İslam hukuku ve “vicdani red” hakkı

Bugün, İstanbul’dan adının ve soyadının baş harflerini (F.O.) yazan bir okurumuzun, son günlerin gündeminde yer alan “vicdani red” ile ilgili bir sorusunu cevaplamaya çalışalım:

“Hocam, basında yer aldığı gibi, O. Murat Ülke isimli bir vatandaş, zorunlu askerlik yasasına muhalefet etmekten hapse atılmış. Fakat askerlik yapmayı yine kabul etmemiş. Bu kez yine hapsedilmekten korkarak kaçmış. Sonunda davasını AİHM’e götürmüş. AİHM, devleti, Murat Ülke’ye haksızlık yapmaktan para cezasına mahkum etmiş. “Bildiğim kadarıyla İslâm, savaşa ancak meşru sınırlar içinde izin veriyor.

Hz. Peygamber’den gelen bir hadiste, eğer yapılan savaş İslam’ın çizdiği sınırlar içinde değilse, bu savaşta ölenin ve öldürenin cehennemde olduğu ifade ediliyor. Bu durumda, bir Müslüman için zorunlu askerlik yasası şer’i ve fıkhi bir mazeret teşkil eder mi? Eğer “vicdani red” gibi bir yöntem varsa, yine de bu mazeret meşru mudur? Herhangi bir Müslüman erkeğin, böylesi bir duruma düşmemek için ‘vicdani red’ hakkını kullanması caiz midir, vacip midir? Bu hakkı kullanmadığı için faraza bir Müslüman ülke veya halkla savaş olsa ve o Müslüman da cepheye sürülse, bu durumda Müslümanın sorumluluğu ne kadardır?”

Cevaba geçmeden önce, bu mesajla ilgili birkaç hususa dikkat çekelim:

Birincisi: Bu soru, yasal açıdan risk taşıyan bir alanla ilgili. Bu ülkede her ne kadar sivillerin askeri mahkemede yargılanması gibi bir garabet AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırıldıysa da, hâlâ TCK’da “askerlikten soğutma” ile ilgili yasa, bildiğim kadarıyla yerinde duruyor. Sayın okurlar sordukları soruları, bu ülkede mer’i olan yasaları dikkate alarak sormalıdırlar.

İkincisi: Değerli okurumuz bunun böyle olduğunu kabul etmiş olmalı ki, kendi ad ve soyadını dahi baş harfleriyle yazmış, tamamını yazmamıştır. Soru sahibi, sorusunun netameli bir alana ait olduğunu kabul ediyor demektir. Okur kendi ad ve soyadını vermezken, adımızla sanımızla biz köşe yazarlarından bu tür sorulara cevap beklemesi haksızlık değil mi? Hep derim, sâili (soranı) meçhul soru faili meçhul cinayete benzer diye. Bu da biraz öyle galiba.

Üçüncüsü: Sayın okur, açık adresini yazmış olsa, nüfus cüzdan fotokopisini göndermiş olsa dahi, bazı sorulara tüm boyutlarıyla cevap verilemez. Yalnızca yasal risk içerdiği için değil, soru özü itibarıyla netameli olduğu, kişinin durum ve şartlarına göre değişkenlik arz ettiği için. Gelelim cevaba. Evet, Allah Rasulü, vahyin çizdiği sınırlar dışında kalan ve “hercümerç” olarak nitelendirdiği bir çatışmada ölen ve öldürenin cehennemlik olduğunu ifade buyurmuştur. Tanınmış hadis imamları bu hadisin senedinin “sahih” olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Tüm dünyada bir insan hakkı olarak tanınan ve insani, ideolojik veya dini hassasiyeti olduğu için silah kullanılan bir görevi reddetme hakkı anlamına gelen “vicdani red” konusuna gelince?

Nasıl ki, vahyin tanımını yaptığı “cihad”dan kaçmak, büyük günahlardan (mubiqât) sayılmışsa, haksız yere adam öldürmek de aynen öyle büyük günahlardan sayılmıştır. Hatta Kur’an, kasten adam öldürüp de tevbe etmeden ölen birinin “ebedi cehennemlik” olduğunu söylemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti yasaları henüz “vicdani red” hakkını kabul etmemiştir. AİHM kararı iç hukuku bağlayıcıdır. Bu durumda kanun yapıcılar bu konuda yeni bir düzenleme getirmek için kolları sıvayacaklardır. Eğer bu gerçekleşirse, elbette duyarlı müminler imanlarının kendilerine çizdiği kırmızı çizgileri aşmamaları için, yasal hakları olan “vicdani red” hakkından yararlanmalıdırlar. Kabul edilmesi halinde bu bir vatandaşlık hakkı olur.

Vicdani red hakkının yasalaşması durumunda, bir müminin Allah’ın kendisi için çizdiği kırmızı çizgileri hiçbir şey yokmuş gibi çiğnemesi de asla caiz olmaz. “Zaruretler yasakları mübah kılar” ilkesi, öylesi bir durumda geçerli olmaz.

Vicdani red hakkını kullanmanın cevazı veya vücubu, askerlik döneminde vuku bulması muhtemel savaş veya çatışma riskinin derecesine bağlıdır. Bu ise, genelleme yapılacak bir husus değildir. Esasen zaruretlerin ince ve hassas sınırları, o zarureti yaşayan kişinin iman dolu kalbinin toprağına haşyet kalemiyle çizilir. Allah Resul’ünün kendisine gelen bir soruya “İstefti kalbek: Kalbinden fetva iste” diye cevap vermesinin altında yatan neden de budur. Her hangi durum olursa olsun, “zaruret” durumlarında avdet eden “ruhsat hükümlerinden” yararlanmanın temeli, “dudaktaki fetvaya” değil, “kalpteki takvaya” dayalı olmalıdır.

Bu sadece yukarıda sorulan mesele ile ilgili değil, hayatın içinde karşılaşılacak tüm meselelerle ilgili soru ve sorunlara cevap ve çözüm ararken başvurulması gereken “iç kriter”dir. Allah, hakkı hak bilip ona uyan, batılı batıl bilip ondan sakınan kullarından eylesin.

NOT: Yarın Bayrampaşa Belediye Kültür Merkezi’nde, 15.00-17.00 arası “Kimlik Tartışmaları ve Kürt Sorunu” konulu oturum var. Okurlara duyurulur.

Yorum Yaz