Silahların siyaseti, siyasetin silahları

Yoksa “Dağdan yönetilen ülke” başlığını mı koymalıydım?

Vakıa, öyle de olduk. İster kabul edin, ister etmeyin, ama dağdan yönetildiğimiz bir gerçek. Eğer dağdan yollanan cenazeler koca bir ülkenin kimyasını bozuyorsa, siyasal aklını rehin alıyorsa, evet, buna “dağdan yönetilmek” denir.Yumuşak karnımız kabak gibi açığa çıkmıştır.

Bu tavrımızla, bu millete oyun oynamak isteyen her kimse, onlara “gel beni yumuşak karnımdan vur” demişizdir. Köpürtülen asabiyet, kışkırtılan milliyetçilik, dalga dalga kabaran ulusalcılık, karnımızın derisini daha da inceltir.

Buna, hırsıza yol göstermek denir. Sizin kimyanızı bozmak isteyen herkese ne yapması gerektiğini öğretmişsinizdir. Sizin kimyanızı bozmak, siyasetinizi yönlendirmek, size tedbirinizi şaşırtmak isteyen herkes, hesabını sizi çılgına çevireceğini düşündüğü cenazeleriniz üzerinden yapar. Ve siz istemeden çocuklarınızın katillerine hizmet etmiş olursunuz.

Artık, aklınız ipotek altına alınmıştır. Sondan bir evvelki soruyu dahi soramazsınız: 13 askeri öldürenlerin ne idüğü belli. İyi de, burada bir stratejik hata, hiç olmazsa taktik bir hata, ne bileyim bir ihmal de mi yok? Varsa, bunun hesabını soran bir merci de mi yok? Bu hesabı soracak olan millete ise malum medya kullanılarak ha bire gaz veriliyor.

Peki, bu garip tutum, bu ülkenin kimyasını bozmak isteyen odakların değirmenine su taşımak anlamına gelmiyor mu?

Sondan bir önceki soruyu soramayan, sondan iki önceki soruyu hiç soramaz. Cenaze sayısına indirgemiş bir güvenlik anlayışıyla çıkarılan Tezkere “Kürt sorunu”nu çözer mi? Hepsi de kökten laik olan DTP’lilere saldırmak, meseleyi bitirir mi? Yine kökten laik bir örgüt olan PKK’yı bitirmek, terörü bitirir mi? Kuklaya ağzına geleni söyleyip de, iş kuklacıya gelince ıslık çalan bir anlayış nasıl bir anlayıştır?

Bunu soramayan sondan üç önceki soruyu hiç mi hiç soramaz: Dün Çanakkale’de omuz omuza savaşıp ölmüş Türk ve Kürt kavminin çocuklarına bugün birbirini boğazlatan süreç kimin eseridir? Buralara nerelerden geldik? Bu süreçte ulus devletin, resmi ideolojinin, laisizmin, Batıcı taşeronların, köpürtülen ulusçulukların rolü nedir?

Bundan yüz yıl evvel Irak diye bir devlet yoktu. Evet, Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet de yoktu. Bundan yüz yıl sonra olur mu, meçhul. Ama iki Müslüman halk burada 1000 (yazıyla: bin) yıldan beri var. Dün vardı, yarın da var olacaklar.

Dün İslam sayesinde kardeşlerdi. Peki, bugün ne sayesinde düşman oluyorlar? Hiç soran var mı? Bizi kimler, ne süreçlerden geçirerek bu hale getirdiler?

TSK 23 kez Kuzey Irak’a girmiş. Bu işi bitirememiş. Kimse de “Niçin bitiremediniz?” diye hesap sormamış. 24. kez girince biteceğine dair bir garanti mi var? Tamam, ABD ve İsrail’in gerçek düşman olduğunu, Kuzey Irak’ta Türkiye’nin gerçekte bu güçlerle savaşacağını, PKK’nın hiçbir şey olduğunu bu vesileyle görmüş oluruz. (Eğer giriş amacımız buysa, bence -ABD böylesine çamura çökmüşken- hiç durmayıp girelim de, ‘dost ve müttefiklerimizin’ maskesini düşürelim) İyi de, bu güne kadar bu açık gerçeği görmemiş olan, bundan böyle görse ne olacak?

İsrail uçakları Türkiye hava sahasını kullanarak komşu ülkeyi bombalıyor, dalga geçer gibi sınırlarımız içine boş yakıt tankı bırakıyor, bizim hava sahamızı korumakla görevli olan güvenlik birimlerinden çıt çıkmıyor. Fakat Kuzey Irak cangılına girmek için tezkere çıkarılıyor.

Uyarı bir: İki kavmin bin yılı aşan kardeşliğini bozup arasına kan davası sokacak her hareket lanetlidir. Bunun kimseye hiçbir yararı yoktur, ama herkese kalıcı zararları kaçınılmazdır.

Uyarı iki: Türkiye ne zaman silahlı siyasete prim vermişse, siyaset kendi tabii silahlarından olmuş, bundan ülkedeki görece özgürlük ortamı fena halde zarar görmüştür. Bu daha yeni yeni belini doğrultan siyasetin kendi ayağına kurşun sıkmasıdır. Daha dün seçimden mutlak galip olarak çıkan iktidar, silahlarla yönetilmeye hayır diyebilmelidir. “Türkiye cenazelerle kimyası bozulup tedbiri şaşacak bir ‘aşiret’ devleti değildir” denilmelidir. Bu hem Cumhurbaşkanına hem hükümete karşı kurulmuş bir tuzaktır. Bu tuzağa düşülmemelidir.

Uyarı üç: Bu ülkenin güvenliği askere bırakılmayacak kadar önemlidir. 30 yıldır devam eden “terörle mücadele” yönteminin iflas ettiği ortadadır. Mevcut konsept işe yaramamış, terörü daha da azdırmıştır. Bu yöntemi sürdürmek isteyenler, önce başarısızlıklarının hesabını bu millete vermelidirler.

Bu ülkenin kurucu unsuru olan biz Müslümanlar, % 47’lik bir iktidarın dahi bunu başaramayacağını biliyoruz. Ama mevcudun gerisine düşen bir Türkiye’de istemiyoruz.

Zira biliyoruz ki, silahların siyaseti hakimse, siyasetin silahları susmuş demektir. Bunun anlamı, sözün gücünün yerini gücün sözünün almasıdır. Bunun anlamı, “konuşa konuşa anlaşmanın” yerini “vuruşa vuruşa kırılmanın” almasıdır. Büyük ailemizin gerçek düşmanlarının istediği de budur.

Hz. Musa’nın Kur’an’daki duasına katılalım: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah’ım!”

 19/10/2007

Yorum Yaz