Yoksa işimiz YAŞ

Önce ordu inançlı subaylardan ve astsubaylardan temizlendi. Namaz kılan ve eşi tesettürlü olan herkes “disiplinsizlik” bahanesiyle ordudan atıldı; sorgusuz sualsiz, mahkemesiz savunmasız.

Son yüzyılın en kapsamlı yargısız infazına kurban gitti 3.000’i aşkın YAŞ’zede.

“Disiplinsiz” diye ordudan atılanlar, TSK’nın en disiplinli unsurlarıydı. Bunu, tek tek onları dinleyince, haklarında yazılan başarı hikâyelerini okuyunca, aldıkları üstün hizmet ödüllerini ve başarı sertifikalarını görünce anlıyordunuz. Hele bu insanları tanıyıp onların ahlak, gayret, liyakat ve ehliyetlerine vakıf olunca, kendi kendinize şöyle demeden edemiyordunuz: “Bu yalnızca bu insanlara haksızlık değil, bu ülkenin altını oymaktır”.

Ne oldu da halkı Müslüman olan bu ülkenin ordusunda İslam dinini yaşamak sorgusuz sualsiz kapı önüne konulmayı gerektiren bir suç oldu? 28 Şubat müdahalesiyle hızlanan bu yargısız infaz süreci, sistematik bir temizleme operasyonuydu. Pirincin içinden taşı ayıklama değil, taşın içinden pirinci ayıklama operasyonu…

YAŞ’a başkanlık eden Başbakan Gül ve Erdoğan, yargısız infaza karşı çıktıkları için kararların altına muhalefet şerhi düştüler. Bu bile sakil bir görüntüydü. Ortada bir haksızlık vardı, fakat ülkenin başbakanının bu haksız kararları engellemeye gücü yetmiyordu. Dahası, katılmadığı kararların altına imza atmak zorunda bırakılıyordu.

Askeri vesayet rejimi dedikleri tam da bu olsa gerekti. Ve ülke bu sakil durumdan kurtulduğu gün, askeri vesayet rejimi olmaktan da kurtulacaktı anlaşılan.

Yaşzede subay ve astsubaylar, inançlarından dolayı atılmaktan muztar olmadılar. Zira başarılı, ehliyetli ve liyakatli insanlardı zaten. Çoğu birkaç dil bilen, alanında iyi yetişmiş, altın kuyusuna düşse üstüne bir tanesi yapışmayacak kadar dürüst, çalışkan ve başarılı bu insanlar özel sektörde havada kapılırdı. Öyle de oldu. Fakat?

Onları yargısız infazla kapı önüne bırakanlar, bununla teskin olmamışlardı anlaşılan. Oysaki yargısız infaza tabi tutulan bu insanlar, o güne kadar verdikleri hizmet karşılığında elde etmeleri gereken sosyal güvenceden mahrum bırakılıyorlardı. Mesela, müzmin hastalığı olan çocuğunu ve eşini tedavi ettiremiyordu. Bunlara öyle bir fatura çıkarılıyordu ki, bunun anlamı “Sizi diri diri gömeceğiz”den başkası değildi.

Bununla da yetinmedi sürek avcıları. Bu insanlar sivil hayatta birer iş buldular. Geldiler, onları işe alan özel ve tüzel kişilere baskı yaptılar. Onları işten çıkarmalarını istediler. İşverenlerin çoğu korktu. Zaten mağdur olan bu insanları bir daha mağdur ettiler. Bu arada ailesini geçindiremediği için ailesi parçalananlar oldu. Tedavi ettiremediği için ailesinin bir ferdini kaybedenler oldu. Hatta cinnet geçirerek intihar edenler oldu.

Bu, insanı öldürmekle teskin olmayıp, cesedinin üzerinde zıplamaya benziyordu.

YAŞ mağdurlarının her birinin acı bir hikâyesi var. “İrtica” dosyalarıyla karartılan hayatların her biri bir ayrı dram. Bu mağdurların milletin vicdanında ne derin yaralar açtığının çetelesini kim tutabilir?

Asıl soru şu: PKK’yı birinci tehdit olmaktan çıkarıp yerine İslam’ın kod adı gibi kullanılan “irtica”yı koyanlar veya koyduranlar, bunu bu günleri hazırlamak için mi yaptılar? Ordunun savaş kabiliyetini bunun için mi yok ettiler?

YAŞ kararlarıyla açılan yaralar, haber yasaklarıyla tedavi edilir mi dersiniz? Dahası, 24 yıl görev yapmış ilk genelkurmay başkanı beş vakit namazlı biri olan Cumhuriyet ordusunda, namaz kılmayı yargısız infaza tabi bir suç haline getirenler, şimdi kime hizmet etmiş oldular?

Biri bu sorulara cevap versin, yoksa işimiz YAŞ.

 

Yorum Yaz