Devlet eliyle Hristiyanlık propagandası mı?

Epey zamandan beri “gayr-ı Müslim Türkler sorunu”na geri dönmek istiyordum.

Okurlarım hatırlayacaklardır. Bu köşede adı geçen konuda hayli makale yayımlandı. Söz konusu makalelerde bu ülkede bir gayr-ı Müslim Türkler sorunu olduğunu dile getirdim. Bu sorunun temelinde de, İslam’a karşı cehaletin beslediği önyargılarla oluşturulan “devlet politikalarının” yattığını dile getirdim.

İslam’a karşı hasmane bir tavırla yürütülen devlet politikaları İslam dışı din ve felsefelere yaramış, bu ülkede onların yayılmasına zemin hazırlamıştır. Bunu kimse garip karşılamamalıdır. Çünkü varlık, tabi olduğu yasa gereği boşluk kaldırmaz. Siz hakikate karşı “top yekün savaş” açarsanız, hakikatten boşalttığınız alanlara yalan gelip kurulur. Tabi ki siz de yalanın tetikçileri haline gelirsiniz.

Unutmayalım ki bu ülkede hala 15 yaşın altındaki Müslüman çocuklarına dinlerinin kaynağı olan Kur’an ve din eğitimi vermek “kanunla” yasak. Zavallı müftüler cami kürsülerinden bu konuda kendilerini zor durumdu bırakmamaları için halka yalvarıyorlar.

Ben “İslam’ı öğretmek neden yasak da Hıristiyanlık ve diğerleri neden serbest” demiyorum. Halk desteği 0.03 olan zihniyetlerin Hıristiyan misyonerlerine karşı başlattıkları savaşı aslında dinlerin tümüne karşı açılmış savaşın bir parçası olarak görüyorum.

Onların Enver Hoca Arnavutluk’unu hortlatmak isteyen din karşıtları olduğunu herkes biliyor. Fakat benim ve benim gibi düşünenlerin asıl itirazı İslam’a karşı devlet desteğiyle yürütülen mücadele. Yani bu halkın dinine karşı bu halkın vergileriyle ayakta duran kurumlar örtülü ya da açık bir savaşı yürütüyorlar. İşte insanın zoruna giden bu. Müslümanların devlet politikalarını belirleyenlerden istediği şey Hıristiyanlara da savaş açmaları değil. Onlara gösterdikleri anlayış ve hoşgörüyü vergileriyle “devlet” adlı aygıtı besleyip ayakta tutan çoğunluğun dinine karşı da göstermek.

Devletin İslam dışı dinlere karşı bu hoşgörüsü bazen hoşgörü olmanın ötesine de gidiyor. İşte posta kutuma düşen şu mesaj Tuna Serim isimli özgürlükçü olduğunu ısrarla vurgulayan bir vatandaşa ait. “Devlet eliyle Hıristiyanlık propagandası” başlıklı bu metni siz okurlarımla paylaşmak istiyorum:

“Bodrum’daki evimde dijital uydu var. Ama her yıl ayarlarının düzeltilmesi gerekiyor. Ben de kendime düşeni yapıp bir usta çağırdım. Usta ayarları yaptıktan sonra yeni kanallara bakmaya başladım. Uydulardan biri TARKSAT 1C. Yani tüm Türk kanallarının bulunduğu dev uydu. Bir de baktım iki yeni kanal yerleşmiş. Biri 18. sıradaki God isimli kanal, diğeri 19. sıradaki God Revival. İzledim. İnanamadığım için ertesi sabah kalkınca yeniden izledim. Sonuç ikisi de misyoner kanalı. Hani şık giyimli, ağzı kalabalık adamlar çıkıyorlar ve ellerinde İncil, Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar ya, işte onlardan. İyi niyetli olduklarını düşünmeyin. Çünkü dış ülkelerde kimse onları izlemek için Türk kanalları ile dolu bir uyduyu evine bağlatmaz. Demek ki yalnızca Türk seyircisine sesleniyorlar. Yani parası yerinde, İngilizce bilen Türk gençlerine. Zaten din değiştirenler de aynı kesimden… Bu uydunun kapasitesi büyükse bazı yabancı kanalların kiralaması mümkün, ama devlette işlerin nasıl yürüdüğünü bilirsiniz. Bir Müslüman tarikatı gelip uyduda yer istese buna izin verilir miydi? Ya Hıristiyanlık propagandası yapan kanallara ne demeli? Kimse yanlışlık oldu demesin! Çünkü adlarından belli ne tür iş yaptıkları. Ben özgürlükçüyüm dedim ya, bu dini kanallar, misyonerler başka uydularda olsa dikkat bile etmezdim. Beni rahatsız eden kendi televizyonlarına zorluk çıkaran, büyük paralar talep eden, çoğunun kapanmasına neden olan devlet malı uydularımızın misyonerlere kiralanması. Bana garip geldi, siz ne düşünüyorsunuz?”

Vallahi, bana hiç garip gelmedi. Daha geçen gün Anadolu’daki metropol şehirlerden birinde radyoculuk yapan bir dost geldi. İslami duyarlıklı yayınlar yapan bir radyo bu. “Yasal olarak kapatmak için bir suç unsuru bulamayınca şimdi de tacize başladılar” dedi. Mevcut yayın-yönetim kurulu listesini beğenmemiş Ankara’daki efendiler. Gerekçe de göstermemişler, “beğenmedim” o kadar. Tam dört kez yeni liste verdik. Biz gönderiyoruz, onlar yeni isimleri de kabul etmiyorlar. Oysaki radyo bir AŞ. Adam bu AŞ’nin hissedarı. Adama seni Ankara’nın gözü tutmamış, hisselerini devret diyemeyiz ki. Hadi dedik, peki kim alacak? Değerini bulmuyorsa adama “Hibe et” mi diyelim?”

Evet, işte böyle?

Şimdi bana neden garip gelmediğini anladınız mı? 9. senfoninin babası Demirel tespitinde haklı. Bu millet bu seçimde, oy atar gibi değil, yumruk vurur gibi sandığa gidecek. Bu yumruğun muhatabı belli: Kendi inancına karşı savaş açan mahut sürecin mimarları ve onların destekçileri? Sözün açığı, sandıktan birileri galip çıksın diye değil 28 Şubat’a haddini bildirmek için gidecek.

Sonunda millet galip gelecek. Tıpkı 1950’de, 1983’te olduğu gibi kendine bir şeyleri zorla dayatanlara “yeter” diyecek. Ve söz yeniden milletin olacak.

 

Yorum Yaz