle geldiler. Helal gıda sertifikası veren bir “Helal Gıda Sertifikasyon Kurumu” için kolları sıvamışlar. Bunun için İslam alimlerinin görüşlerine ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için bir istişare heyeti oluşturmak istiyorlar. İşin en zor kısmı da işte burada başlıyor.

Böyle zahmetli bir işe giriştikleri için kendilerini kutladım. Bu tür işler, gerçekten de “çetin yokuş”, yani “akabe” işler. İnsanı çabuk yorarlar ve yarı yolda koyarlar. Ama yine de bir yerden başlamak ve geldiği yere kadar getirmek lazım.

Henüz bu hayırlı teşebbüsün ürettiği taslak metinler elime geçmediği için okuyamadım. Onları okuduktan sonra, bu teşebbüs hakkında daha ayrıntılı bilgi verebilirim. Belki değerli okurlarım arasından konuya ilgi duyanlar, katkıda bulunacak olanlar, bilgi ve birikim sahibi olanlar çıkar.

Bu gerçekten geç kalmış bir teşebbüs. Malezya bu işi yıllardan beri yapıyor. ABD Müslümanları dahi bizden fersah fersah ileride… Bugün uluslararası helal sertifikası veren kurumlar var.

Helal sertifikası sadece İslami hassasiyetin bir ürünü değil, uluslararası ticaretin de bir icabı ve gerekliliği halini aldı. Bakmayın siz, hassasiyeti azaltılmış Türkiye Müslümanlarının aldığı gıda malları üzerinde “Helal” etiketi aramamasına. Dünyanın diğer yerlerinde yüzbinlerce Müslüman tükettiği her gıda üzerinde “Helal” damgasını görmeden almıyor. Böyle olması da gerekiyor. Şer’i olan da budur.

Şimdi TÜBİTAK’ın da böyle bir teşebbüsü varmış. Diyanet’te devletin Helal Gıda Sertifikasyonu çalışmalarına destek veriyor. Gelişen şartlar, bunu, uluslararası ticaretin bir icabı olarak dayatıyor. Adam gıda maddeleri üretiyor ve bunu da ihraç ediyor. İsterse kendisinin dini hiçbir hassasiyeti olmasın. Eğer bu ürünü İsrail’e satacaksa, tıpış tıpış gidip Başhahamlığa yüklü bir miktarı bayılıyor ve Yahudi helal sertifikası olan “Koşer” damgasını basıyor. İsterse basmasın, İsrail’e, ABD marketlerine, Avrupa’nın birçok gıda karteline su bile, evet evet  su bile satamıyor.

Helal hassasiyeti taşıyan Müslümanlara yıllar yılı “Eğer et ürünü yiyecekseniz, Yahudi helal sertifikası olan koşer damgalı ürünleri yeyin” dedik. Dedik ama söyleyin bu biz Müslümanlar açısından utanç verici değil miydi? Bu ihmalimizden utanmalı değil miydik?

“Helal Sertifikası” söz konusu olunca malum tayfa yine cazgırlığa başladı. Neymiş efendim, “Bu ürün helaldir” damgası, diğer ürünler hakkında kuşku doğururmuş. Her halde yani. Bu laikliğe (!!!) aykırıymış. Anlaşıldı İslam’a uygun olan laikliğe aykırı. O zaman siz de “laik koşer” sertifikası alısınız, onu da laiklik dininin bağlıları alır.

Bu hayırlı teşebbüse girişen kardeşlerimize dediğim şu oldu: Önce bu konuda sizden önce yola çıkanların birikimlerini elde edin.” Bir de, bilin ki bu ülkede “fıkıhsız bir din anlayışını kast-ı mahsusa ile hakim kıldılar. Bu yüzden “ne koysan gider” hale geldi. İnsanlar bir meselede alimlerin ne dediğini merak etmez oldu. Hoş, alimlerin yerini, sırnaşık ve kafası karışık akademisyenler, ne idüğü belirsiz “araştırmacı-yazarlar”, gazete köşelerinde yüksek düşünce imal eden sözüm ona düşünürler ve meraklı taze filozof taslakları aldı.

Sağ olsunlar, birinci hususu es geçmemişler ve onlara ulaşmışlar. Çünkü daha 10 yıl önce Ankara’da üniversite çevresinden bir ekip “helal gıda” konusunda harekete geçmişti. Fakat teşebbüs bir türlü kuvveden fiile geçememişti. Bana da geldikleri için biliyorum. İkincisi için onların da yapacağı bir şey yok. Hepimiz oturup dua edelim: “Allah’ım, sana haşyet duyan alimlerin ve onların kıymetini bilen taliplerin sayısını artır!”

Yorum Yaz