Bin sinek bir arı etmez

Önce şu anekdotu okuyun:

Merhum İmam Humeyni, yanında yöresinde bulunan müfrit sevenleri tarafından kendisine “İslâm ve inkılap düşmanı” olarak tanıtılan kişi ve kesimlerin “düşman” olduğuna asla inanmazmış. Onların “düşman” olduğunda ısrar edenlere şöyle dermiş:

“Onlar İslam’a ve İnkılaba değil, bunları sizin yorumlayış yönteminize düşmanlar, muhalifler…”

Berikiler bu kez itiraz yollu şöyle bir delil ileri sürerlermiş:

“Ama onlar sizi de sevmiyorlar!”

İmam Humeyni farkını ortaya koyan şu cümle, muhataplarını iknaya yetip de artarmış bile:

“Ne zamandan beri beni sevmek dinin vaciplerinden oldu?” (Bu anekdotu nakleden Selahaddin Eş’in güzel yazısının tamamı için bkz. Haksöz, Temmuz 2003)

Allah’a kurban olman yetmez.

Rasulullah’a hayran olman da.

İlle de beyimizin üstadını, pirini, hocasını, şeyhini, abisini, her neyse o’sunu en az onun kadar müfrit bir sevgiyle seveceksin. Yoksa yok. Allah’ı sevmen de, Resulünü sevmen de kabul değil.

Şimdi bu tavrın adı “sevgiyi yüceltmek” mi yani? Asla. Sevgiyi yüceltme adı altında yapılan bir “bencillik”. Dahası, taassubun sahibini körleştirdiği ve gölgeleştirdiği yer.

Körlük belli. Ya birinin gölgesi olmak? Sahi, gölgeler aslın yerini tutar mı hiç? Mesela, siz bir hesaba gölgesini de dahil eder misiniz? Bir hesap yaparken, “Kendisi şu kadar gelir, gölgesi de şu kadar; toplamı etti bu kadar” der misiniz?

Demezsiniz değil mi? Diyeni deli diye kovalarlar. Peki, eğer siz birinin gölgesiyseniz, sizi niçin hesaba dahil etsinler? Gölge olmak matah değil ki! İsterse gölgesi olduğunuz “asıl”, yaratılmışların zirvesi olsun.

Zaten hiçbir kerim ve şerif varlık, gölgesiyle iftihar etmez. Seninle de etmez. Hele insansan, birine gölge olman, kendi insanlığına yaptığın hakaret sayılır. Gölgesi olmaya çalıştığın kişiye sorsaydın sana “Gölge olma başka ihsan istemem” derdi. Çünkü birinin gölgesi olmak, ona gölge etmekten bin beter kötülüktür.

Gölge olma, olacaksan şahsiyet ol. Aklı başında tüm tefakkuh sahibi âlimler, işte bu nedenle Peygamberimiz Efendimize ittiba söz konusu olduğunda, olması gereken tavrı ve tarzı şöyle billurlaştırmışlardır:

“Umirna bi’t-teessi, la bi’t-teşebbüh!”

Yani: “Biz Hz. Peygamber’e benzemekle değil, onun amaçladığı şeyi gerçekleştirmek için onu örnek alıp, yaptığını bu amaç uğruna yapmakla emrolunduk.”

Ebû Yezid el-Bistami için anlatılır. Bir gün müfrit derecede kendisini seven bir müridi onun ardına takılıp, her adımını onun izine basarak takip ediyormuş. Durumun farkına varan Bayezid, dönüp hayranı olan müride demiş ki:

“Bre oğlum, derimi soyup sırtına geçirsem de bir şey fark etmez; adam ol!”

Adam gibi sevgi, seveni sevdiğinde yok etmez. Zaten bir sevgi ki, seveni yok ediyorsa, o bire bin veren alnı “ak” bir “muhabbet” değil, sevenin sevdiğine sinek gibi konduğu alnı “kara” bir “sevda”dır. Ki, “sevda” zaten kara anlamına gelir.

Yandaş, taraftar, muhibban…

Tamam, güzel de; yandaşı olduğun kişiyi işportacı tezgahına koyup tüketerek değil. Onun ürettiği bala konmuş sinek gibi değil. Onunla caka satarak, hava atarak değil. Eğer şahsiyetsen, eğer Allah seni de orijinal bir varlık olarak yarattıysa -ki öyledir- sen de değer üret, en azından üretenleri tüketme, onların balına konmuş sinek durumuna düşme.

Yoksa mı? Bin sinek bir arı etmez…

Yorum Yaz