Gavurun işi zor

Gürültü, patırtı bitti. Homurtu, gurultu devam ediyor. Fakat ziyanı yok. Artık biz de konuşabiliriz.

ABD’den bir heyetin Hizbullah’ı kendi evlerinde ziyaret ettiği bir dönemde, Hamas’ın Türkiye ziyaretine celallenenlerin derdi tabi ki başkaydı. Türkiye’nin, ABD’den habersiz bölgede at oynatması, “güldürme beni”lik bir durum. Bunun, Türkiye’deki iktidarın ideolojik kimliğiyle doğrudan bir alakası yok. Bu topraklarda, Osmanlı sonrasında, adına “devlet” denmeyi hak edecek bir organizasyonun var olup olmadığıyla bir alakası var. Dahası, “uzun süren fetretin” bitip bitmediğiyle bir alakası var.

Hamas’ın ziyareti üzerine hükümetin kavgası da, partisiyle, çıngıraklı medyasıyla, asker sivil bürokratıyla bütün bir muhalefet bloğunun da kavgası, kayıkçı kavgasıydı. Hükümet, “aldığı rolün” üzerine “çaldığı rolü” de koyarak, kendince muktedir bir iktidar raconu kesmeye çalıştı. Bremen Mızıkacıları kadar uyumlu muhalefet bloğu ise, Hamas karşıtlığı ve Yahudi yandaşlığı üzerinden, kendi kendini tatmin etti. Sanırım bu kayıkçı kavgasına bıyık altından en çok gülen de, Türkiye’ye rol veren egemen güçler olmuştur.

Hamas’ın Türkiye’yi ziyaretine, her iki uçta da aşırı anlam yüklemek evhamdı. Bunun, bir başarı veya başarısızlık olarak pazarlanması, bu pazarlama sırasında tarafların kopardığı cayırtı, “bir avuç suda fırtına koparmak” cinsindendi.

“Bence asıl merak edilmesi gereken, Hüsnü Mübarek’in, Hamas’ın Türkiye ziyaretine bozulması olmalıydı. Sahi, “Hosnî neden bu kadar bozuldu? Oysa ki Hamas seçim zaferinin hemen adından, sürgündeki liderleri de dahil, tüm yönetim kadrosunu Mısır’da bir araya getirmişti. Bir bakıma buna mecburdu da. Çünkü halihazırda Mısır olmadan Filistin olamazdı. Bunu Mısır diktatöründen daha iyi kim bilebilir?

Bilindiği gibi Hamas, İhvan-ı Müslimin’in Filistin’deki uzantısı. Hüsnü, Hamas’a verdiği desteği, içerideki en büyük muhalifi olan Müslüman Kardeşler’e karşı kullanmayı deneyecektir. Bunun anlamı şu: Filistin İhvan’ına verilen havucun bedelini, Mısır İhvan’ı sopa yiyerek ödeyebilir.

Tahminim o ki, Hamas, Hüsnü’nün bu niyetini bildiği için, ABD ve İsrail ile Mısır üzerinden değil, Türkiye üzerinden irtibat kurmak istedi. AK Parti iktidarı, onların bu tercihinde teşvik edici bir unsur oldu. Hoş, Ecevit iktidarı olsa da, durum bundan farklı olmazdı. İşte bu tercih de, Hüsnü Mübarek’i küplere bindirdi. Yoksa Mübarek’in Türkiye dönüşü Hamas heyetini azarlamasının ve onlara kapısını kapatmasının başka bir açıklaması olamaz. ABD’nin ipini çekmeye hazırlandığını biliyor. Suyu git gide ısınıyor. O da benzerleri gibi, ABD ve İsrail için ne kadar bulunmaz bir Hint kumaşı olduğunu ispatlama telaşında…

ABD desteğini çekerse, Mübarek’in dikta rejimi o gün çöker. Alternatifi belli: İslamcılar… Bunun mesajını, olanca hile ve hurdasına rağmen genel seçimler verdi. Sırada diğer Kuzey Afrika ülkeleri var.

İşte ABD için asıl sorun bu.

İran, göller bölgesinde bir ada olarak dimdik duruyor. Bir zamanlar İran’daki İslami rejime can düşman Azeri kökenli bir İranlı muhalifle karşılaşmıştım. Yüksek mevkilerde bulunmuş, kafası çalışan bir adamdı. İran’ı yönetenlere ağız dolusu hakaret edecek kadar düşman olan bu adam, sözün bir yerinde, orada bulunan herkesi lâl eden şu sözü söyleyiverdi:

“Agacan, agacan! Her şeye rağmen men deyirem ki: “İran İran’dan idare edilir! Siz deyibilir misiniz ki, Türkiye Türkiye’den idare edilir?”

Türkiye ABD için “ehven-i şerrayn” statüsünde bir durumda. Hiç olmazsa, verilen rolü peşinen reddetmek yerine, alıp üzerine bir miktar da çaldığı rolü koyarak oynamaya çalışan bir “İslamcı” kadro var. Ama son tahlilde Türkiye’nin rengi giderek yeşile kayıyor. Bu dış güçler için de, onların içerideki fikri devşirmeleri için de kaçınılmaz bir gidiş. “Ne kadar yavaşlatabilirsek kâr” diye bakıyorlar. İçerdeki derin devşirmeleri AB’ye tav eden tek neden de, bu kaçınılmaz süreci değiştirmenin içeriden bir yolunun bulunamamış olması.

Irak’ta laik diktatör Saddam’ı yıktılar ve ülkeyi işgal ettiler. “Özgürlük” ve “Demokrasi” iddiasıyla yola çıktıkları için sözlerini yiyemediler. Ellerinde olsa Iyad Allavi’ye ülkeyi peşkeş çekerlerdi. Sonuç hiç istemedikleri gibi çıktı. Irak halkı bir İslamcı olan Caferi’yi seçti. İngiliz aklı olsaydı, işe başlamadan “kahraman yaratma” operasyonuna girişirdi. Amerikan aklı bu kadar işliyor işte. Şimdi, başka kepazelikler peşindeler.

Suriye’de taşları oynatacaklar, fakat korkuyorlar. Çünkü Esad’ın tek alternatifi var: İslami muhalefet. Ürdün’ün geleceği de egemen güçler açısından pek parlak görünmüyor. Aynı şey Suudiler ve nispeten Körfez ülkeleri için de geçerli. Güney Lübnan’a Hizbullah damgasını çıkmaz biçimde vurmuş durumda. Onu oradan söküp atmak, Güney Lübnan’ı halkıyla birlikte yeryüzünden silmekle mümkün. Şimdi, Hamas’ın seçim zaferiyle, hilalin bulutların arkasında saklanan bir kısmı daha ortaya çıktı.

Onlar projelerini “demokrasi” ve “özgürlük” gibi iki tumturaklı gerekçenin ardına sığınarak yapacaklardı. Eğer demokrasi ve özgürlük derlerse, bölgenin siyasal haritasının nasıl şekilleneceği belli. Demezlerse statüko değişmeyecek, projeleri akim kalacak. Hasıl-ı kelam, gavurun ve gavur âşıklarının işi zor.

Allah’a gelince: “Onlar ince bir düzen kurdular, Allah da (onlarınkini başlarına geçirecek) bir karşı-düzen kurdu: zira Allah, düzen kuran-bozanların en hayırlısıdır”.

Yorum Yaz