“Ergenekon” işbaşında mı?

Bir koyundan bir post çıkar, fakat bir cinayetten kaç propaganda çıkar?

Bugün gibi hatırlıyorum. Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te öldürüldüğünde, dine, imana, Müslümanlara ve İslam’a küfretmek için bahane arayan bir yığın zerzevat, ağızlarını doldurarak, doyasıya küfretmişlerdi.

Uğur Mumcu’nun ölümünü, tükenmiş bir ideolojiye taze kan gibi değerlendiren çevreler, tepe tepe kullandılar. TRT, ana haber bülteninin tam 45 dakikasını bu cinayete ayırmıştı. Ağıtlar yakılmış, maktulün badem gözlerine methiyeler dizilmiş, yeminler edilmiş, sloganlar atılmış, canilerin bulunacağına dair devlet adına “namus sözleri” verilmişti.

Mumcu’nun cenazesinin ardına takılan şaibeli kalabalıklar İslam’a küfreden sloganlar atmaya, okunan ezanı yuhalamaya kadar vardırmışlardı işi.

Sonuç mu? Sonuç fiyasko. Soruşturmayı yürüten DGM Savcı Yardımcısı Ülkü Coşkun, Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya öyle bir açıklama yapıyordu ki, insanın kanını dondurur. Can Dündar’ın Ergenekon’undan okuyalım: “Avukat Emin Değer o sözleri şöyle aktardı: “Ülkü Coşkun buraya geldi. ‘Bu iş devlet tarafından yapılmıştır. Devlet isterse, siyasi irade isterse çözülür’ dedi. Bu sözlerin başka bir tanığı da Ceyhan Mumcu idi: Ülkü Coşkun’un Güldal’a söylediği ve bana da söylediği, “Devlet isterse çözer, devlet yapmıştır’ yargısı savcıları sınırlandırmıştır. Kendilerini adeta devletle baş edemez görmüşlerdir. Onun için olayda isteksiz davranmışlardır.” (s. 110)

Kışlalı cinayetinin ardından baktım aynı senaryolar yine yürürlükte. Bir gazetenin kaytan bıyıklı başyazarı şimdiden soğukkanlılığını kaybedip cinayetin faillerini teşhis etmiş bile. Toplumun dindar kesimlerini suçlamak gibi, ucuz ve tanıdık bir yanıltmaya çanak tutuyordu kartel gazetesinin başyazarı. Eminim ki, cinayeti işleyenler hangi derin güçlerse, onlar da başyazarın ve o kafadakilerin böyle düşüneceğini, önceden adları gibi kestirmişlerdir.

Ceyhan Mumcu, çok önemli bir şey söyledi bir kanaldaki konuşmasında: “Biz Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili topladığımız tüm bulgu ve bilgileri, yönetiminde olduğumuz ADD’ye sunduk. Yekta Güngör Özden’in başkanı olduğu ADD’nin yönetimi içerisinde Ahmet Taner Kışlalı da bulunuyordu. Kışlalı, sunduğumuz dosyayı çok kısa bir zaman önce ilgililere iletti.”

Ceyhan Mumcu, daha başka şeyler de söyledi: “Cinayeti işleyenler, ‘Nasıl olsa bu cinayeti falancalar işlemiştir’ denilerek, cinayeti ilk elde kafaların formatlandığı kesimlerin üzerine yıkarak, toplumsal kesimleri birbirine düşürmeye çalışıyorlar.”

Seyredin şimdi Atatürkçülük, laiklik, çağdaşlık edebiyatını. Ortalık vıcık vıcık resmi söylemden ve “Kör ölür badem gözlü olur” meddahlığından geçilemeyecek. Ve bu cinayet de fail-i meçhuller arasına karışacak. Cinayeti işleyen tetikçinin arkasındaki odaklar, yine bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaklar.

Bu kuşlardan biri, hak ve özgürlüklerin önünü açacak bir sürecin tekrar sekteye uğratılması. Bir diğeri, birbirine yaklaşmaya başlayan farklı toplumsal kesimlerin arasına kan davası sokarak, kör dövüşünün tekrar kızıştırılması.

Olayın tam da Abdullah Öcalan’ın temyiz duruşmasına rastlaması ne kadar tesadüftür? Merve Kavakçı’ya yapılan gece baskını ve Mehmet Kutlular’ın apar topar tutuklanması olaylarını tezgahlayan derin mihrakların parmaklarını bu cinayetin de içinde aramak, çok mu absürd olur? AB’nin son tavrı, Helsinki Zirvesi ve gelecek ay Türkiye’de yapılacak Liderler Zirvesi’yle bire bir ilişki kurarsak, yanlış mı yapmış oluruz?

Kimsenin kuşkusu olmasın ki “Susurluk” filmi devam ediyor. Bu filmi 31 Mart’tan beri izliyoruz. Bu bir İttihatçı klasiği. Eğer, bu zincirin bir halkası çözülecek olursa, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Mumcu’nun avukatı Emin Değer’i konuşturalım:

“Güldal tekrar söz aldı, dedi ki: “Görüyorsunuz, olay bir yerde bitmiyor, her şey bir tuğla gibi, bir duvar halinde yükseliyor. Ağar “Altından bir tuğla çekerseniz hepsi yıkılır” dedi. Güldal “Çekin o zaman!” deyince, Ağar “Yapamam” dedi. Güldal “O halde çekilin, başkası yapsın” dedi, “Onu da yapamam” dedi. Güldal… “O halde siz altında kalırsınız” dedi.”

Bu ülke, kendi Cumhurbaşkanı’na (Turgut Özal) yapılmış taammüden cinayet teşebbüsünün dahi üzerine gidememiş bir ülkedir. Özal, Muammer Aksoy öldürüldüğünde şöyle diyerek herkesi şaşırtacaktır: “Aksoy’u vuran silah beni vurana benziyor.” Cinayetin izini sürerken bir noktaya gelir ve durur Özal: “…o halde, bırakın gerisi kalsın.”

Siz Demirel’in “Angola’da darbe olsa haber verirler, Ankara’da olursa hiçbir şeyden haberimiz olmaz” diyerek, ‘devleti’ küçük düşürdüğüne bakmayın.

Ankara’dakini de haber verirler.

( 22 Ekim 1999 )

 

Yorum Yaz