28 Şubat mazoşistleri

28 Şubat Müslümanlar için bir fitne eleği olmuştur. Bu fitneden çok az insan yara almadan çıkmıştır.

Ekranda gördüğüm bir yeniyetme, bir bayan yazarı karşısına almış. Kitabının serüvenini anlatan bayan yazar “O arada 28 Şubat oldu” gibi bir şey söyledi. Yeniyetme “Çok şükür” demez mi? Aldı beni bir merak. “Bu kendini kirleten zorbaya âşık olan aptal kız sendromuna tutulan da kim?” dedim. İslamcı (!) imiş. Hay eksik olsun. Bu türünü de gördük.

Zırva tevil götürmez. Tevillerin tumturaklı olması ve bu alanda yapılacak laf cambazlıkları kiri özemekten başka bir işe yaramaz.

28 Şubat’ın cavcavlı günleriydi. Hafta geçmiyor ki bir mezar ev daha ortaya çıkarılmasın, bir İslami vakıf daha basılmasın, bir kaset daha piyasaya sürülmesin. Petrol ve vergi kaçıran patronun tüm gazeteleri ve orada besledikleri, Müslümanların üzerine sonsuz bir şehvetle saldırıyorlar. Kartelin amiral gemisi “Topyekûn Savaş” manşeti atacak kadar kendinden geçmiş.

Memleketi işgale yeltenen illegal bir oluşum, kazıklı voyvoda rolüne soyunmuş. İçişleri bakanına bile “Gelirsem o kadını yağlı kazığa oturturum” gibi hangi terbiyenin ürünü olduğu malum laflar edebiliyor. Bir başka omzu kalabalık bir Müslüman ülkenin yöneticisine basın toplantısında küfrediyor. Hatta hızını yenemeyip memleketin başbakanına “Başbakan olmazsa ne olursa olsun` türünden laflarla efeleniyor.

BÇG adlı illegal oluşum, “Allah” diyeni fişliyor. Zamanın kudretli generali önüne konulan listeler hakkında yalan yanlış suç duyurularında bulunuyor. Memleket ömrü hayatında “Andıç” diye bir belge türüne kavuşuyor ve gazeteciler andıçlanıyor. Bu andıç sonunda petrol ve vergi kaçıran patronun Başyazarı “Alçakları Tanıyalım” başlıklı yazılar yazıyor.  Bu tür “Psikolojik Harp” taktikleri sonucunda İnsan Hakları Örgütü lideri güpegündüz infaz ediliyor. Gazeteciler işlerinden oluyor.

Her Ramazan ayımız zehir ediliyor. Kalkancı-Fadime hikâyelerinin tekmili birden sahneleniyor. Sonradan öğreniyoruz ki, “Sisi” lakaplı Travestiler Kraliçesi’nin başrolünü oynadığı bir tezgâh kurulmuş, İslam’ı ve dindar insanları karalama ihalesini üstlenmiş. Tam bu sıralarda “Şeriat mı-Laiklik mi” adlı bir küfürname çıkıyor orta yere. Bu küfürname baştan sona Allah’a, İslam’a, Kur’an’a hakaret ve küfürlerle dolu. Bu kitapçığın üzerinde ülkenin güvenliğinin kendisine emanet edildiği kurumun adı yazıyor. Bir hafta sonra zoraki ve yarım ağız bir yalanlama geliyor ama herkes birilerinin içindeki kini öğrenmiş oluyor.

İslami cemaatler ve onlara bağlı müesseseler topun ağzına konuluyor. Malum medyanın ne kadar barutu varsa hepsini bu uğurda seferber ediyor. O kadar ki maruf ve meşhur bir cemaat liderine televizyonda mahut 28 Şubat kararları için “İçtihattır, isabet etmedilerse bile bir sevap alırlar” dedirtiliyor.

İşte tam o sırada Malatyalı olduğunu iyi hatırladığım birileri ziyarete geldi. Çenesi laf yapan muhatabım sürekli Kur’an’dan söz ediyor. Söz 28 Şubat kararlarına gelince, hayatımın sürprizini işte o anda yaşıyorum. 28 Şubat’ın adı en çok dile düşen generalini anarak “O gerçek bir İslam dostudur” diyor, “Tarikatların ve cemaatlerin hakkından gelecek, İslam’a en büyük hizmeti o yapacak” diyor. Ve daha başka şeyler de diyor.

Fakat gerisini duymuyorum. Çünkü Muhammed Ali’nin ünlü kroşelerinden birini yemiş gibi sersemliyorum. Rengim atıyor, çenem düşüyor ve bir anda kendimi “hayret makamının” dibinde buluyorum.

Ya, böyle! Gerekçeleri ve mensubiyetleri farklı olabilir. Fakat girişte anlattığım yeniyetme ile bu son anlattığım eski yetme İslamcı (!) aynı gözede buluşuyorlar. “Allah akıl fikir versin ”demekten başka elden ne gelir?

Evet, 28 Şubat Müslümanlar için bir fitne eleği olmuştur. Bu fitneden çok az insan yara almadan çıkmıştır. Günün iktidarını oluşturanlar, izini asla tamamen silemeyecekleri bir yara almışlardır.

80’lerde Müslüman gençliğe rehberlik etme iddiasındaki bazıları itirafçılığa soyunacak kadar düşmüşlerdir. Bazıları içinden çıktıkları camiaya ihanet etmiştir. Bazıları tezgâhlarını kapatıp sıvışmış, daha başka bazıları ise “dünyevileşme” limanına dümen kırmıştır.

Kamp değiştirenleri mi ararsın, tezgâhında “İslami Hareket” satarken birden onu bırakıp “Türklük” satmaya başlayanları mı ararsın, günün anlam ve önemine uygun bir imaj edinmek maksadıyla sakalını bıyığını kestirmek için sıraya gireni mi ararsın, fırsat bu fırsat deyip eski hesapları ve kirli çamaşırları karıştıran “tezek böceği” tiplileri mi ararsın?

Daha ileri gidenler oldu. İşyerinin duvarlarındaki hat levhalarını “çağdaş” portrelerle takas etmeler, ilk iş olarak girişe frapan giyimli bir sekreter oturtanlar, işyerinin imajını değiştirmek için adını bile değiştirenler, dahası başörtülü eşini boşayıp 28 Şubat’ın model olarak sunduğu açık bir eş edinenler?

Allah, bütün bunlar olurken de Alîm ve Basîr idi. O, her şeyi görüyor ve biliyor. Boşuna demiyor “İşte bu dönemler; biz onu insanlar arasında döndürür dururuz” diye. Döndürüyor o dönemleri. Dönenleri, başı dönüp yere yıkılanları, yola yatanları, yolu satanları, yolda yürümeyi bırakıp nutuk atanları, gelen geçene çelme atanları, onu beceremezse laf atanları da biliyor.

Hepimiz yaptıklarımızın rehiniyiz. Hepimiz ama hepimiz?

Yorum Yaz