Neyin bayramı?

Ramazan ayı Kur’an’ın doğum ayıydı. Midemize ve şehvetimize “dur” dedi, kafamıza ve kalbimize “yürü” dedi.

Kafamız ve kalbimiz sordu: “Neyle, nasıl, hangi güzergâhta, hangi rotayı takip ederek, hangi yol haritasına uyarak, hangi kılavuzun ardına takılarak yürüyeyim?”

Ramazan cevap verdi: “İmanla, istikamet üzre, vahyin gösterdiği güzergahta Kur’an’ı bir yol haritası bilerek, Hz. Peygamber’in kılavuzluğunda yürü!”

Ramazan, özellikle doğum vesilesi olan vahye vurgu yaptı. Güzel geldi, hoş geldi ve geldiği gibi hoş edip gitti.

O bir gök konuğuydu. Bir “devlet kuşu” gibi kondu omuzlarımıza; yüreklerimizin devletini kuracağımız bir inkılabın eylem planını taşıdı bizlere.

11 ay sonra bir daha gelmek üzere gitti. Giderken, bize kendisinin zarf vahyin mazruf, kendisinin Burak vahyin ona binip gelen kelam süvarisi, kendisinin dal vahyin kök, kendisinin geçici vahyin kalıcı olduğunu söyler gibiydi.

Bayram, işte Ramazan’ın getirdiği kalıcı mutluluğun kaynağı olan vahiyden dolayı duyduğumuz sevincin ifadesiydi.

Fakat bu sevinci duyanlar, Ramazan’ın geride bıraktığı yadigarla sıcak bir diyaloga girecek, onun kadr-ü kıymetini bilenler olacaktı.

Onun kadr-ü kıymetini bilmek için fazla söze hacet mi vardı? O Doğduğu zaman parçası olan geceyi bin aydan, yani bir insanın ömrüne bedel olan 83 yıldan daha hayırlı yapmıştı.

Vahyin kadr-ü kıymetini bilen bir mü’min şunu sormalıydı ta yüreğinde:

“İndiği geceye binlerce kat değer yükleyen vahiy bir insana inse, kim bilir ona ne kadar değer yükler?”

Bu sorunun cevabını aramak için uzağa gitmeye ne hacet. İşte Peygamberimiz! “Abdulmuttalib’in yetimi”ni alıp ondan Alemlere rahmet olan bir “zirve insan” türetmek… İşte vahyin, kendisinde hayata dönüştüğü insana kattığı sınırsız değer…

Bu cevap ortadayken hâlâ sormak gerekir mi “Vahiy bende hayata dönüşse, beni kaç adam değerine yükseltir” diye?

İşte, asıl o zaman bayram “Ramazan bayramı” olur, çünkü getirdiği vahyin bir insanın daha hayatını mamur ettiğini gören ramazan bayram eder. O, “Ramazanın Bayramı”dır.

Bayram eden Ramazan, geldiği yere dönerken, getirdiği vahye sadakat gösteren o mü’minin imanına şehadet eder, şahit olur.

O mü’min de bayram etmeyi hak eder. Çünkü o artık imanına Ramazanın şahit olduğu bir mümindir. Zamanı, mekanı imanına şahit kılmış ve Ramazan’ın yüzünü ak, gönlünü mesrur, gözünü aydın etmiştir. Ramazan’ın başını dik tutmuştur.

Tabi ki Ramazan’da onun yüzünü ak, gönlünü mesrur, gözünü aydın etmiştir.

Sadece o oruç tutmamış, oruç da onu tutmuştur; dimdik ayakta, çağın somut ve soyut şeytanlarına karşı onurlu, kararlı, kendinde ve ayık tutmuştur… Başını dik tutmuştur…

Artık o bayram etsin. Çünkü hak etmiştir bayram etmeyi. Zaman ile sınırlı olana değil zamanı ve mekanı aşana, yani vahye kavuşmuştur. Şu karanlık çağda önünü aydınlatacak bitmez tükenmez bir kandile sahip olmuştur.

Buna sahip olamayanlar, Ramazan’ın zarfına sarılıp da mazrufunu ıskalayanlar dahası Ramazanı bir beslenme ve diyet festivaline çevirenler mi?

Onlar da bayram etsin… Ne ki onların bayramı “Ramazan bayramı” değil “şeker bayramı” olsun.

Ramazan’ın getirdiği vahyi bağrına basıp ona tasavvurunu, aklını, şahsiyetini ve hayatını inşa ettirenlerin “Ramazan bayramı”, glikozcularınsa “şeker bayramı” mübarek (=bereketli) olsun.

Yorum Yaz